Bediüzzaman Hazretleri 1948-1950 Afyon Hapishanesinde yargılanır iken eserleri de yargılanmakta idi. Mahkeme, eserleri bilirkişiye göndermiş ve bu bilirkişiler de bir kısım İlahiyatçılardan teşekkül etmişti. İşte şimdiki bazı İlahiyatçıların anlayamadıkları veya İslam dünyasında ehl-i sünnet vel cemaatin dışındaki gurupların da kabul etmedikleri bazı hakikatları şimdi de kabul etmeyen muterizler vardı.
Risale-i Nurlarda iman hakikatlarının izah ve isbatının yanında bazı müteşabih hadislerin tevilleri de yapılmıştır. Bazı yoruma açık rivayetlere yorum ve anlam yüklenmiştir. İşte Bediüzzaman Hazretleri bu konuları tenkid mevzuu yapanlara karşı şöyle demiştir:
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ”
Diyanet Riyasetindeki ehl-i vukufa bir teşekkürname ve tedkiklerindeki cüz’î ve cevabı zahir ve verilmiş tenkidlerine tashihle yardım etmek için üç noktayı beyan edeceğim.]
Birincisi: Üç cihetle o âlimlere teşekkür ederim. Şahsım itibariyle minnettarım.
Birincisi: Siracünnur mecmuasının Beşinci Şua’dan başka onüç parçasını takdirkârane hülâsa etmeleridir.
İkincisi: Medar-ı ittihamımız olan, tarîkatçılık ve cem’iyetçilik ve emniyeti ihlâl bahanelerini reddetmeleridir.
Üçüncüsü: Benim mahkemedeki davamı tasdikleridir. Yani, mahkemeye dedim: Kusur varsa bütün o kusur benimdir. Nur talebeleri hâlis ve masum olup, imanları için Nurlara çalışmışlar. İşte o ehl-i vukuf dahi Nurcuları kurtarıyorlar. Bütün kusuru bana veriyorlar. Ben de onlara, Allah sizden razı olsun derim. Yalnız merhum Hasan Feyzi ve merhum Hâfız Ali’yi ve o iki mübarek şehidin sisteminde ve vârislerinden iki-üç zâtı benim suçuma şerik etmişler. Fakat bir cihette sehvetmişler. Çünki o zâtlar, kusurda değil belki hizmet-i imaniyede benden ileri ve benim hatalarımdan müberra olarak, za’fiyetime merhameten inayet-i İlahiye tarafından bana yardımcı verilmişler.
İkinci Nokta: O ehl-i vukuf, Beşinci Şua’daki rivayetlerin bir kısmına zaîf ve bir kısmına mevzu’ demişler ve tevillerinin bir kısmına yanlış demişler ki; bu Afyon’da aleyhimizde iddianame o tarzda yazılmış ve onbeş sahifede seksenbir yanlış yaptığını bir cedvelde isbat etmişiz. Muhterem ehl-i vukuf o cedveli görsünler. Bir tek nümunesi şudur:
İddiacı demiş: Bütün tevilleri yanlıştır ve o rivayetler, ya mevzu’ veya zaîftir.
Biz dahi deriz: Tevil demek, yani bu mana bu hadîsten murad olmak mümkündür, muhtemeldir demektir. Mantıkça o mananın imkânını reddetmek ise, muhaliyetini isbat etmek ile olur. Halbuki o mana göz ile göründüğü ve tahakkuk ettiği gibi, hadîsin mana-yı işarî tabakasının külliyetinde bir ferd olması bilmüşahede mu’cizane bir lem’a-yı ihbar-ı gaybîyi, bu asrın gözüne gösterdiğinden, hiç bir cihetle kabil-i inkâr ve itiraz olamaz. Hem o “bütün rivayetler, mevzudur veya zaîftir” iddiacının demesi üç vecihle yanlış olduğu, cedvelde isbat edilmiş.
Birisi: Bir milyon hadîsi hıfzına alan İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel ve beşyüz bin hadîsi hıfzeden İmam-ı Buharî’nin cesaret edemedikleri ve o nefyin isbatı kabil olmadığı ve bütün hadîs kitablarını görmediği ve ümmetin ekseriyeti her asırda o rivayetlerin manalarının zuhurlarını veya o küllînin bir ferdini görmesini bekledikleri ve ümmetçe telakki-i bilkabul derecesine yakınlaşmış ve ayn-ı hakikat bazı nümune ve ferdleri meydana çıkıp görüldüğü halde, o rivayetleri külliyetle inkâr etmek on cihetle hatadır.
İkinci Vecih: Mevzu’dur manası; bu rivayet an’aneli, senedli hadîs değil demektir. Yoksa manası yanlıştır demek değildir. Madem ümmette, hususan ehl-i hakikat ve keşf ve bir kısım ehl-i hadîs ve ehl-i içtihad kabul edip manalarının vuku’larını beklemişler. Elbette o rivayetlerin durub-u emsal gibi umuma bakan hakikatları vardır.
Üçüncü Vecih: Hangi mes’ele veya rivayet var ki; meşrebleri, mezhebleri muhtelif âlimlerin bir kitabında ona itiraz edilmesin. Meselâ: İslâm içinde birkaç deccal geleceğine dair rivayetlerden birisi bu hadîs-i şerif, sarih bir surette Cengiz ve Hülâgu fitnesinden haber verir.
لَنْ تَزَالَ الْخِلاَفَةُ فِى وِلْدِ عَمِّى صِنْوِ اَبِى الْعَبَّاسِ حَتَّى يُسَلِّمُهَا اِلَى الدَّجَّالِ
Yani “Uzun zaman hilafet-i Abbasiye devam edecek, sonra o saltanat deccal eline geçecek” diye beşyüz seneden sonra İslâm içine bir deccal gelecek, o hilafeti bozacak gibi ki; eşhas-ı âhirzamandan çok rivayetler haber verdikleri halde, mezhebi ayrı veya fikri müfrit bir kısım ehl-i içtihad kabul etmemişler, mevzu veya zaîftir demişler.
Her ne ise.. şimdi bu uzun kıssayı kısa kesmeme sebeb, Risale-i Nur ile alâkadar ve Nurlara hücumun aynı zamanında zeminin hiddetini gösteren dört büyük zelzelenin tevafuku gibi bu cevabı yazdığım aynı saatte burada iki şiddetli zelzele vuku buldu. Şöyle ki:
Akşamda elime verilen ehl-i vukufun raporundaki ameliyat-ı cerrahiyenin yaralarından elîm bir teessür ve temassızlıktan hazîn bir zahmetle kendim perişan kalemimle yazmaktan teellüm hissederken, iki zelzelenin tevafukudur. Evet sekiz ay tecrid ve sıkıntılar içinde en ziyade güvendiğim ve raporlarıyla imdadıma yetişmelerini beklediğim Diyanet Riyaseti dairesinden gelen raporu akşamdan aldım. Bu sabah bildim ki; pek ehemmiyetsiz şeylerle imdadıma değil, belki iddiacıya yardım ederek: “Geçen dört zelzeleler Nur’un kerametlerindendir, Said demiş.” dediklerini gördüm. Cedvelde yazdığım gibi: Nurlar, sadaka-i makbule misillü belaların def’ine bir vesiledir, ne vakit Nurlara hücum edilse, musibetler fırsat bulup gelirler ve bazan da zemin hiddet eder, diye yazmağa niyet ederken burada iki şiddetli zelzele (Haşiye: Bu iki zelzele 18.9.1948 tarihine müsadif, cum’a günü kuşluk vakti olmuştur. Afyon hapsinde Risale-i Nur talebeleri namına Halil, Mustafa, Mehmed Feyzi, Hüsrev) beni o bahsi yazmaktan vazgeçirdi. Onu bırakıp üçüncü noktaya geçiyorum.
Üçüncü Nokta: Ey müdakkik ve hakikatlı ve insaflı ehl-i vukuf âlimlerimiz! Eskiden beri ehl-i ilim mabeyninde bir makbul âdet-i müstemirreye binaen yeni te’lif edilen güzel kitabların âhirlerinde başkaların o kitaba medhiyeleri ve takrizleri ve mübalağane ve bazan müfritane senaları yazılıp neşredildiği ve müellif kemal-i memnuniyetle o takrizcilere minnettar olduğu ve rakibleri dahi onu hodfüruşlukla ittiham etmedikleri halde, Nur’un bir kısım has ve hâlis şakirdlerinin ve merhum Hasan Feyzi ve şehid Hâfız Ali tarzında yazdıkları takrizleriyle aleyhime şiddetli hücum eden pekçok insafsız muarızlara karşı aczime, za’fıma, garibliğime, kimsesizliğime yardım ve Nurlara muhtaçları teşvik fikriyle olan medhiyelerini bütün bütün reddetmediğimi ve şahsıma ait kısmını Nurlara çevirdiğimi bir hodfüruşluk telakki etmenizi kemal-i dikkatinize ve tahkikî ilminize ve şefkatkârane muavenetinize ve insafınıza yakıştıramadığımdan müteessir oldum. Ve o medhiyeleri yazan sâfi arkadaşlarımın hiç siyaseti düşünmeyerek riyazî bir hesabla:
“Mana-yı işarî külliyetinin bir mâsadakı ve cüz’î bir ferdi bu zamanda Risale-i Nur’dur.” demelerine hata denilmez.
Çünki, zaman tasdik ediyor. Haydi çok mübalağa veya hata dahi olsa, ilmî bir hatadır. Herkes kendi kanaatını yazabilir. Acaba Şeriatta oniki mezheb; hususan Hanefî, Mâlikî, Şafiî, Hanbelî Mezheblerinde ve yetmişe yakın ilm-i kelâm ve usûl-üd din dairesindeki allâmelerin fırkalarında ne kadar ayrı ayrı kanaatlar ve fikirler kitablara yazılmış bilirsiniz. Halbuki bu zaman kadar, hiç bir zaman, din âlimlerinin ittifakına ve münakaşa etmemesine muhtaç olmamış. Şimdilik teferruattaki ihtilafı bırakmağa ve medar-ı münakaşa etmemeğe mecburuz.” (Şualar sh: 400)
Hazret-i Üstadın bahsettiği mesele ki, bazı ilahiyatçıların: “Bütün tevilleri yanlıştır ve o rivayetler, ya mevzu’ veya zaîftir.” demeleri ve bugün dahi aynı hataya düşmelerine artık yeter diyoruz. Üstad o zaman o hataya karşı detaylı cetvel halinde cevaplar vermiş ve bugüne kadar hiç bir hoca ilmi, karşı bir cevap verememiştir. Bugün dahi tenkid edenler yine o zamanki tenkidlere sarılmışlar verilen cevapları görmezden gelmişlerdir. Halbuki Risale-i Nur’un alim talebeleri bütün o rivayetlerin kaynaklarını hadis kitablarından delillerle göstermişlerdir. Mesela, “Risale-i Nur’un Kudsi Kaynakları” ve “Risale-i Nurlarda Geçen Ayet ve Hadislerin Mealleri ve Me’hazleri” isimli kitablarda ve daha bir çok kitaplarda bütün kaynaklar gösterilmiştir.
Hususan İslam Deccalıyla alakalı kaynaklar daha başka rivayetlerle isbat edilmiştir. Üstad Hazretleri de o zaman hocalara “Cengiz ve Hülagu” nun İslam Deccalı olduğuna işaret eden hadis ki, İslam kaynaklarından “Kenz-ul Ummal” da bulunan sahih Deccal hadisini göstermiştir.
Ayrıca İslam aleminde kıyamete kadar üç deccal geleceğini ki, birincisi: Cengiz-Hülagu deccal fitnesidir. İslam’a darbesini “Abbasi Hilafet Devletini” yıkarak vurmuştur. İkinci olarak gelen deccal ise: “Osmanlı Hilafet Devletini” yıkarak İslama darbe vurmaya çalışmıştır. Üstad Hazretlerinin bir talebesine ifade ettiği ki, (kendisiyle hemzaman olan deccal için) “Bu Deccal’in ekser tahribatı Risale-i Nurlarla tamir edilecek. Fakat en son bir deccal daha gelecektir ki manevi tahribatı tamir edilemeyecektir. Kıyametin kopmasına sebebiyet verecektir. Yani mehdisiz deccaldir. Çünkü son Mehdi Risale-i Nurdur.
Fakat Osmanlı Hilafet Devletini yıkan ve yerine gelen ve İslama darbesi çok daha tesirli olan deccalin mahiyeti farklıdır. Hem siyasi hem sosyal İslam aleyhine çok darbeler vurmuştur. Hatta kıyametin kopmasına sebebiyet verecek olan ve Risale-i Nurların vesile olduğu iman kurtarma hizmetinin meydana getirdiği geniş daire dahi nur dairesi olacak hakikatından sonra bu İslam deccalının avenesi olan Halkçılık içinden son deccal zuhur edecektir.
İşte Risale-i Nurlardaki hakikatlar hakkında ulu-orta konuşanların dikkat etmesi gereken konu budur. Risale-i Nurları tenkidiniz İslamın düşmanı Deccaliyetin hesabına geçtiğini düşününüz. Bu noktalardan deccalın safında yer almaktan çekininiz.