Sadeleştirmeye Risale-i Nur Ne Diyor?

SADELEŞTİRMEYE RİSALE-İ NUR NE DİYOR?

“Risale-i Nur Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın taht-ı tasarrufunda olduğundan, ona uzanan, ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur.”

Âhirzamanın emsalsiz ve dehşetli fitnesi olan, Süfyanî Deccal yani İslam Deccalı fitnesinin karşısında, ümmete Allahın bir lütfu ihsanı olan Risale-i Nur eserleri, seksen senedir vazifesini başarıyla ifa etmiştir ve kıyamete kadar da ifa edecektir inşaallah..

Risale-i Nurlar bu mücahedesinde iki zümre ile mücadele etmek durumunda kalmıştır.

Birisi: “Ehl-i ilhad” yani gizli dinsizler, diğeri de onlara aldanan “ülema-üs sû’” tabir edilen kötü din âlimleridir. İşte Risale-i Nur’un ve sahsı manevisi olan talebelerinin hayatları hep bu iki taife ile mücadele ile geçmiştir ve daha da geçecektir. Çünkü meşhurdur “zulüm devam etmez fakat küfür devam eder.” Ayrıca Üstad der ki: Dostların hataları, hizmetimizde bir nevi zulüm hükmüne geçtiği için, çabuk çarpılıyor.” (Lem’alar (47) Sadeleştirmeyi yapan gurup müsbet hükümetle de ters düşmekle ilk tokadını yemiştir.

Şimdi Risale-i Nurların geniş dairede dahi şaşalı hizmetleri devam ederken, dünyanın çeşitli milletleri kendi dillerine kısmen tercüme ederek okumaya çalışırken, hatta Risale-i Nurları orjinalinden okumak ve öğrenmek için Türkçeyi öğrenmeye başlamışken, bu sadeleştirme yani tahrif etme fitnesi, maalesef Risale-i Nurun muarızları aldattıkları ulema-üs sû’ tarafından yapmaya çalışılmaktadır. Zındıka, Hrıstiyanlığı bir nevi tahrif ettiği gibi Kur’anın hakiki tefsirini de tahrif ederek kudsiyetine gölge düşürmek istemektedir.

Bediüzzaman Hazretleri İncil, Zebur ve Tevrat’ın tahrif edilmelerini, tercüme yapa yapa içlerine çok miktarda yabancı kelimeler girdiğini, bazı açıklamalar ve yorumların zaman içinde esas metinden zannedildiğini ve dahi art niyetlilerin de ilaveleriyle tahrif başladığını anlatırken diyor ki:

Tevrat, İncil ve Zebur’un ibareleri; Kur’an gibi i’cazları olmadığından, hem mütemadiyen tercüme tercüme üstüne olduğundan, pek çok yabanî kelimeler içlerine karıştı. Hem müfessirlerin sözleri ve yanlış tevilleri, onların âyetleriyle iltibas edildi; hem bazı nâdanların ve bazı ehl-i garazın tahrifatı da ilâve edildi.” Mektubat (163)

Şimdi aynı plan Risale-i Nur’a uygulanmak istenmektedir. Ehl-i zendeka baktı ki dini hayatın benimsenmesi ve yaşanmaya çalışılmasının en büyük vesilesi Risalelerdir. Evvela bu eserlerleri yasaklatamadılar. Sonra insanların bu eserlere teveccühünün önüne geçemediler. Şimdi bir cihette daha dehşetli bir suikastle sadeleştirme adıyla tahrif etmek ve tesirini kırmak yolunu denemektedirler.

Ku’anın i’cazı hakiki tefsirinde dahi bulunduğundan bu plan dahi tutmayacaaktır. İnşaallah..

Burada da bazı hocaların eskiden beri zihinlerinde olan “yeni gençler risaleyi anlayamıyorlar” fikrinden ehl-i dalalet yararlanmak istemektedir.

Halbuki risaleyi okuyan yeni gençlerde ve herkeste; “ihiyacını hissedenlere ve ciddî istimal edenlere yeter, kafi gelir” ifadesini bulan bir hakikat vardır.

