Zülyedeyn gibi bir lakabdır ki, zülcenaheyn vasfına benzer. Kamus’ta tafsilat verildiği üzere karn, zaman, devre gibi çok manalara gelir. Ezcümle boynuz, asır, bir zamanda aynı devrede hizmet cemaati manalarına geldiği gibi; insanın tepesine ve bahusus başının yanlarına, yani şakaklarına -ki hayvanda boynuzun yeridir- ve erkeklerin perçemine, bir kavmin başında olan efendisine ilh… ıtlak olunur.
Binaenaleyh Zülkarneyn lakabının vech-i tesmiyesine karn’ın manalarından her birine nazaran muhtelif mülahazalar mümkün olduğundan da anlaşılacağı vechile Arzın şark u garbına sahib demek olmasıdır ki, lisanımızla cihangir tabir olunur.
Hüseyin Vaiz tefsirinde mezkûr olduğu üzere, zâhir ü bâtına sahib manası da Kur’anın mezakına münasib vecihlerdendir. Buna da lisanımızda Zülcenaheyn denilir. Müfessirînin beyanatından Zülkarneyn lakabıyla telkib edilmiş (lakaplanmış) olan zevatın bir değil, müteaddit olduğu anlaşılıyor. Kur’anda zikrolunana “Zülkarneyn-i Ekber” deniliyor.” (Elmalılı Tefsiri sh: 3275)
Kur’anınn (18:86,94) âyetlerinde zikredilen Zülkarneyn hakkında sağlam hükmü tesbit için, Kur’ana ait manada “zaruri ve gayr-ı zaruriyi tefrik edeceğiz. İşte cevab-ı Kur’anîde mefhum olan zaruri hükümler ki; inkârı kabul etmez.
Şudur: Zülkarneyn “müeyyed-min-indillah” bir şahıstır. Onun irşad ve tertibiyle iki dağ arasında bir sed bina edilmiştir. Zalimlerin ve bedevilerin def-i fesadları için…
Ve Ye’cüc Me’cüc iki müfsid kabiledirler. Emr-i İlahî geldiği vakit sed harab olacaktır. İlââhirihi… Bu kıyas ile, ona Kur’an delalet eden hükümler, Kur’anın zaruriyatındandırlar. Bir harfin inkârı dahi kabil değildir.
Fakat o mevzuat ve mahmulatın keyfiyatlarının teşrihatları ve mahiyetlerinin hududu ise; Kur’an onlara kat’yyüddelalet değildir. Belki “âmm hassa, delalet-i selaseden hiçbirisiyle delalet etmez” kaidesiyle ve Mantık’ta beyan olunduğu gibi “Bir hüküm, mevzu ve mahmulün vech-ün ma ile tasavvur etmek, kâfi olduğu”nun düsturuyla sabittir ki: Kur’an onlara delalet etmez. Fakat kabul edebilir. Demek o teşrihat, ahkâm-ı nazariyedendir. Başka delaile muhavveldir. İçtihadın mazannesidir. Onda için mecal vardır. Muhakkikînin ihtilafatı nazariyetine delildir.” (Muhakemat sh: 58)
Zülkarneyn hakkında Bediüzzaman Hazretlerine sorulan bir sual:
“Sedd-i Zülkarneyn nerededir; Ye’cüc, Me’cüc kimlerdir?
Elcevab: Eskiden bu mes’eleye dair bir risale yazmıştım. O vaktin mülhidleri onunla mülzem olmuşlardı. Şimdilik hem o risale yanımda yoktur, hemkuvve-ihâfızamtatil-ieşgal etmiş, yardım etmiyor. Hem Yirmidördüncü Söz’ün Üçüncü Dalında bir nebze bu mes’eleden bahsedilmiş. Onun için bu mes’elenin yalnız iki-üç nüktesine gayet muhtasar bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
Ehl-i tahkikin beyanına göre, hem Zülkarneyn unvanın işaretiyle Yemen padişahlarından Zülyezen gibi “zü” kelimesiyle başlıyan isimleri bulunduğundan bu Zülkarneyn, İskender-i Rumî değildir.
Belki Yemen padişahlarından birisidir ki, Hazret-i İbrahim’in zamanında bulunmuş ve Hazret-i Hızırdan ders almış.
İskender-i Rumî ise, miladdan takriben üçyüz sene evvel gelmiş, Aristo’dan ders almış. Tarih-i beşerî, muntazam surette üçbin seneye kadar gidiyor. Bu nâkıs ve kısa tarih nazarı, Hazret-i İbrahim’in zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hurafe-vari, ya münkirane, ya gayet muhtasar gidiyor.
Bu Yemenî Zülkarneyn, tefsirlerde eskiden beri İskender namıyla iştiharının sebebi, ya o Zülkarneyn’in bir ismi İskender’dir ki, İskender-i Kebir ve Eski İskender’dir. Veyahut âyat-ı Kur’aniyenin zikrettiği hâdisat-ı cüz’iyeler, küllî hâdisatın uçları olduğu cihetle:
Zülkarneyn olan İskender-i Kebir’in nübüvvetkârane irşadatıyla akvam-ı zalime ile milel-i mazlume ortasında hail ve gaddarların garetlerine mani olacak meşhur Sedd-i Çinin binasını kurduğu gibi; İskender-i Rumî misillü müteaddit cihangirler ve kuvvetli padişahlar, maddî cihetinde ve manevî âlem-i insaniyetin padişahları olan bir kısım Enbiya ve bazı aktab dahi manevî ve irşadî cihetinde o Zülkarneyn’in arkasında gidip iktida edip, mazlumları zalimlerden kurtaracak çarelerin mühimlerinden olan dağlar ortalarında sedleri (*), sonra dağlar başlarında kal’aları kurmuşlar. Ya bizzat maddî kuvvetleriyle veyahut irşad ve tedbirleriyle te’sis etmişler.
Sonra şehirlerin etrafında surları ve ortalarında kal’aları, ta son çare olarak kırk ikilik topları ve kal’a-i seyyar gibi diritnavtları yapmışlar. Hatta ruy-i zeminin en meşhur seddi ve kaç günlük uzak bir mesafe tutan;
Sedd-i Çini Kur’an lisanıyla Ye’cüc ve Me’cücün ve tabir-i diğerle tarih lisanında Mançur ve Moğol denilen ve âlem-i beşeriyeti kaç defa zir ü zeber eden ve Himalaya Dağlarının arkasından çıkan ve şarkdan garba kadar harab eden akvam-ı vahşiye ve garetkâr milletlerin;
Hind ve Çin’deki akvam-ı mazlumeye tecavüzlerine durdurmak için o Himalaya silsilelerine yakın iki dağ ortasında uzun bir sed yaptığı ve o akvam-ı vahşiyenin kesretle hücümlarına çok zaman mani olduğu gibi;
Kafkas Dağlarında Derbent cihetinde yine çapulcu garetgir akvam-ı Tatariyenin hücumunu durdurmak için Zülkarneyn-misal eski İran padişahlarının himmetiyle sedler yapılmıştır.
Bu neviden çok sedler var. Kur’an-ı Hakîm umum nev-i beşer ile konuştuğu için, zahiren bir hâdise-i cüz’iyeyi zikredip, umum o hâdiseye benzer hâdisatı ihtar ederek konuşuyor.
İşte bu nokta-i nazardandır ki, Sedd’e ve Ye’cüc ve Me’cüc’e dair rivayetler ve akval-i müfessirîn ayrı ayrı gidiyor.
Hem Kur’an-ı Hakîm, münasebet-i kelâmiye cihetinde bir hâdiseden uzak bir hâdiseye intikal eder. Bu münasebatı düşünmiyen zanneder ki, iki hâdisenin zamanları birbirine yakındır. İşte Sedd’in harabiyetinden kıyametin kopmasını Kur’anın haber vermesi, kurbiyet-i zaman cihetiyle değil, belki münasebat-ı kelâmiye cihetinde iki nükte içindir. Yani bu sed nasıl harap olacak, öyle de Dünya harab olacaktır.
Hem nasılki fıtrî ve İlahî sedler olan dağlar metindir, ancak Kıyametin kopmasıyla harap olurlar; öyle de bu sed dahi dağ gibi metindir, ancak dünyanın harab olmasıyla hâk ile yeksan olabilir. İnkılabat-ı zaman tahribat yapsa da, çoğu sağlam kalır demektir.
Evet sedd-i Zülkarneynin külliyetinden bir ferdi olan Çinî binler sene yaşadığı halde daha meydanda duruyor. İnsanın eliyle zemin sahifesinde yazılan, mücessem, mütehaccir, manidar tarih-i kadimden uzun bir satır olarak okunuyor.” (Lem’alar sh: 108)
*Ruy-i zeminde mürur-u zamanla dağ şeklini almış, tanınmıyacak bir surete gelmiş çok sun’i sedler vardır.
Kur’anda zikredilen kıssalardan her asır hisse-i dersini alması kaidesiyle, Sedd-i Zülkarneyn hâdisesinde her asra bakan mana külliyetinden bir ferdi olarak bu asırda anarşizmi doğuran şer cereyanlarının inkârcı fikr-i küfrîlerine karşı, tahkikî iman dersleriyle manevî bir sedd-i Kur’anî çıkarmak manasında bir işarettir.
Bediüzzaman Hazretleri, bir eserinde şöyle der:
“Biz, bütün kuvvetimizle anarşiliğe bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anî te’sisine çalışıyoruz. Bize ilişenler, anarşilik ve belki komünistliğe zemin ihzar ediyorlar.” (Emirdağ Lahikası-I sh: 31)
Kur’an (18:95) âyeti, Ye’cüc ve Me’cücün anarşistliğine maruz kavmin, Zülkarneyn’e yardım etmeleri gerektiğini bildirir.
Binaenaleyh her fitne asrı mürşidinin irşadına kulak vermelidir.