İslam milletini ve devletini koruyan Osmanlı Devletinin yıkılması sonrasında ülkemize yerleşen ve dine ve dindarlara hertürlü baskıyı, zulmü yapan gizli dinsiz zındıklar, devlet sistemine kanunlarla kendilerine göre dizayn etmişlerdir.
Bu güne kadar da Yirmiyedi Mayıs 1960 darbesi, Oniki Mart 1971 muhtırası, Oniki Eylül 1980 darbesi ve Yirmisekiz Şubat 1997 darbesi gibi darbeler ve tehditlerle ve bilhassa takviyeli kanun değişikleriyle milletten kopuk, Kemalist sistemin aksayan yönlerini yamayarak gelmişlerdir.
Millet iradesinden beslenmeyen bu akım, anayasaları kemalizme, zındıkaya, anarşistliğe daha da yararlı hale getirmişlerdir. Milletimiz ekseriyeti hür iradesiyle bu zındıka komitesini hükümete getirmemiştir. Müslümanların tercihi olan dindar demokrat ve hürriyetperver kimseleri hükümete taşımışlardır.
Fakat ne varki anayasayı, kanunları bu zındıka komitesi olağanüstü darbe dönemlerinde kabul ettirerek, hükümet olan, milletin seçtiği kimselerin eline vermişler ve memleketi bu kanunlarla yönetebilirsin demişlerdir. Canları istediği zaman da bir kaos ortamı teşkil ederek kâh solcuları tahrik etmişler, (1960 öncesi CHP ve onun organize ettiği üniversiteler ve karanlık adamlar gibi ve 1971 muhtırası öncesi 68 kuşağı denilen solcuların silahlı kalkışması gibi); kâh milliyetçilerin ve solcuların eline silah vererek sokağa salmışlardır. Sağ ve solun birbirini katletmesine göz yummuşlardır.
Neticede Oniki Eylül darbesi ve 82 anayasası gelmiştir. Milli iradeyi nazara almayan bu darbeciler zındıklığı, kemalizmi daha münafıkane iyice sistem altına alarak anayasa güvencesini pekiştirmişlerdir.
Şimdi de bizim yıllardır, tam kırkbeş senedir karşı çıktığımız ve “Risale-i Nur ile bir alakası yok, ehl-i sünnet vel cemaat dışında karanlık bir yapılanmadır, bu adama müntesipleri Hz. İsa diyor, bütün büyük zatların telifin tahrif ediyor, Risale-i Nuru değiştiriyor” dediğimiz halde, bu hoca denilen adama maateessüf sahip çıktı ve büyütdü.
İşte tam da o dehşetli din düşmanı zındıka onun üzerinden müslümanlara operasyon yapmaya teşebbüs etti. Allaha şükür başaramadılar. Eliyazübillah muvaffak olsalar yine mütecaviz kemalist yapı, yine zındıka kazanacaktı. Çünkü biliyoruzki bu ahmakların maşalıktan başka hiçbir maharetleri yoktur. Yine onları kullanan harici ve dahili zındıka kazandık zannediyorlar. Çünkü bu darbe teşebbüsünde mütecaviz kemalistler ve dış uzantıları hiç ortaya çıkmadılar. Kırk-elli senedir İzmir’den başlayarak o adamı ve sözde cemaatini bugünlere hazırlayanlar bu memleketteki hakim kemalist yapı ve dış bağlantılarıdır.
Bizleri bu hoca bozuntusuna karşı 1972 yılında uyaran Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin en önemli talebelerinden Ahmet Feyzi Ağabey bir gün Üstaddan şöyle bir olay anlattı. Üstad ona demiş ki: “Kardeşim sen İzmir tarafında kal çünkü memleketimize masonluk İzmir’den girdi, inşaallah oradan çıkıp gidecek.”
İnşaallah müslüman dindar kardeşlerimiz bu büyük deccal olan dış cereyanlar ve onların dahilde müttefiki olan din düşmanı mütecaviz kemalist yapıyı tanır da ona göre tedbir alır.
Bediüzzaman hazretleri 1947 de Afyon/Emirdağ’da eski mebus, ahbabı bir zata yazdığı mektubunda diyor ki:
“Aziz, sıddık kardeşim ve bu fâni dünyada hamiyetli ve ciddî bir arkadaşım!…
Sırf senin hatırın ve merak ettiğin ve bu defaki uzun mektubun için vaziyetime ve zalimlerin işkencelerine ait birkaç maddeyi beyan edeceğim.
Birincisi: Otuz sene evvel Dâr-ül Hikmet a’zası iken, bir gün arkadaşımızdan ve Dâr-ül Hikmet a’zasından Seyyid Sa’deddin Paşa dedi ki: “Kat’î bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki, bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul ettiremiyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız.” diye senin i’damına hükmetmişler. Kendini muhafaza et.” Ben de “Tevekkeltü Alallah, ecel birdir, tegayyür etmez” dedim.
İşte bu komite, otuz sene belki kırk seneden beri hem tevessü’ etti, hem benimle mücadelede herbir desiseyi istimal etti. İki defa imha için hapse ve onbir defa da beni zehirlemeye çalışmışlar (şimdi ondokuz defa oldu.) En son dehşetli plânları, sâbık dâhiliye vekilini ve Afyon’un sâbık valisini, Emirdağı’nın sâbık kaymakam vekilini aleyhime sevketmeleriyle, resmî hükûmetin nüfuzunu bütün şiddetiyle aleyhimde istimal etmeleridir. Benim gibi zaîf, ihtiyar, merdümgiriz, fakir, garib, hizmete çok muhtaç bir bîçareye o üç resmî memurlar, aleyhimde öyle bir propaganda ve herkesi korkutmak o dereceye gelmiş ki; bir memur bana selâm etse, haber aldıkları vakitte değiştirdikleri için, casusluktan başka hiçbir memur bana uğramadığını ve komşularımın da bazıları korkularından hiç selâm etmediklerini gördüğüm halde; inayet ve hıfz-ı İlahî bana bir sabır ve tahammül verdi. Emsalsiz bu işkence, bu tazyik, beni onlara dehalete mecbur etmedi.
İkincisi: Belki tahattur edersin, Ankara’da divan-ı riyasetinde Mustafa Kemal’le münakaşa zamanında, ona karşı dedim: “Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur.” Yüzüne şiddetli mukabele ettiğim halde; bana karşı ihanet ve hakarete cesaret edemediği halde; burada küçük bir zabit ve bir çavuş, o ihaneti ve hakareti yaptılar. Maksadları, beni hiddete getirip bir mes’ele çıkarmak olmasından, hıfz ve inayet-i İlahiye bana sabır ve tahammül verdi.” (Emirdağ Lahikası sh: 193)
Bediüzzaman Hazretleri Kur’anın emrine ittibaen “Her zaman def’-i şer, celb-i nef’a racih olmakla” diyerek Kur’anın bu kaidesine göre hareket eder. Onun için son doksan yıldır yerleşmiş ve genişlemiş olan kemalist mason komitesinin def edilmesi öncelikli vazifelerdendir. Çünkü bu gizli din düşmanları bundan sonra da her hileyi kullanabilirler. Risalelerden tesbit edebildiğimiz uyarılar ve çareleri göstermeye devam edeceğiz.