Esas Risale-i Nur’u anlamayan ise, bu düşüncede olanlardır. O hocaefendilerdir ki, kendi anlamadığını da anlamayıp gençleri anlamaz zannedenlerdir.

Biz bütün bu hile ve aldanmalara rağmen -nasıl Kur’an diğer kitaplar gibi tahrif edilememişse,- Kur’anın i’cazından gelen Risale-i Nurlar da Allahın izniyle asliyetini bozmayacaktır ve bozamayacaklardır ve buna inanıyoruz.

Risale-i Nurun telif edildiği hali ve Üstadın nezareti altında neşredildiği hali, bir nevi şeairdendir.

İslami şeairleri değiştirmeye çalışanların vaziyetlerini Üstad Hazretleri ifade ederken diyor:

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

فَآمِنُوا بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ الَّذِى يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ٭

يُرِيدُونَ اَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللّهِ ِباَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّهُ اِلاَّ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

[Üç sualin cevabı olarak "Yedi İşaret"tir. Birinci sual, dört işarettir.]

Birinci İşaret: Şeair-i İslâmiyeyi tağyire teşebbüs edenlerin senedleri ve hüccetleri, yine her fena şeylerde olduğu gibi, ecnebileri körükörüne taklidcilik yüzünden geliyor. Diyorlar ki:

"Londra’da ihtida edenler ve ecnebilerden imana gelenler; memleketlerinde ezan ve kamet gibi çok şeyleri kendi lisanlarına tercüme ediyorlar, yapıyorlar. Âlem-i İslâm onlara karşı sükût ediyor, itiraz etmiyor. Demek bir cevaz-ı şer’î var ki, sükût ediliyor?"

Elcevab: Bu kıyasın o kadar zahir bir farkı var ki, hiçbir cihette onlara kıyas etmek ve onları taklid etmek zîşuurun kârı değildir. Çünki ecnebi diyarına, lisan-ı şeriatta "Dâr-ı Harb" denilir. Dâr-ı Harbde çok şeylere cevaz olabilir ki, "Diyar-ı İslâm"da mesağ olamaz.

Hem Firengistan diyarı, Hristiyan şevketi dairesidir. Istılahat-ı şer’iyenin maânîsini ve kelimat-ı mukaddesenin mefahimini lisan-ı hal ile telkin edecek ve ihsas edecek bir muhit olmadığından; bilmecburiye kudsî maânî, mukaddes elfaza tercih edilmiş; maânî için elfaz terkedilmiş, ehvenüşşer ihtiyar edilmiş. Diyar-ı İslâmda ise; muhit, o kelimat-ı mukaddesenin meal-i icmalîsini ehl-i İslâma lisan-ı hal ile ders veriyor. An’ane-i İslâmiye ve İslâmî tarih ve umum şeair-i İslâmiye ve umum erkân-ı İslâmiyete ait muhaverat-ı ehl-i İslâm, o kelimat-ı mukaddesenin mücmel meallerini, mütemadiyen ehl-i imana telkin ediyorlar. Hattâ şu memleketin maabid ve medaris-i diniyesinden başka makberistanın mezar taşları dahi, birer telkin edici, birer muallim hükmündedir ki; o maânî-i mukaddeseyi, ehl-i imana ihtar ediyorlar. Acaba kendine müslüman diyen bir adam, dünyanın bir menfaati için, bir günde elli kelime Firengî lügatından taallüm ettiği halde; elli senede ve her günde elli defa tekrar ettiği Sübhanallah ve Elhamdülillah ve Lâ ilahe İllallah ve Allahü Ekber gibi mukaddes kelimeleri öğrenmezse, elli defa hayvandan daha aşağı düşmez mi? Böyle hayvanlar için, bu kelimat-ı mukaddese tercüme ve tahrif edilmez ve tehcir edilmezler! Onları tehcir ve tağyir etmek, bütün mezar taşlarını hakketmektir; bu tahkire karşı titreyen mezaristandaki ehl-i kuburu aleyhlerine döndürmektir.

