TARAFGİRLİKLE BİR TARZ-I HİZMET OLUR MU?
Soru: Başbakan Recep Tayyib Erdoğan’ın Üstad Bediüzzaman Hazretleri ile alâkalı konuşmasında kasıt ve küçümseme var mı?
Cevap: Başbakan, Partisinin kongresinde konuşma yaparken Türkiye’nin bütünlüğünü koruma makamında; “Seversiniz, sevmezsiniz, beğenirsiniz, beğenmezsiniz, görüşlerini kabul edersiniz, etmezsiniz Ama Ahmed-i Hani’siz, Bitlisli Said-i Nursi’siz bir Türkiye’nin maneviyatı noksan kalır” dedi ya, haliyle bir hayli hareketlenme oldu. Soruların ardı arkası kesilmez oldu. Akl-ı selim sahibi herkes memnuniyetini çeşitli vesilelerle dile getirirken, bir de farklı görüş sahibi olmalarıyla birlikte fakat resmi ideolojik tarafgirleri veya kronik siyasi tarafgirler tarafından ise, -kısa bir şaşkınlık döneminden sonra- tenkid edilmeye başlandı. Tabi ki, her kesimin eleştirisi kendine göreydi.
M.Kemal taraftarlarının görüşü şöyle ifade ediliyordu:
“Başbakan’ın adını andığı isimler bir yana Saidi-Nursi’nin adını anması Atatürkçü çevreleri kızdırdı. Bunun nedeni Said-i Nursi’nin eserlerinde sıklıkla bahsettiği “Deccal” kavramı ile Atatürk’ü işaret ettiği iddiası.
İslami literatürde “Deccal” en ağır hakaret sayılan ifadelerden biri. Deccal; yalan söyleyen, aldatan, karıştıran kişi anlamına gelir. İslami fikriyata göre Deccal’in ortaya çıkması kıyamet alametlerinden biri olarak da görülüyor.
Said-i Nursi’nin Deccal teorisini oluşturan satırlar şöyle sıralanabilir:
“Ben bir manevi alemde, İslam Deccalini gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirce bir manyetizma gözümle müşahade ettim ve onu bütün bir münkir bildim. İşte bu inkarı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder.(…) Fakat kahraman ve mücahit ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur–u iman ve Kur’an ışığıyla hakikat–i hal–i göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılıyor.” (Şualar458–459,Siracun Nur 247)
Saidi Nursi, başlangıçta şifreli olarak işaret ettiği Deccal’in kim olduğunu daha sonra şöyle anlatıyor:
“Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis–i Şerif’in ihbariyle Kur’an’a zararlı bir adam çıkacak demiştim. Sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi. (Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis–i Cumhur’a ve üç makama gönderilen istida)
Saidi Nursi, Mustafa Kemal’e yönelik Deccal suçlamasında daha da ileri giderek şunları yazar:
“Din-i İslâm’ı bu mübarek Türk Milletinden kaldırmak için Lozan Muahedesinde söz veren ve pek şiddetli ve dehşetli hücumlarına rağmen hiçbir hakikî Müslüman-Türk’ü protestan yapamayan ve Millet-i İslâm için pek çok zararlı olduğunu ef’aliyle isbat eden ve hadîs-i şerifin haber verdiği o müdhiş şahıs kendisi olduğunu (yani deccal) hayat ve mematıyla gösteren Mustafa Kemal’e bir mahrem eserde "Din yıkıcı, Süfyan" dediğimizi ve "kalblerdeki sevgisini bozmağa çalıştığımızı…” (Emirdağ – 2 – 52, Emirdağ Lahikası I,50–51;Yirmiyedinci Mektuptan Mahkeme–i Kübra’ya Şekva ve Müdafaatın Bir Haşiyesi olan Parçanın Hülasasıdır, Ayrıca Müdafaalar, 226–227)
İşte Başbakan’ın Said-i Nursi’ye yönelik atıfları bu nedenle Atatürkçüler’i kızdırdı.” (Odatv.com)
Kemalistlerin tepkileri böyleyken, dindarlar canibinde ise, Başbakana muhalefet bayrağını çekenlerden birisi de, Yeni Asya Gazetesi yazarı Latif Salihoğlu kendince tenkitlerini sıralamaktadır. Bakınız bu yazara göre Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hataları madde madde nelermiş?
“BİR: Önce, söz konusu ifadenin teknik tarafına bakalım. Şöhret bulmuş muhtelif renklerdeki isimleri mübâlağalı övgüler eşliğinde sıralayan Erdoğan, listenin en sonuna iliştirilen "Said–i Nursî" ismini içeren cümleyi ise aynen şu şekilde (elektronik yazı panosundan) okudu: "Seversiniz sevmezsiniz, beğenirsiniz beğenmezsiniz, görüşlerini kabul edersiniz etmezsiniz… Ama Ahmed–i Hanî’siz, Bitlisli Said–i Nursî’siz bir Türkiye’nin mâneviyatı noksan kalır."
Gayet düşünülerek ve birçok şey hesaba katılarak tesbit edildiği anlaşılan bu ifadede geçen "Bitlisli Said–i Nursî" ibaresi, kasdîlik bir yana, teknik olarak da içinde komiklik derecesinde fâhiş bir yanlışı barındırıyor.
Zira, bu ibarenin tercümesi aynen şöyledir: Bitlisli Said Nurslu
Bakınız "Nursî", zaten "Nurslu" demektir. Tıpkı "Konevî"nin "Konyalı" demek olduğu gibi.
Dolayısıyla, burada kalkıp "Bitlisli Said–i Nursî" demenin tutarlı bir mantığı yoktur. Tıpkı, Saadeddin Konevî için "Konyalı Saadeddin–i Konevî" demek gerekmediği gibi…
Bir başka nokta: 17. asırda yaşamış olan "Ahmed–i Hanî", Hanili Ahmed demektir. Onun için ayrıca "Cizreli Ahmed–i Hanî" demeye gerek yok. Zaten Başbakan da ayrıca "Cizreli" takısına gerek duymamış; böyle bir yanlışı sadece ve sadece Said Nursî bahsinde işlemiş.
İKİ: "–İ" takılı "Said–i Nursî" terkibi, daha çok Said Nursî muhalifi veya konu cahili kimseler tarafından kullanılmaktadır. Tam ve katışıksız ifade ise "Bediüzzaman Said Nursî" şeklindedir.
ÜÇ: Başbakan’ın ağzından çıkan "Bitlisli" takısına ilk defa rastlanılıyor. Said Nursî ve Risâle–i Nur’la ilgili literatürde de böyle bir takı bulunmuyor. Yani, şimdiye kadar kullanılmış değil.
16. asırda yaşayan Mevlânâ İdris "Bitlisî" mahlâsını kullanmıştır, meselâ. Üstad Bediüzzaman ise "Nursî"yi tercih etmiş ve hayatının sonuna kadar da soyadı yerinde bunu kullanmıştır.
Realite bu merkezde olmasına rağmen tutup "Bitlisli" tâbirini iliştirmenin maksadı ne?” (Latif Salihoğlu Yeni Asya Gazetesi 10 Ekim 2009)
Şimdi bu yazara ne cevap verilir, ne denir bilemiyoruz? Bu anlayışta olan kimselerin tasvipleri, tenkidleri ne değer taşır? En mühimi de budur ki: Bu zatların kendilerini cihanşumûl bir hizmet ehlinin mensupları hatta naşirleri olarak görmeleri bu hizmet adına büyük bir talihsizliktir.
Başlangıçta, “birçok şey hesaba katılarak tesbit edildiği anlaşılan” diyerek yüksek anlayışın yanında “kasdîlik” de tespit etmiş. İyi bir niyet okuyucu olduğu da, buradan anlaşılıyor.
Yazıda demiş ki: “Komiklik derecesinde fâhiş bir yanlışı” Başbakana böyle diyen zatın kendinden haberi var mı acaba, merak ediyoruz? Bulduğu hata Başbakanın “Bitlisli Said-i Nursi” demesi imiş. Nur talebesi sıfatıyla ortada dolaşan bir adam, hem de ehl-i imandan bir devlet adamına böyle bir hitapta bulunabilir mi? Nur’un terbiyesi müsaade eder mi?
Hem bunun neresinde hata var anlayamadık. Bizim gabavetimizi bağışlayınız. Biz anladık ki, Doğu’nun meselelerinin çözülmesinin gündemde olduğu şu günlerde Doğu’da doğan ve orada yetişen 31 yaşında ilk defa İstanbula gelen ve bu gelişini:
1. Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu dünyaya isbat edeceğim;
2. Doğunun meselelerine çözüm bulacağım diyen ve hayatı boyunca bu iki gaye için çalıştığını ilan eden zattan bahsederken başka ne denebilir ki. Bitlisli demek oraya nazar-ı dikkati çekmek olamaz mı? Ki Bediüzzaman Hazretleri oralara nazar-ı dikkati celbetmek için 1921 lere kadar ünvanını kasdi olarak “Kürdî” diye kullanmıştır. Hususan ehl-i iman arasında her şeyin iyisine, müsbetine bak kaidesi ne oldu da böyle menfi düşüncelere sahip olunuyor anlamak mümkün değil.
Başbakanın bir başka yanlışı (!) “Said-i Nursi” (-i) takısıymış. Bu yazara göre bu takı “Said Nursî muhalifi veya konu cahili kimseler tarafından” kullanılıyormuş. Eh yani ne diyelim, altmış yetmiş yıldan beri yeni yazıyla Risale-i Nur neşreden, yeni yazıya çeviren ve tashih eden başta Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin naşir talebeleri olmak üzere bunca Nur talebeleri cahil yapılmış ve bunun yanında kendisinin de içinde bulunduğu yayınevinin naşirlerini, musahhihlerini, okuyucularını da “Said Nursî muhalifi veya konu cahili” yapmak gibi garabete düşülmüştür. Biz bu zata kendisin de içinde bulunduğu yayın gurubunun yayınladığı Risale-i Nur Külliyatının içinde kaç tane “Said-i Nursi” terkibi var bir bakmasını tavsiye ederiz.
Mü’minler için tarafgirlik ne kadar felaketlere sebep oluyor bu yazılardan anlaşılıyor. Sayın Süleyman Demirel başbakan iken ve sonraları, her vesile ile Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini medih etmiş ve müdafaa etmiştir. Nur Talebeleri de bundan memnun olmuştur. Kendisini reyleriyle desteklemiş ve daha da teşvikler etmişlerdir. Şimdi bir başka Başbakan hem de icranın başında “Bitlisli Said-i Nursi’siz bir Türkiye’nin maneviyatı noksan kalır” diye doğru söz söylemişse onu “öküz altında buzağı aramak” nevinden tenkid etmek insafsızlıktır ve “Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik” hastalığıdır.
Bu hizmeti geniş kitlelere ulaştırmak gayesi taşıyan kimseler çok çok dikkat etmeli ve zarara ve İslam kardeşliğine zıt hareketlere sebebiyet vermemelidirler.
İttihad İlmi Araştırma Heyeti