Üstadın Mektubu Ve Hür Adam Hakkında Bir Tavzih

Son günlerde Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin hayatının anlatıldığı “Hür Adam” filmi münasebetiyle bir çok meseleler gündeme gelmiştir. Bunlardan biri de Hazret-i Üstadın evvela M.Kemal’e sonra da Büyük Millet Meclisine hitaben neşretmiş olduğu beyannamenin asli orijinalinin olduğu söylenen belgenin arşivlerinden çıkarılıp neşredilmesidir. Bu meselelerle alakalı Abdülkadir Badıllı abimizin kaleme aldığı yazıyı bera-yı malumat neşrediyoruz.

ETKİN BİR FİLM,MÜHİM BİR BELGE VE BİR TEŞEKKÜR

(Üç Meselenin Tahlili)

Dr. Abdülkadir Badıllı

A- Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin memleket çapında şayi’ olan bir filmi çevirilmiştir. Film 7 Ocak 2011’ den itibaren sinemalarda oynanmaya başlanmıştır. Filmi biz de seyrettik. Film bize göre mahiyet, istiab ve içeriği ve ayrıca hayat şeridindeki takdim ve tehirler, zaman ve mekanlar itibariyle Bediüzzaman Hazretlerinin fedekarane cihad, kahramanane askerlik, istikbale nüfuzu, mukteza-ı hale göre mutabık hareket, irşad ve ikna’ kabiliyetleri, ilim, hikmet ve felsefe-i İslamiye sahasındaki kudret, akıl, feraset, idrak ve irade ve asayişi koruma gibi mümtaz vasıflarla muttasıf olan yüce ve kamil bir şahsiyetin hakiki mahiyetini bu film %100 tam aksettiriyor demezsem, diyemezsem, beni mazur görün. Çünkü bu fakir Bediüzzamanın mezkür vasıftaki hayatını ayine-i zihnimde mülahaza ettiğim ve o mülahaza ile değerlendirdiğim için, film için bu kanaatteyim.

Evet, film hayal ve romanvarî mülahazalardan arındırılmış bir objektiflikte değildir. Hatta bazen, Hazret-i üstadın aziz ve muazzez şahsiyetinin vakarıyla mütenasib düşmeyen bazı basitliklere inmektedir. Benim şahsî anlayışıma göre, Bediüzzamanın hayat filminde çok dikkatli ve istişareli kararlarla uygulamalar olmalıydı. Hayalî romanlarda ve sinema filimlerinde her ne kadar hayal mahsülü vaziyetlere bir şey denilmese de, denilmemiş olsa da, Bedüzzaman Hazretlerinin güneş gibi parlak ve hiçbir yönünün mestur ve kapalı olmayan hayatının filmi çok net, mütenasib ve kametine uygun bir objektiflik içinde olmalıydı. Malasef bunlara tam riayet edilmemiş desem yanlış olmaz. İki üç misal veriyorum.

1- Bedüzzaman Hazretleri kendi öz ifadesinde: “Annesini dokuz yaşından sonra hiç göremediğini ve üç hemşiresini de onbeş yaşından sonra göremediğini… ilh” yazmaktadır. (Emirdağ-2,sh.181-Envar Neşriyat ) Babasını ise, 1898’den sonra Van’a gidip ilim-din medresesini açmasından bir müddet sonra-bir rivayette –babasının bir ara gelip oğlunu görmesinden başka, babasını da bir daha görmediği söylenmektedir.

Buna göre, 1909 Mayısında 31 Mart hadisesi üzerine İstanbul’da kurulan 3 tane Divan-ı Harb-i Örfi mahkemelerinden 1 nolusun da yapılan Bediüzzamanın muhakemesinde, onun babası ve annesini film içinde getirip göstermek, bana göre çiğ düşmektedir.

2- Birinci Cihan Savaşında Bediüzzaman kendi gönüllü alayı ile birlikte Ruslarla çarpışırken, filimde onları atlara binmiş, arap abalarını giymiş vaziyetinde,düşmanın harp uçakları da üzerlerine bombalar yağdırma şeklinde göstermek, gerçek hale uyacak bir tarafı yoktur. Çünkü Bediüzzaman ve muharip talebeleri o günde aba giymiş olmaları söz konusu değildir ve o cephede savaş uçağı da kullanılmış değildir.

3- M. Kemal paşa ile Bediüzzaman Hz.leri 20 Ocak 1923 günü, paşanın hususi riyaset odasında görüşürken ikisi yalnız idiler, bir üçüncü şahıs yoktur. Dolayısıyla, Bediüzzaman konuşurken bacak üstüne bacak attığına dair hiçbir şahit yoktur. Ayrıca o günü başında kalpak değil, Diyarbakır siyah poşusu sarılıdır. Kalpağı sadece Rusyadan firar edip geldiği seyahatinden başka hayatında hiç giymemiştir. Evet, Bediüzzaman Hazretleri M. Kemal paşa ile konuşurken ona pek mühim çok yüksek meseleleri ders vermektedir. Ona yazmış olduğu mektubunda dile getirmiş olduğu İslam aleminin siyasi hayatında kendisinin ve Türkiye’nin yeniden liderlik kazanma yollarını göstermektedir. Ameli sahayı ilgilendiren meselelerden çok daha ziyade büyük meseleleri ona telkin etmektedir. İçkinin haramlığı gibi şeyleri bu sohbette konuşmuş değildir. Dolayısıyla bu çok ciddî sohbette bacak üstüne bacak üstüne atmış olması münasip ve caiz değildir, yani filimde öyle gösterilmesi uygun ve layık değildir. Ayrıca Bediüzzaman Hz.lerinin M. Kemal paşaya: “Kainatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır…” sözünü, onunla yaptığı ikili hususi görüşmede değil, bir gün önce 19 Ocak 1923 günü meclisin divan salonunda 60 kadar meb’usun huzurunda söylemiştir.

4- Filimde; 1924 yılında Şeyh Said hadisesi sırasında Bediüzzaman Hazretleri Van da ve Erek dağındaki inzivagahında iken, bazı kürt aşiret reisleri ona gelip, Şeyh Said hareketine iştirak için izin istediklerinde, filimde üstad Bediüzzaman bu ağalara; “siz şeriat istiyoruz diyorsunuz, halbuki şu fiilinizle şeriata karşı geliyorsunuz, şeriatın anahtarı bendedir. Şimdiye kadar Türkler bizi idare ettiler, bundan sonra da yine onlar bizi idare edeceklerdir, haydin, gidin evlerinize!” şeklinde verilmektedir. Oysa ki, filimde gösterilen olay şekli bazı asılsız rivayetlere dayandırılmıştır. Bu asılsız rivayet, delil ve belge aramadan bazı kitaplara girmiş ise de kesinlikle aslı yoktur. Bu yoldaki rivayetin asılsızlığını delil ve belgelerle “Mufassal Tarihçe-i Hayat” eserimizde C.1 sh.622’de ispat etmişizdir.

Hadisenin hakikati şöyledir: Ankara ve Cumhurbaşkanı 1920 lerden 1924 lere kadar katıksız İslam müdafii ve ümmet ve İslam milliyetçisi ve hilafet savunucusu iken, daha sonra Lozan antlaşmasında İngilizlere verdikleri ahd, vaad ve söz üzerine; İslamın dinî an’anelerine, millî ve İslamî şeairin hayatına ve yine İslami akide ve inançlarına zıd ve muhalif olan inkılaplara başladı. Sadece Kürtler değil, Türklerde de (mesela şapka inkılâbına karşı Erzurum’da, Trabzon’da, Sivas’ta Maraş’ta, Rize’de vsr. gibi yerlerde ) geniş çaplı olmasa da yer yer isyanlar zuhur eyledi. Birçok idamlar uygulandı (bkz. Mufassal Tarihçe-i Hayat c.1 sh.655) doğu ve güneydoğudaki Kürtler ise, işin aslı itibari ile Hicri 900 yılında, İdris-i Bitlisinin 21 büyük kürt aşiret reisleriyle beraber Yavuz Sultan Selim’e bir mektup yazarak:

“Biz ehl-i sünnet olmayan İranlıların tasallutundan bizarız. Çok geniş olan kendi mülkümüzde ve kendi aramızda bir ittifak sağlayamadığımız için İranlılar bizi ezmektedir. Biz Kürtler ehl-i sünnet-vel-cemaatiz. Bir İslam padişahına, ehl-i sünnet olan Osmanlı devletine tabi olmak istiyoruz. Bunun üzerine Çaldıran savaşı ve Şah İsmail’in mağlubiyeti neticesinde, Yavuz ile Bitlisî arasında yapılan mukaveleler neticesine, Kürtlerin yaşadığı Kürdistan bölgesi Osmanlı devletine tav’an, yani kendi arzularıyla tabi olmuş oldular. Osmanlılar da Kürtleri kardeş kabul edip İslamca idare ettiler. Ve Kürtler de dört yüz küsür sene gayet sadıkane bir tarzda hiçbir arıza ve çıt çıkarmadan Osmanlı devletine inkıyat ve itaat gösterdiler. Bu halleri devam etti, ta ki İttihat ve Terakkicilerin ve sonrada İngilizlere muahede sözü verenlerin hal ve encamları istikametli yoldan sapıncaya kadar.

İşte, Vanda Kürt aşiret reisleri Üstad Bediüzzamana gelip bu hakikati dile getirdiler. “Biz Müslüman ve ehl-i sünnet olan Osmanlılara din ve İslam akidesi noktasından tabi olmuştuk. Şimdi ise vaziyet ve hal değişiverdi”

Hazret-i üstad ise, başta Haydaren aşireti reisi Mirliva kör Hüseyin paşaya ve gelen diğer reislere söylediği şudur: “Evet biliyorum, dinî bir fitne, bir müsibet başlamıştır. Bu dinî müsibeti irşad ve tenvir ile, sabır ve azm ile def’e çalışmalıyız. Bu musibet, hadise çıkarmakla karşı koymakla, masum kanı dökmekle def’edilmez. Hem Ankara hükümetini kuşkulandıracak bir harekete geçilse, daha çok dinî tahribata ve aşırı zulümlere girişmesine vesile olmak yerine, sükût ve irşad yoluyla hareket edilse,Ankarayı bir derece İslamî an’ane lehine çevirmek belki mümkün olabilir” demiş.. ve kan dökmenin, dökmeye vesile olmanın mutlak günah ve vebal olacağına, aynı zamanda bu gibi teşebbüs ve girişimlerin neticesi itibarı ile meşkük ve macera perestlik olacağına dair ihtarda bulunmuş, nasihat ederek kör Hüseyin paşayı ve diğer reisleri ikna ederek niyetlerinden ve teşebbüslerinden vazgeçirmiştir. Ama bu azim hizmet Ankaraca hiçte nazara alınmamış, Bediüzzamanı da hadiseye katılmayan aşiret reislerinide diğerleri ile beraber sürgüne yollamıştır. İşte bunun aksini düşündüğümüz zaman, Ankara hükümetinin yaptığı ve yapmaya niyetlendiği zıd ve aykırı ve menfi inkilap hareketlerine karşı fikren de olsa, karşı gelmenin bir şeriata karşı gelinmiş gibi göstermek ve öyle yorumlamak, ziyadesiyle yanlış ve o kadar da iman ve akide terazisinin dengesini sarsan bir düşünce şekli olur. Böyle bir mana üstad Bediüzzamanın ne ifadelerinde, ne tavır ve hareketinde ve ne de lisan-ı halinde asla görülmemiştir. Evet, Şeyh Said merhumun ve hareketine iştirak etmiş olanların hiçbir şekilde Kürtlerin Türklere karşı hurucu değildir ki, bazı kimselerin fasit yorumları tarzında olsun.

Filmin bu anlatılan nakıslık, eksiklik ve bazende basitlikleriyle beraber, elbette ki bir takım faydaları, işi gücü ayakta, okumaya vakit bulamayan esnaf ve benzeri insanlarda yapacağı te’sir ve intibahları da inkar edilemez. Bizim tenkidimiz ilerdeki zamanlarda bu filmin daha tam ve ağırbaşlı, daha realist ve daha mükemmel olması temennisidir.

B- Muhim Belge

Gerçekten HaberTürk gazetesi ve yazarı sayın Güntay Şimşek beyin Cumhurbaşkanlığı özel ve saklı arşivinden ulaşıp bulup ortaya çıkarttıkları mektup, çok ama çok mühim tarihî ve paha biçilmez bir belgedir. Yeni kuruluş safhasında olan Türkiye Cumhuriyeti hükümetini İslamî anane ve gerçek millî şeaire çağıran fevkalade değerli, yol gösterici rehber bir yazıdır. Üstad Bediüzzaman’ın hayatını en çok teferruatlı ve geniş bir araştırma ile yazan benim gibi insanlara bu belge fevkalade kıymettar göründü. Bu belge, benim bu konudaki yazılarımın sağlam vesikalara dayanarak düzeltilmesi hususunda yardımcı olacağı gibi; elli senedir Said-i Nursi Hz.lerinin hayatı üzerinde çalışan bu fakirin de, HaberTürk gazetesinin ve yazarı sayın Güntay Şimşek beyin bu meselede ki yorumlarının ufak tefek bazı yanlışlıklarını müsaadeleriyle düzeltmeye çalışmak isterim.

Evet M. Kemal paşanın şahsına hitaben 23 Kasım 1922 de yazılan bu mektup, hiç şüphesiz orijinal ve sağlam bir belge olduğu gibi, 19 Ocak 1923’te aynı yazıya bir genel başlık takarak bütün meb’us ve kumandanlara dağıtmış olduğu şu aynı yazı dahi o nisbette sağlam ve gerçektir. Büyük M. Meclisi üyelerine dağıtılan bu yazı da elle yazılmış olup, meclis arşivlerinden çıkarılmış orijinal nüshadır. Bu yazının da en altına 19 Kanun-u sanî 1399 diye yazılıdır.

Eddaî

Said-i Kürdî

B. M. Meclisindeki umum meb’uslara dağıtılan beyanname yazısının başlığı şöyle:

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

اِنَّ الصَّلَوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا

Ya eyyühel- meb’usûn! İnneküm lemeb’usûne liyevmin azim

(Ey meb’uslar ! Sizler büyük bir günün meb’uslarısınız)

Ey mücahidîn-i İslam, Ey ehlil-hall vel-akd ! Bu fakirin bir meselede on sözünü birkaç

nasihatını dinlemenizi rica ediyorum) şeklindedir.

M. Kemal paşanın şahsına hitaben ve 23 Kasım 1922 de yazılıp gönderilen mektubun başlığı ise şöyledir. (Besmele ve Arapça ayet metni aynen yazıldıktan sonra)

[İslam aleminin kahramanı paşa hazretlerine! “Ey gazi-i namdar” diye başlayıpta “can ü dil eden bu fakirin bir meselede on sözünü…] diyerek her iki yazının metni aynen devam etmektedir.

Büyük Millet Meclisinde ki meb’us ve kumandanlara hitabaden yazıyı, bilahere müellifi Bediüzzaman Hazretleri Ankara’da Arapça te’lif eylediği ve Ali Şükrü matbaasında 1341 Hicri, 1339 Rumi (1923) tarihinde ta’bettirdiği “HABAB” isimli risalesinin 17. sayfasında dercederek beraberce bastırmıştır. HABAB risalesinde yayınlanan bu yazısının başına yine Arapça bir önbaşlık koymuştur. Diğer başlıklar ve yazı metni aynendir. Arapça ön başlığın Türkçesi şöyledir: “Bu irşadlı hitabe, İslamın millî meclisine karşı yazılarak 1339 da (1923) Türkçe olarak sudur ettiğinden öylece intişar etmiştir.”

HABERTÜRK Gazetesi ve Sayın Yazarının Yanlışlıkları

1, Az üstte arzettiğimiz gibi, Bu mektup ve yazının her iki tarzı sahih olup, arşivlerden çıkarılmıştır. HaberTürk gazetesi tarafından ortaya çıkarılan M. Kemal paşaya şahsen hitap olan mektup, henüz daha yeni bugünlerde ellerimize geçmiştir. Dolayısıyla M. Kemal Paşaya ait olan övgülü başlıkları ve ona mahsus içindeki bazı cümleleri, hiçbir kimse tarafından müdahale edilip kasten çıkarılmış değildir. Bundan sonrada o mektup aynen muhafaza edilip tarihe mal edilecektir. Zata ve umuma hitaben yazılan mektup ve yazı, onun yazarı Bediüzzaman tarafından hitap şekline göre başlıklar tanzim edilmiştir.

2, Bediüzzaman’ın Ankara’ya gelip, 9 kasım 1922 Perşembe günü meclisi ziyaretinde, Hoşâmedî töreninden sonra, meb’uslar tarafından dua etmesi için meclis kürsüsüne davet edilmiş, o da bu istek üzerine kürsüde dua etmiştir diye hayat tarihçelerinde geçmektedir. Ama, kürsüde konuşma yapmıştır ve bu konuşması, on maddelik meseleleri içeren adı geçen şu mektup ve yazıda ki metindir diye hiç kimse dememiş ve tarihçelerde de o tarz bir ifade kayıtlı değildir.

3, Bediüzzaman Hz.lerinin M. Kemal paşanın şahsına hitaben yazmış olduğu mektupta ona tevcihen serdeylemiş olduğu övgü ve medihler doğrudur, uygundur ve irşad ve doğru yola yönlendirme noktasından münasiptir. Eskiden beri, büyük İslam alimleri, zamanın padişahlarını, sultanları ve büyük kumandanlarını İslam hizmetinde daha çok çalıştırmak için ve o gibi hizmetlere meyillendirmek niyet ve temennisiyle aşırıca, büyük büyük övgüler tevcih etmişlerdir. “Allah’ın yeryüzünde bir gölgesi, onun Adl isminin, sıfatının mazharı” gibi medihlerle okşamışlardır. Ve bu hareket makbul sayılmıştır.

Bununla beraber, M. Kemal paşa ve onun yakınları, ta Lozan antlaşmasına yakın bir vakte kadar dine, Kur’ana ve İslama son derece bağlı ve meddahı pozisyonunda görünmekte idiler. Dediklerimizin bazı örneklerini veriyorum.

Birinci Örnek: 1920 M. Meclisi adına teşkilatlanıp faaliyet icra eden İstiklal Mahkemelerinin o günlerde yayınladıkları beyannamelerinin birisinin baştaki iki satırı aynen şöyledir: [ Üçyüz milyon müslümanın ümid bağladığı vatanımızla Hilafet makamı aleyhine zalim hükümetler tarafından tertip edilen su-i kasıt İzmir, Adana ve İstanbul’un işgaliyle pek açık suretle tahakkuk etti.] (İstiklal Mahkemeleri / Egun Aybars. Sh.242)

İkinci Örnek: 1920-1923 arasında ki günlerde M. Kemal paşanın yayınlamış olduğu beyan ve mesajlarından 17 mart 1920 tarihli birisinde şunları söylüyor: “ Kuvay-ı Milliye, memleketin uğradığı su-i kasıtların başladığı günden beri devam eden samimi bir vahdet ve tesanüd içinde; vaziyetin bütün vahametine rağmen, azm ve metanetle telaki etmekle ve bu son Ehl-i salip mühacematına karşı hissiyat-ı müştereke ile mekavemetine emin olmaktan mütevellit bir hiss-i müzaharetle azm ve imanın âmili olan mücadelede inayet ve tevfikat-ı ilahiyeye mazhar olacağına itimad eylemektedir.”

Ve aynı beyan ve mesajın son bölümünde ise: “tevalî eden ehl-i salip fevaranının bu son hamle-i sefilanesini, İslamiyet nur-u irfan ve istiklaline ve tevhid ettiği uhûvvet-i mukaddeseye bütün Müslüman kardeşlerimizin vicdanında aynı hiss-i takbih ve mukavemeti ve aynı vazife-i gayelan ve kıyamı uyandıracağından emin olarak, Cenab-ı Hakkın mücehadat-ı mekaddesemizde cümlemize tevfikat-ı ilahiyesini refik eylemesini ve ruhaniyet-i peygamberiye istinaden teşkilat-ı müttehidimize mûin olmasını niyaz ederiz.

17 Mart 1336 / 1920

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Üçüncü Örnek:

1921’de Ankara’da basılan “Gazi Mustafa Kemal İzmir Yolunda” isimli kitabın birçok yerinde M. Kemal paşanın üstte metinleri kaydedilen sözleri tarzında, İzmir, Balıkesir ve Bursa da söylediği nutuklarında benzeri birçok beyanları sadır olmuştur. Hep Allah’ın yardımından, peygamberin manevî ve ruhani feyiz ve nurlarından ve Müslümanların uhuvvet ve tesanütlerinden söz etmiştir. Bu örnekte olan bazı numuneler için Bkz. Mufassal Tarihçe-i Hayat – A. Badıllı sh. 533-535

Hülasa olarak: M. Kemal paşanın 1924’lerin başlarına kadar bütün mesaj ve beyanları, davranış ve hareketleri –zahire göre- bir İslam mücahidi, kahraman bir askeri suretinde görünmekte idi. İşte, Bediüzzaman Hazretleri M. Kemal paşanın bu zahirde görünen duruş ve davranışlarının mevcut haline göre, ona övgülerle hitap eden o mektubu yazmıştır ki, irşad ve teşvikin icaplarıda bu idi. Daha önceleri birbirlerini görmemiş, ancak beyan ve mesajlarını işitmiş okumuşlardı. Ankara’daki buluşmaları bir ilk buluşma idi. Demek ki, Bediüzzaman Hz.lerinin ona şu övgü dolu olan mektubu, yerinde ve sahih olduğu gibi, bilahare ilk halinin zıddına yapılan aykırı inkılapları neticesinde, Bediüzzamanın onun hakkındaki fikir ve görüşlerinin değişiverilmesinde bir garabet bir çelişki yoktur.

C. Ve Teşekkür Olayı

Hürriyetçi olan HaberTürk gazetesi ve yazarı sayın Güntay Şimşek beyin, az üstte B bölümü maddesinde de kaydettiğimiz gibi, bu belgeyi zamanın eskimiş yaprakları içinde mestur kalmış özel arşivlerinden biri olan T.C. Cumhurbaşkanlığı çok değerli evrakı içinden bulup efkar-ı umumiyeye yayınlamaları, fevkalade kıymetli bir hizmet olmakla şayan-ı tebrik ve şûkrandır. Bu belge birçok Nur okuyucusu zatlara, ama özellikle benim gibi hayatını, Bediüzzamanın sergüzeştini araştırmakla geçiren kimselere fevkalade mühim ve değer biçilmez bâkir ve taze bir yadigâr olarak hediye edilmiştir. Kendilerine candan teşekkürlerimi sunuyor, daha bunun gibi kıymettar belgeleri umumî efkara hediye etmeleri hususunda başarılarına dua ediyorum.

13.01.2011

ŞanlıUrfa

Abdulkadir Badıllı

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …