DİNDARLAR LEHİNDE KANUN ÇIKARMAK MI?
SOLCULARI TEVKİF ETMEK Mİ ÖNEMLİ?
Bediüzzaman Hazretleri 1950 de iktidara gelen Demokratları belli şartlarla desteklediği gibi, zaman zaman da ne yapmaları hususunda da ikaz etmiştir.
Demokratlığın getirdiği serbestlikten yararlanan ve kendi menfi ideolojisinin faaliyetini yapan o zamanın mühim solcularına yönelik, hükümet ciddi bir tutuklamaya girişti.
“51 Tevkifatı” olarak bilinen bu tutuklamalarda, solun ileri gelenleri tevkif edildiler.
Ayrıca Demokrat Parti’nin Kore’ye asker göndermesine karşı çıkan ve hükümet aleyhinde yazılar yazan solcu komünist Nazım Hikmet de bakanlar kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından 1951 yılında çıkarıldı. Zaten kendisi de, bu karardan önce Romanya yoluyla Moskova’ya gitmiş ve oraya yerleşmişti.
Dindarların durumu ise:
Yeni Demokrat hükümet, ilk ciddi müsbet icraatı olarak 1932 yılından beri asli şekliyle okunması yasak olan Ezan-ı Muhammedi’nin tekrar asli olarak okunmasını sağlamak olmuştu. Bediüzzaman Hazretleri, bu icraatı tebrik etmekle beraber, yıllardır din aleyhindeki tahribatların tamir edilmesini istiyordu ve bu tarz dini hizmetlerin devamını istiyordu, dindarların kısıtlanan haklarının serbestiyetini ve dini tedrisatın resmen mekteplerde yapılmasını, Ayasofya’nın tekrar ibadete açılmasını, Risale-i Nurların resmen neşredilmesini yani devlete ait bir kurumda –muhtemelen Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde- basılmasını ve neşredilmesini ve Demokrat hükümetlerinin İslam dünyasına yönelmesini istiyordu.
Fakat bunlar için kanuni düzenlemeler gerekiyordu. Yeni hükümet, ezanın serbestiyetinin dışında dindarlara yönelik ciddi kanunlar çıkaramamıştı. Dindarlara yönelik tavizler kanun düzeyinde değil de, şahsi müsamahalar şeklindeydi. Bu ise, Bediüzzaman Hazretlerini endişelendiriyordu. Bu durumda Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Parti mensuplarını ikaz etmek durumunda kalmıştır.
Bu ikaz ve her zaman bakan yönüyle günümüz hükümetine ve milletvekillerine de bakmaktadır. Biz de bera-yı malumat arz ediyoruz. Şöyle ki:
“Dindar ve hamiyetkâr ve vatanperver milletvekillerine şunu arzediyorum:
Mekke-i Mükerreme’de Hacer-ül Esved yanında hürmet için konulduğunu hacıların gördükleri Zülfikar Mu’cizat-ı Kur’aniye mecmuasıyla Medine-i Münevvere’de de Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın kabri üzerinde konulduğunu gördükleri Asâ-yı Musa mecmuası gibi Risale-i Nur’un bir kısım eczaları, âlem-i İslâm’ın bizimle hakikî uhuvvetini temine vesile oldukları halde; müsadere edilmek suretiyle dört seneden beri evrak-ı muzırra gibi dosyalar içinde mahkeme mahzenlerinde çürütülmek suretiyle imhasına çalışıldığı ve dört mahkeme beraetine ve serbestiyetine karar verdikleri ve biz de çok defa makamata istida ile müracaat edip serbestiyetini istediğimiz ve hem Başbakan’ın "Din propagandası yüzünden şimdiye kadar bu vatana hiç bir zarar gelmediğini" söylediği halde, bu dindarların serbestiyeti hakkındaki kanunun tasdikinin ta’cili ve takdimi lâzım gelirken te’hir edilmesi, dindar meb’usların nazar-ı millette "kendilerine düşen en ehemmiyetli dinî vazifelerini yapmıyorlar" diye dindarların bir telaşları var.
Biz de telaş ediyoruz ki dâhilî, gizli dinsizler ve komünizm hesabına çalışan hainler bu vaziyetten istifade etmemeleri için, bu gelecek hakikatı sizlere beyan etmeye hamiyeten mecbur oldum. O hakikat da budur ki:
Demokrat dindar milletvekillerine bir hakikatı ihtar:
Bugünlerde hastalığım itibariyle kışın pek şiddetli hiddetine tahammül edemedim. Çok tecrübelerimle, umumî bir hatanın neticesinde hava ile zemin zelzele ile ve fırtına ile gazab-ı İlahîyi haber vermek nevinden hiddet ediyorlar gibi âdete muhalif bir vaziyet gösterdiler. Ben de bundan bir manevî fırtınaya alâmet hissettim. Kalbime geldi ki:
"Acaba yine İslâmiyet ve hakaik-i imaniye zararına bir hata-yı umumî mi meydana geldi?" Âdetim olmadığı halde ve dünya siyasetini terk ettiğim halde bu nokta için sordum:
"Ne var? Cerideler ne haber veriyorlar?"
Bana dediler ki: "Din propagandasını yapan dindarların serbestiyet kanunu geri kalmış. Fakat solcular hakkındaki kanunu ta’cil edip tasdik etmişler."
Kalbime geldi ki:
Bu vatan ve İslâmiyet’in maslahatı, her şeyden evvel dindarların serbestiyeti hakkındaki kanunun hem ta’cil, hem tasdik ve hem de çabuk mekteblerde tatbik edilmesi elzemdir.
Çünki bu tasdik ile Rusya’daki kırk milyona yakın Müslüman’ı, hem dörtyüz milyon âlem-i İslâm’ın manevî kuvvetini bir ihtiyat kuvveti olarak bu vatana kazandırmakla beraber komünistin manevî tahribatına karşı şimdiye kadar Rus’un Amerika ve İngiliz’e karşı tecavüzünden ziyade, bin senelik adavetinden dolayı en evvel bize tecavüz etmesi adavetinin muktezası iken; o tecavüzü durduran, şübhesiz hakaik-i Kur’aniye ve imaniyedir.
Öyle ise bu vatanda her şeyden evvel o acib kuvvete karşı hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi bilfiil elde tutup dinsizliğin önüne kuvvetli bir Sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anî yapılması lâzım ve elzemdir.
Çünki dinsizlik Rus’u, şimdiye kadar yarı Çin’i ve yarı Avrupa’yı istila ettiği halde; bize karşı tecavüz ettirmeyip tevkif ettiren, hakaik-i imaniye ve Kur’aniyedir. Yoksa Ruslar’ın tahribat nev’inden manevî kuvvetlerine karşı, adliyenin binden birine maddî ceza vermesiyle; serserilere ve fakirlere, zenginlerin malını peşkeş çeken ve hevesli gençlere ehl-i namusun kızlarını ve ailelerini mubah kılan ve az bir zamanda Avrupa’nın yarısını elde eden bir kuvvete karşı, ancak ve ancak manevî bombalar lâzım ki, o da hakaik-i Kur’aniye ve imaniye atom bombası olup o dehşetli solculuk cereyanını durdursun. Yoksa adliye vasıtasıyla yüzden birine verilen maddî ceza ile bu küllî kuvvet tevkif edilmez.
Onun için dindar milletvekilleri bu ta’cili lâzım gelen hakikatı te’hir etmelerinden, çok defa tecrübelerle gördüğümüz gibi bu defa da küre-i hava şiddetli soğuğu ile buna itiraz ediyor.
İki dehşetli harb-i umumînin neticesinde beşerde hasıl olan bir intibah-ı kavî ve beşerin tam uyanması cihetiyle kat’iyyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz, geri dönüp Hristiyan da olamaz. Olsa olsa küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikata dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna’ eden Kur’an ile bir musalaha veya tâbi’ olabilir. O vakit dörtyüz milyon ehl-i Kur’ana kılınç çekemez.
Said Nursî”
Emirdağ Lahikası-ll (71)