Ehl-i ilhada kapılan ülema-üs sû’, milleti aldatmak için diyorlar ki: İmam-ı A’zam, sair imamlara muhalif olarak demiş ki: "İhtiyaç olsa, diyar-ı baîdede, Arabî hiç bilmeyenlere, ihtiyaç derecesine göre; Fatiha yerine Farisî tercümesi cevazı var." Öyle ise, biz de muhtacız, Türkçe okuyabiliriz?

Elcevab: İmam-ı A’zam’ın bu fetvasına karşı, başta a’zamî imamların en mühimleri ve sair oniki eimme-i müçtehidîn, o fetvanın aksine fetva veriyorlar. Âlem-i İslâmın cadde-i kübrası, o umum eimmenin caddesidir. Mu’zam-ı Ümmet, cadde-i kübrada gidebilir. Başka hususî ve dar caddeye sevkedenler, idlâl ediyorlar. İmam-ı A’zam’ın fetvası, beş cihette hususîdir:

Birincisi: Merkez-i İslâmiyetten uzak diyar-ı âherde bulunanlara aittir.

İkincisi: İhtiyac-ı hakikîye binaendir.

Üçüncüsü: Bir rivayette, lisan-ı ehl-i Cennet’ten sayılan Farisî lisanıyla tercümeye mahsustur.

Dördüncüsü: Fatiha’ya mahsus olarak cevaz verilmiş, tâ Fatiha’yı bilmeyen namazı terketmesin.

Beşincisi: Kuvvet-i imandan gelen bir hamiyet-i İslâmiye ile, maânî-i mukaddesenin, avamın tefehhümüne medar olmak için cevaz gösterilmiş. Halbuki za’f-ı imandan gelen ve menfî fikr-i milliyetten çıkan ve lisan-ı Arabîye karşı nefret ve za’f-ı imandan tevellüd eden meyl-i tahrib saikasıyla tercüme edip Arabî aslını terketmek, dini terk ettirmektir!

İkinci İşaret: Şeair-i İslâmiyeyi tağyir eden ehl-i bid’a, evvelâ ülema-üs sû’dan fetva istediler. Sâbıkan beş vecihle hususî olduğunu gösterdiğimiz fetvayı gösterdiler. Sâniyen: Ehl-i bid’a, ecnebi inkılabcılarından böyle meş’um bir fikir aldılar ki: Avrupa, Katolik Mezhebini beğenmeyerek başta ihtilalciler, inkılabcılar ve feylesoflar olarak, Katolik Mezhebine göre ehl-i bid’a ve Mu’tezile telakki edilen Protestanlık Mezhebini iltizam edip, Fransızların İhtilal-i Kebirinden istifade ederek, Katolik Mezhebini kısmen tahrib edip, Protestanlığı ilân ettiler.

İşte körükörüne taklidciliğe alışan buradaki hamiyet-füruşlar diyorlar ki: "Madem Hristiyan dininde böyle bir inkılab oldu; bidayette inkılabcılara mürted denildi, sonra Hristiyan olarak yine kabul edildi. Öyle ise, İslâmiyette de böyle dinî bir inkılab olabilir?"

Elcevab: Bu kıyasın, Birinci İşaret’teki kıyastan daha ziyade farkı zahirdir. Çünki Din-i İsevî’de yalnız esasat-ı diniye Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dan alındı. Hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şer’iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sair rüesa-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi. Kısm-ı a’zamı, kütüb-ü sâbıka-i mukaddeseden alındı. Hazret-i İsa Aleyhisselâm, dünyaca hâkim ve sultan olmadığından ve kavanin-i umumiye-i içtimaiyeye merci’ olmadığından; esasat-ı diniyesi, hariçten bir libas giydirilmiş gibi, şeriat-ı Hristiyaniye namına örfî kanunlar, medenî düsturlar alınmış, başka bir suret verilmiş. Bu suret tebdil edilse, o libas değiştirilse, yine Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın esas dini bâki kalabilir. Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı inkâr ve tekzib çıkmaz. Halbuki din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm iki cihanın sultanı, şark ve garb ve Endülüs ve Hind, birer taht-ı saltanatı olduğundan; Din-i İslâm’ın esasatını bizzât kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz’î âdâbını dahi bizzât o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor. Demek füruat-ı İslâmiye, değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki; onlar tebdil edilse, esas-ı din bâki kalabilsin. Belki esas-ı dine bir ceseddir, lâakal bir cilddir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş; kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya sahib-i şeriatı inkâr ve tekzib etmek çıkar.” Mektubat (435)

Bu bahis sadeleştirme işini yapanların vaziyetlerini net bir şekilde ortaya koyuyor. Zaman geçse, şahıslar değişse de hadiseler, problemler değişmiyor. Risale-i Nurlarda esas itibarıyla son şeklini alan ahirzaman olayları demek başka isim ve suret altında kıyamete kadar tekerrür edecek.

Dikkat çeken bir husus şudur ki, ekseriya Risale-i Nurun mesleği kavl-i leyyin iken bu konuda Hazret-i Üstad sert ifadeler kullanıyor. Demek makam-ı ifham öyle gerektiriyor. Bu işi yapanlardan aklı başında olanların belki intibahına sebeb olunur.

Bu bahiste takbih edilenlerle şimdi Risaleleri tahrif edenlerin ortak noktalarına baktığımızda şöyle benzerlikler görülmektedir.

O zamanın bid’atkarları demiş:

Ecnebilerden imana gelenler; memleketlerinde ezan ve kamet gibi çok şeyleri kendi lisanlarına tercüme ediyorlar, yapıyorlar.

Bunlarda diyor: “Biz bunları İslamiyeti yeni tanıyan, nurlarla yeni tanışanlar için yapıyoruz.”

O zamanın ülema-üs su’ demiş:

"İhtiyaç olsa, diyar-ı baîdede, Arabî hiç bilmeyenlere, ihtiyaç derecesine göre; Fatiha yerine Farisî tercümesi cevazı var." Öyle ise, biz de muhtacız, Türkçe okuyabiliriz?”

Bunlar da diyor: Risaleler her dile tercüme edildi. Onlar kendi dillerinde rahatça anlıyolar. Biz anlayamıyoruz.”

O zamanın bid’atkarları demiş:

"Madem Hristiyan dininde böyle bir inkılab oldu; bidayette inkılabcılara mürted denildi, sonra Hristiyan olarak yine kabul edildi. Öyle ise, İslâmiyette de böyle dinî bir inkılab olabilir?"

Bunlar da diyor: “Bu meselede Nur Talebelerinin ve ağabeylerinin yek vücud karşı çıkmalarına bakmayın. Onlar daha önceleri de Risalelerin içine ve metinlerin yanına veya altına meal, sözlük bilgi v.s. konulmasına karşı çıktılar sonradan kabullendiler. Bu bizim tasarrufumuzu da hazmederler ve kabullenirler” diyorlar.

Daha çok noktalar var. Şimdilik bu kadar yeter. Arife bir işaret kafidir.

Not: Biz Üstadımızın hayatında iken yapılanların dışında yapılan; her türlü tasarruflara karşı olduğumuzu bir kere daha duyuruyoruz.

Elhasıl: Nasılki Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam dinin hem esasatını, hem de füruatını, hem adabını hülasa herşeyini bizzat emir veriyor. Aynen öylede Üstadımız hayatında iken risalelerin yeni yazıyla baskısını bizzat yaptırmış tashih etmiş neşrettirmiştir. 1957-1960 yeni yazı baskıları orjinalleri elimizde mahfuzdur. Allahın izniyle kıyamete kadar da mahfuz kalacaktır.

Risale-i Nur’un âlim, kahraman ve edip talebelerinden Milas’lı Halil İbrahim (r.h.) ağabeyin mektubuyla bahsimize son veriyoruz.

“Risale-i Nur Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın taht-ı tasarrufunda olduğundan, ona uzanan, ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur.” (Emirdağ Lahikası-1 sh: 99)

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …