Yüzüncü Yılında 31 Mart Hadisesi

31 Mart 1325 R. 13 Nisan 1909 Mi.

YÜZÜNCÜ YILINDA “31 MART HADİSESİ”

13 Nisan 2009

Bugün, son asır müslümanlarını derinden derine yaralayan 31 Mart hadisesinin yüzyılını tamamlamış bulunuyoruz. Yüzyıl boyunca mü’minler üzerinde kılınç gibi sallanan “irtica” suçlaması maalesef müslümanları devamlı suçlu ve savunma durumunda bırakmıştır. Mason ve azgın din düşmanları devamlı aynı konuyu tekrar tekrar itham mevzuu yapmışlardır.

Bu meselede itham ettikleri en mühim şahsiyet de Bedüzzaman Said Nursi Hazretleridir ki onu “sâbıkalı bir mücrim-i siyasî..” olarak takdim etmeye çalışmışlardır.

Buraya alacağımız bahislerde de anlaşılacaktır ki, o menhus hadisede kendisi devamlı yatıştırıcı bir rol oynamış elinden geldiğince zararı azaltmaya çalışmıştır. Buna rağmen mahkemeye çıkarılmış ve o meşhur müdafaasını yaparak hakikat-ı hali ortaya koymuştur. Hak ve hakikatın müdafaacılarına her zaman için, her zeminde rehber olmuştur.

Meşhur ve menhus 31 Mart 1325 hadisesinde (13 Nisan 1909 mi.) göstermiş olduğu cesaret ve hakkın müdafaasından bir bahis:

“Nihayet menhus Otuzbir Mart hâdisesi meydana gelir. Şeriat isteyen ve o hâdisede ismi karışan on beş kadar hoca idam edilir. Bediüzzaman, onlar mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü bir halde muhakeme olunur. Mahkeme reisi Hurşid Paşa sorar: “Sen de şeriat istemişsin?…”

Bediüzzaman cevap verir: Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat, ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil!

Bediüzzaman’ın divan-ı harbdeki bu kahramanca müdafaası, o zaman iki defa tabedilip neşredilmiştir. O dehşetli mahkemeden idamını beklerken beraet etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Bayezid’den tâ Sultanahmet’e kadar arkasında kalabalık bir halk kütlesi mevcut olduğu halde: "Zalimler için yaşasın Cehennem! Zalimler için yaşasın Cehennem!" nidalariyle ilerlemiştir. (Tarihçe-i Hayat:60)”

ll. Meşrutiyetin ilanını mütakip teşekkül eden meşrutî idare tarzını; dinimize, örfümüze, milletimize uygun hale getirmek için, evvela “Hürriyete Hitap” başlığıyla nutuk îrad eden Bediüzzaman Hazretleri, devamla gazetelere makaleler yazmış ve çeşitli mahfillerde milleti irşad etmiştir.

Bu mevzuda hemen Üstad Hazretlerinden tefsir ve izahlar getirelim. Birincisi:

“…Ben Mart hadisesinde (31 Mart 1325 Rumî) şuna yakın bir hal gördüm; Zira İslâmiyetin meşrutiyetperver ve hamiyetli fedaileri cevher-i hayat makamında bildikleri nimet-i meşrutiyeti Şeriata tatbik ile, ehli hükümeti adalet namazında kıbleye irşad ve nam-ı mukaddes-i Şeriatı meşrutiyet kuvveti ile; ila ve meşrutiyeti Şeriat kuvveti ile ibka; ve bütün seyyiat-ı sabıkayı muhalefet-i Şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular. Sonra sağını solundan fark etmeyen “haşa” Şeriatı istibdada müsait zan ederek, Tuti taklidi gibi: “Şeriat isteriz!” demekle maksat, ortada anlaşılmaz oldu. “(Asar-ı Bediiye, sh: 352)

Meşruti sistemin dinimiz ile mutabakatını anlayamayanlar meşrutiyeti reddederek din adına ortaya çıkmışlardır. Zaten gizli din düşmanlarının istediği de bu idi. Meşrutiyeti kollama adına ihtilal yapmışlar, hem “ahrar” yani hürriyetçi denilen siyaset adamlarını devirmişler, hem de onlara destek veren hakiki şuurlu müslümanları asmışlardır.

Maalesef o zaman yapılan bu oyun yine 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 de tekrar sahnelenmiştir. Zaman mekan ve şahıslar farklı, fakat oyun aynı oyun, suçlanan mağdur edilenler yine şuurlu müslümanlardır.

Bediüzzaman Hazretleri o zaman meşrutiyet, daha sonra da o kelime yerine O zaman meşrutiyet, şimdi o kelime yerine cumhuriyet konulmuş.” (Divan-ı Harb-i Örfi – 57) diyerek aynı manada Cumuriyete de, sonra Demokratlığa da dinimize ve ananemize dokunmayacak şekilde terbiye ederek sahip çıkmıştır.

İŞTE 31 MART HAKKINDA BEDİÜZZAMAN’IN BEYANLARI

31 Mart hadisesi denilen menhus ve meş’um vak’anın sebepleri hakkında tarihçiler çeşitli yorumlarda, beyanlarda ve ifadelerde bulunmuşlardır. Herbir tarihçi kendi karakter ve düşüncesi doğrultusunda onu yorumlamış, şekiller vermiştir. Bu sebepten, 31 Mart Hadisesi bir hayli garabet arz eden bir öcü şeklinde görünmektedir. Bütün bunların yanında, bu vak’anın mahiyetini ve sebeplerinin esaslarını, tabir caiz ise, o hadisenin oluş şeklinin ve sebeplerinin yağını çıkararak dile getiren, gerçeği ortaya koyan; aynı zamanda o hadisenin tâ içinden çıkıp gelen Bediüzzaman Hazretleri’nin bu baptaki beyan ve izahlarıdır. Bunları dinledikten sonra, birkaç tarafsız tarihçinin beyanlarını da araştıracağız. Bu konuda tarafgir ve din düşmanı bazı dinsiz yazarların sözleri dinlenmez ve geçersizdir. Meydan Laros (Meydan Larousse) ansiklopedisi ve benzeri kitaplar gibi…

1‑ Aynı hadisede sevk edildiği Divan‑ı Harb‑i Örfî’deki müdafaatında şöyle der:

“Hakkın hatırını kırmıyacağım, hakikatı söyleyeceğim. Zira hakkın hatırı âlidir: Hiçbir hatıra feda edilmez. Kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yalnız Hak sağ olsun. şöyle ki;

31 Mart hadisesi denilen o saika ve müthiş fırtına, esbâb‑ı âdide tahtında öyle bir isti’dad‑i tabiîyi mûheyya etmişti ki; neticesi hercü merc olduğu halde, minindillah ehl‑i kıyamın lisanına, daima mu’cizesini gösteren ism‑i şerîat geldi. O fırtınayı gayet hafif geçirdiğinden; Nisanın nısfından sonraki umum cerideleri indallah mahkûm ediyor. Zira o hadiseye sebebiyet veren yedi mes’ele ve onunla beraber yedi hal nazar‑ı mütalâaya alınsa, "hakikat" tezahür eder. Onlar da bunlardır:

Birincisi: Yüzde doksanı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin tahakkümü aleyhinde bir hareket idi.

İkincisi: Fırkaların meydan‑ı münakaşatı olan vükelayı tebdil idi.

Üçüncüsü: Sultan‑ı mahlu’u sukût‑ı müsammemden kurtarmaktı.

Dördüncüsü: Hissiyat‑ı askeriyenin ve âdâb‑ı dindaranelerinin, muhalif telkinatın önüne sed çekmekti.

Beşincisi: Pekçok i’zam edilen Hasan Fehmî Bey’in(*) katilini meydana çıkarmaktı.

Altıncısı: Kadro haricine çıkanları ve alay zabitlerini mağdur etmemekti.

Yedincisi: Hürriyeti sefahete şümûlünü men’ ve âdab‑ı şeriatla tahdid.. Ve avamların siyaset‑i şerî’ bildikleri yalnız "Kısas ve kat‑ı yed" haddini icra idi.

Fakat zemin bataklık ve dâm ve plan serilmişti.. Ve en mukaddes olan itaat‑ı askerî feda edildi. Üss‑ül‑esas esbâbı fırkaların tarafdârane ve garazkârane keşmekeşleriydi.” (Asar-ı Bediyye sh: 453)

Hz. Üstâd, sıraladığı şu sebepleri, 31 Mart hadisesinin patlak vermesinin asıl sebep ve gerçek illetini teşkil ettiğini kabul etmektedir. Amma bu sebeplerin de sebebi; partilerin hudut tanımayan tarafgirlik içindeki münakaşaları ve her partinin organı olan gazetelerin güzel yazı yazmak ve gerçeği dile getirmek yerine, aşırılıklar ve yalan ve haddi aşan taşkınlık içindeki çekişmeleri idi diyor.

Fakat bütün bunlarla beraber, Bediüzzaman Hazretleri, yedi sebepli beyanının başında şunu ehemmiyetle kaydeder ki: 31 Mart hadisesi, birçok sebeplerin te’siri altında olarak, tabiatı itibariyle öyle bir isti’dat, öyle bir dolduruş ile hazırlanmış tı ki; paramparça, herc ü merc olmak sonucunu vermesi lâzım gelirken, fakat o harekete katılanların lisanına Allah tarafından, her zaman mu’cizeler gösteren “şeriat” ismi geldi. Yani herkes, hatta o hareketi planlayıp hazırlayan İttihâdçıların gizli şubesi, mitingde, İslâm’a darbe vurmak için onlar da “şeriat isteriz. şeriat isteriz” şeklindeki bağrışmalarla ortalıkta duyulan ses, yalnız “şeriat” kelimesi oldu. Yukarda sıralanan yedi sebebin günümüz Türkçesiyle birazcık izahı gerekir tahmin ederim. şöyle:

Birinci Sebep: O hareket, o ayaklanma yüzde doksan nisbetiyle İttihad‑Terakki Cemiyeti’nin zulüm, zorbalık intikam ve tahakkümü aleyhinde bir nümayiş, bir red hareketiydi.

İkincisi: Partilerin münakaşa meydanı olan vekiller heyetinin (Bakanlar) seçimlerindeki su‑i isti’male karşı olan münakaşaları durdurmanın çaresi o vekilleri(158) değiştirmekti.

Üçüncüsü: 2. Meşrûtiyetin i’laniyle bir nevi azl ve bilahere hal’ edilen Padişah Abdülhamid’i bütün bütün yetkisizlik ve sağırca sükût ve te’sirsizlik içerisinde bırakmamak gerekirdi.

Dördüncüsü: Dindarane edeb ve terbiye içinde yetişmiş ordu ve askerlerin hislerine ters düşen telkinatları yapmamak veya durdurmak lâzımdı.

Beşincisi: Çok büyütülen ve herkesin dilinde dolaşan gazeteci, muharrir Hasan Fehmi Bey’i öldürenleri ortaya çıkarmak icab ederdi.

Altıncısı: Kadro dışı edilen askerleri ve alay subaylarını mağdur etmemek lâzımdı.

Yedincisi: Hürriyetin ve Meşrûtiyetin her türlü rezâlet ve sefahetlere müsaid birşey olmadığını i’lân etmek; ve onu şeriâtın âdâb ve ahlâkıyla hududlandırmak gerekmekteydi. Avam halkın da, şeriatın siyasetinden bildikleri şey olan, kısas ve el kesme hadlerini icra etmek gerekli idi.”

Bediüzzaman Hazretleri’nin ifade tarzındaki şu acîb orijinalliğe dikkat edilsin ki, asıl ve gerçek sebepler anlatılırken, “şu, şu işler yapıldığı için, şu hadiseler, şu sû‑i isti’maller vücuda geldiğinden ötürü bu hadise vücuda geldi” demiyor. Belki “şunlar yapılmasaydı, şunlar da yapılmazdı, o fırtına vücuda gelmiyebilirdi”.. tarz‑ı beyaniyle kendisine hâs bir izah tarzını kullanarak geleceğe de bakan ve geçmişden ders alınarak, bir daha öylesi hataya düşmemenin çare ve tedbirlerini, nasihat ve ikaz içinde birbirine sararak ifade ediyor.

Bediüzzaman Hazretleri bu sayılan yedi sebebi kaydettikten sonra, der ki: Bu yedi sebep, gerçi o hadisenin patlak vermesinde asıl rol oynayan şeylerdi. Bunlar ilk başta nazar‑ı itibara alınmış olsaydı, hadise patlak vermiyebilirdi. Lâkin bu sebeplerin te’siriyle vücuda gelen hadiseyi, asıl hazırlayanlar tuzaklarını, öyle bir zemin oluşturduktan sonra serpmişlerdi. Hatta mukaddes olan askerî itaatı da bu emellerine feda etmişlerdi. Bu sebepler ve bu tuzaklar böyle plânlı şekilde tezgâhlandırılıp kurulduktan sonra, artık çâre ve tedbirlerin o anda faidesi olmazdı, iş işten geçmişti.

Yukarıda metin ve izahları ile kaydedilen yedi küllî sebebin yanı sıra, bir de o sebepleri işleten yedi hal ve durum da, aynı eserinde şöylece sıralamaktadır:

“(1) Sekiz dokuz ayda ceridelerin neşriyat‑ı müteheyyicaneleriyle..

(2) Ve fırkaların cemiyetlere fedaî yazmakla..

(3) ve inkılâbı vûcuda getiren zevâatın tahakkümâtiyle..

(4) Ve itaat‑i askeriyeye münafi olan hürriyet‑i mutlaka, efrâda sirayetiyle..

(5) Ve âdâb‑ı dinîyeye muhalif şeyler, bazı dikkatsizlerin efrâda telkinatiyle..

(6) Ve itaât bozulduktan sonra, müstebitler, mürteciler(159), dinde hassas, muhakeme‑i akliyede noksan olanlar, iyilik zanniyle o bataklık zeminde tohum ekmeğe başlamasıyla..

(7) Ve devletin umum siyasâtı cahil efrâdın elinde kalmakla ve bir milyona yakın fişek havaya atmakla.. ve dâhil ve haric müddeiler parmak vurmakla;

ortalık anarşilik haline girdiğinden, bu hadisenin isti’dad‑ı tabiîsi herc ü merc ve müdahale‑i ecnebî iken, minindillah ‘İsm‑i şeriat’ o esbâb‑ı müteaddideden çıkan ervah‑ı habîse ve münteşireyi yuvalarına irca’ ile, on üç asırdan sonra bir mu’cize daha gösterdi. Hem geçen inkılâb‑ı azimde ordu ve ülemanın sadası ki: ‘Meşrutiyyet şeriata müsteniddir’ diye umum ehl‑i İslâm’ın vicdanlarını manyetizmalandırdı. O inkılâb, inkılâbların kaide‑i tabiiyyesini hark ile şeriatın te’sir‑i mu’cizesini gösterdi ve daima da gösterecektir.” (Asar-ı Bediyye sh: 454)

İşte bu sıralanan yedi hal ve davranışların da, şimdiki Türkçe ile yazılmasında bir beis görülmezse, şöylece olabilir:

1‑ Hürriyet’in i’lânı olan 23 Temmuz 1908’in başından 31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) tarihine kadar geçen sekiz‑dokuz ay zarfında gazetecilerin yaptıkları neşriyat, hep tahrik ve kışkırtmalı neşriyattı.

2‑ Cemiyet ve partilerin fırkaları, gizli‑gizli cemiyetlere fedaî kaydetmeleri ile gelişen durum bunun bir hazırlığı idi.

3‑ Meşrûtiyet inkılâbını vûcuda getiren zâtların, muvaffakiyet sarhoş luğuyla, işi tahakküm ve zorbalığa dökmeleri idi.

4‑ Ordu ve askerliğin disiplin ve itaâtine tamamen zıt olan, mutlak bir hürriyet düşüncesi, asker neferatına kadar sirayet ettirilmesiydi.

5‑ Dinin edeb ve ahlâkına zıt olan bazı haller, dikkatsiz bazı acemiler tarafından asker neferatına anlatılmakla, ordu ve askeri heyecanlandırıp, askerlik disiplinini sarsan duruma getirilmesiydi.

6‑ Ordu içinde disiplin ve itaat sarsıldıktan sonra da, din ilminde müstebid, yani kendisini en iyi bilen, âlim zanneden, lâkin hakikatte ise dinin küllî nizam ve düsturlarını kavrayamayan gericiler, her ne kadar dine ait mes’elelerde titiz ve hassas idilerse de, fakat aklî muhakemeleri dinin küllî kanunlarında noksan olan o kimseler “iyilik yapıyorum, dine hizmet ediyorum” zanniyle o bataklık zeminde fesat ve anarşiyi türetecek tohumları ekmeleriydi.

7‑ Bütün bu davranışlar neticesinde, bilhassa hürriyeti yanlış tatbik ve telkinden gelen netice ile, devletin her çeşit idaresi, siyaseti ve gizliliği câhil ve bilmezlerin elinde kalması sonucu; herkes kendi başına hareket ile, bir milyona yakın fişenkler havaya atılmış oldu. Aynı hadisede hem hariçteki, hem de dahildeki fesat komitelerinin müddeileri o baruta ateş atmak kabilinden parmaklamaları da olmuştu. Ortalık anarşi ve fesat halini almasıyla, hadisenin hazırlanış proğramı mucibince, aslında bir herc ü merc olması ve ecnebî devletlerin müdahalelerine bir bahane olmaya müsait bir zemin olmuşken; Allah tarafından herkesin dilinde “şeriat isteriz, şeriat isteriz” sloganı olmuş… Ve bu istek ve slogan ilk yukarıda sıralanan yedi sebeb ve hallerin korkunç neticesini bekleyen fesat komitelerinin habis ruhlarını yuvalarına döndürmeye mecbur eylemesiyle; şeriat’ın mübarek ismi ve mu’cizekâr mahiyeti onüç asırdan sonra bir mu’cize daha göstermiştir.

BAŞKA BİR İZAH ŞEKLİ

31 Mart Vak’asıyla ilgili olarak, Bediüzzaman Hazretleri o hadiseden bir sene sonra kaleme almış olduğu “Münâzarât” isimli eserinde, onun başka bir yönünü ele alarak bir ders‑i ibret olsun için şöyle izah eder, der ki:

“…Faraza bazılarının altında büyük bir fenalıkları varsa da, hücum edilmemek gerektir. Zira çok fenalık vardır ki, iyilik perdesi altında kaldıkça ve perde yırtılmadıkça, ondan tegafül edildikçe; mahdud ve mahsur kaldığı gibi, sahibi de perde‑i hicab ve haya altında ıslâhına çalışır. Lâkin vakta ki, perde yırtılsa, haya atılır. Hücum gösterilse fenalık fena tevessü’ eder.

Ben Mart hadisesinde şuna yakın bir hal gördüm. Zira İslâmiyet’in meşrûtiyetperver ve hamiyetli fedaîleri cevher‑i hayat makamında bildikleri ni’met‑i meşrûtiyeti şeriata tatbik ile, ehl‑i hükûmeti adalet namazında kıbleye irşad; ve nâm‑ı mukaddes‑i şeriatı meşrutiyyet kuvvetiyle i’lâ; Ve meşrûtiyeti şeriat kuvvetiyle ibka; ve bütün seyyiat‑ı sabıkayı muhalefet‑i şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular. Sonra sağını solundan farketmeyen ‑hâşâ‑ şeriatı istibdada müsait zannederek; tûtî taklidi gibi ‘şeriat isteriz’ demekle maksat ortada anlaşılmaz oldu. Zaten plânlar serilmişti. İşte o vakit yalan olarak, hamiyet maskesini takan bazı herifler o ism‑i mukaddese tecavüz ettiler. İşte cay‑ı ibret bir nokta‑i siyah!..” (Asar-ı Bediyye sh: 352)

Üstâd, Otuzbir Mart hadisesinin içyüzünü ve fezlekeli haritasını böyle çizdikten sonra; aynı bahsin devamında onun neticesini çok dikkat çekici bir noktaya çekerek acip bir üslup ile, Arapça ibareli şu cümleler ile bitirmektedir:

ÜSTTEKİ TÜRKÇE İBARENİN BİR ŞERHİ

Yazıda Bediüzzaman Hazretleri ‑görüldüğü üzere‑ 31 Mart hadisesinin çok mühim sebeplerinden birisini de, hürriyetçi, meşrûtiyetçi ve gerçek hamiyetperver zâtların bir yanlış tatbiklerinin sonucuna bağlamaktadır. Hamiyetperver ve meşrûtiyetçi zâtlar, şeriâtı meşrûtiyet kuvvetiyle ibka ettirmek, meşrûtiyeti de ona dayandırarak ayakta tutmaya gayret sarfederken, yanlış bir tatbikin eseri olarak, lûzumsuz bazı telkinat ve tatbiki çok sonra icab eden teferruatın tatbikatına girişmeleriyle birlikte; sağını solundan ayıramayan bazı kimseler ise, başka bir mecrada harekete geçtiler. Bunlar adeta sanki şeriat, istibdat ve mutlakiyete müsaidmiş gibi ve meşrûtiyet, tamamen şeriata ve dine muhalif imişcesine, papağan taklidi misillü, “şeriat isteriz!” sloganıyla, hamiyetperverlerin asıl maksad ve gayelerinin kaybettirilmesine sebep olmuşlardır. Hatta muhtelif maksat ve gayeler peşinde hareket eden bazı grubların da bir ağızdan “şeriat isteriz” sloganını atmalarıyla; hükûmet ve İttihâdçıları hizaya getirmeye çalışanların maksadları büsbütün ortadan kaybolmuş oldu. Aynı zamanda bu karışık durumdan istifade etmeye çalışanlar ise, zaten tuzaklarını, plânları mucibince serpmişlerdi.

Bu hadisenin neticesinde yalancı bazı hamiyetçi namı altındaki münafıklar, fırsatı ganimet bilerek doğrudan doğruya şeriata ve şeriat isteyenlere hücuma giriştiler. İşte acîb ve garîb, tarihin yüz karası, ibret verici bir siyah nokta!.. Ve anlaşılmaz, açılmaz kör bir düğüm!..

ARAPÇA İBARE TERCEMESİ

Bediüzzaman Hazretleri bu izahlarının sonundaki üstte iki satırlık Arapça ibaresinde ise şöyle diyor:

"İşte o siyah nokta, o kör düğüm sebebiyle ehl‑i hamiyet ve himmeti bilmecburiye yerlerine oturmaya mecbur eyledi. Hiçbir harekete de çareleri kalmadı. Çeşitli garaz ve maksadların vızıltıları da, hürriyet musikasının sesini müşevveş edip boğdu. İşte o zaman meşrûtiyetperverlik ve hamiyetkârlık, sadece yalancı, münafık az bazı kimselerde, yalnız isimden ibaret kaldı. Asıl meşrûtiyeti getiren, hürriyet için mücadele vermiş olan hamiyetkâr fedaî zâtlar, meşrûtiyetten bilmecburiye ‑ayrılmış gibi göründüler‑ ve hakezâ…!”

Bediüzzaman bu ahirki Arapça parağrafı ile, tarihî çok mühim hadiselere bakıyorsa da, makam tafsilat yeri olmadığından okuyucunun zekavetine bırakıyoruz.

BAŞKA BİR İZAH

Bundan başka, aynı senede telif etmiş olduğu “Hutbe‑i şamiye” eserinin zeylinde Arapça olarak, 31 Mart ve 11 Nisan Vak’asının başka bir yönünün haritasını şöyle çizmektedir:

(Arapça tercümesini veriyoruz)

“Sual: Nefisperest ehl‑i garazın dillerine dolayarak, onunla durmadan vızıltı yaptıkları 31 Mart Hadisesi hakkında siz ne dersiniz?

Cevab: Evvelen, eğer 11 Nisan* saikası hakkında soruyor isen, onu ben Divan‑ı Harb‑i Örfî’deki müdafaatımda şerh etmişim.

Saniyen: Bütün kuvvetimle derim ki: O hadisede muhaliflerle muvafıklar kendi hatalarını, o işte hiç medhalı olmayan sâkit ve mütevekkil yerinde oturan bazı masumların üstüne atmalarından ibaret olmuştur.

İşte ey kendilerini o hadiseden tebrie etmeye çalışan mağrurlar!? Siz kendi kusur ve hatalarınızı başkalarının üstüne attınız. Sizin misaliniz, şöyle bazı müfsit insanlara benzer ki, onlar yeryüzünde iki grup halinde birbirleriyle mukatele ve fesat çıkarmakla meşgul oldukları bir hengâmda, bunların arasına bazı temiz kalbli salih insanlar girerler ki onların arasını bulsun, fesat ve kötülüklerini def’ etsin. Hem onları iyi hale ve salâha davet etsin. İşte bu arabulucu zâtlar, bunların arasına girdiklerinde onlara bazı mukaddes şeyleri hatırlatmak isterler. Ta ki onunla belki bunların müthiş desiselerini izale etsin. Cenab‑ı Hak da bu iyi niyetli aracı zâtları o mukaddesatın bereketiyle muvaffak eder. Müfsitlerin fesatları yüzden bire inmeye sebep olurlar. Fakat tam böyle bir sırada birbirleriyle boğuşan ve fesat çıkaran her iki grub müfsitlerin; kötülük ve fesatları ortada görünmeğe başlamasıyla; hemen bu defa başka bir oyun tezgâhlamaya koyulurlar. Kendilerini halk nazarında o dehşetli hatadan kurtarmak için, her iki taraf birbirlerine karşı müdahane ve yaltaklanmaya başlayıp, yekdiğerlerinin enaniyetlerine rüşvet vermek suretiyle; aralarına ıslâh ve irşadları için girmiş o masum insanlara fesat oklarını çevirerek hücum etmeye başlarlar. Ortaya çıkmış bütün günah ve kötülüklerini de bu masumların üstüne atarlar.

Evet aynen bu misal gibi; her ne kadar 31 Mart hadisesinde ıslâhcı, ara bulucu, nasihatçı zâtlardan ba’zıları da, ister istemez ba’zı hücumlarda bulunmuştur; O da müdakkik ve akibetbîn nazarlarıyla, şimdi bir zakkum ağacı halini almış olan o zamanki o hadise çekirdeğinde onu keşfedip gördükleri içindir. Demek ıslâhcı zâtların o hûcumu sırf Allah rızası için bir cihad idi. Herhangi bir kötülük niyetleri yoktu.” (Asar-ı Bediyye sh: 428)

Bediüzzaman’ın bu ahirki izah tarzına dikkat edilirse, 31 Mart Vak’asının, aslında İttihad ve Terakki Cemiyeti içinde veya ondan ayrılan grubların siyaset ve idare için birbirleriyle boğuşarak o yolda her türlü fesadı çıkarmayı meşru’ gören grupların planlayıp ihdas ettikleri bir oyunları olduğu anlaşılmaktadır. Lâkin onların o menhus oyunları umum memleketi alâkadar ettiği için, saf kalbli, iyi niyetli bazı zâtlar, bu durumun ıslâhı için onlara şeriat’ın mukaddesatını hatırlatmak suretiyle, fesadın önünü almak istediler ve arabuluculuk için aralarına girdiler. Lâkin o mağrur, aynı zamanda şeytan gibi dessas insanlar, bir anda birbirleriyle barışarak, hadisenin akibetini bazı ma’sum insanların başına patlatırdılar. Yani bütün suçları, hataları o masum insanlara yükleterek cezaya çarptırdılar. Karşılıklı olarak da birbirlerini tebrie etmeye koyuldular. Hakikaten tarihin unutulmaz yüz karası bir siyah noktası!..

HATIRALI BİR İZAH

Yine bu münasebetle Bediüzzaman Hazretleri Mektubat’tan “Hücumat‑ı Sitte” risalesinde 31 Mart hadisesinden şöyle bahsetmektedir:

“…Eskide 31 Mart hadisesinde çendan onu da (Yani kendisini de) karıştırdılar. Bazı dostlarını da ezdiler. Fakat sonra tebeyyûn etti ki: mes’ele başkaları tarafından çıkmış. Onun dostları onun yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden belâ gördüler. Hem o zaman çok dostlarını da kurtardı…”

Bu ifadeden de fehmediliyor ki: Bediüzzaman Hazretleri’ni ezmek için kast‑ı mahsusla onun düşmanı olan İttihâdçılardan mason kısmı onun ismini de ona karıştırdılar. Fakat az sonra hakikat meydana çıktı ki, Bediüzzaman’ın ne uzaktan ne de yakından 31 Mart olayıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bundan dolayı da kayıtsız ve şartsız olarak mahkemede berat ettiği gibi, yaptığı müdafaalarla da birçok dostlarını kurtarmıştır…

Devamı var…..




* “Onbir Nisan saikası” Rumî 11 Nisan 1325 Miladi 25 Nisan 1909 tarihidir ki, Hare­ket Ordusunun Edirne’den kalkıp, gelip İstanbul’u kuşatmasıdır.

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …