LAİKLİĞİN REDDİ VE KABUL EDİLMEMESİ ARASINDAKİ FARK
Osmanlı sonrası yeni devrede, devletin dini din-i İslam olmaktan 1928 de çıkarılmış, fiilen laiklik tatbik edilmesine rağmen resmen anayasaya konulmamıştı. Evvela, 1931 Halk Partisi kongresinde parti proğramı olarak kabul edilmiş, daha sonra 1937 de resmen anayasaya girmiş ve anayasanın değiştirilmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesi haline getirilmişti.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Meyve Risalesi Onbirinci Meselesine bir tetimme olarak yazdığı kısımda laiklikle alâkalı der ki:
“Evet evvelâ: Başta لاَ اِكْرَاهَ فِى الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üçyüz elli (1350) tarihine parmak basar ve mana-yı işarî ile der:
Gerçi o tarihte, dini dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükûmetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükûmet lâik cumhuriyete döner.
Fakat ona mukabil manevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıncıyla olacak. Çünki dindeki rüşd ü irşad ve hak ve hakikatı gözlere gösterecek derecede kuvvetli bürhanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur’an’dan çıkacak diye haber verip, bir lem’a-i i’caz gösterir.” Şualar (271)
Yani dine vaki tecavüzlerde, mücahede o zamana kadar silahla yapılırken, 1350 den sonra yani 1931-1934 den sonra dine yapılan hücumlara karşı mukabele, artık manevi cihad-ı diniye ile olacaktır. Bu tarihler Türkiyede laikliğin fiilen kabulüdür ve ona mukabil telif edilen Risale-i Nurların ve Nur talebelerinin ortada görünmeye başladığı tarihlerdir. 1926 dan itibaren telif edilmeye başlanan Risale-i Nurlar ortaya o zamanlardan sonra çıkmış ve mazlumiyet, hapisler, tarassutlar altında olmasına rağmen, müsbet hizmet-i diniye tarzından inhiraf edilmeden hizmetlere devam edilmiştir.
Bediüzzaman Hazretlerinin ve Nur Talebelerinin bu tavrı, farklı meslek ve meşrep ehli olan ehl-i imana da sirayet etmiş ve bunca zulümlere rağmen, birkaç neticesiz olaylar dışında hadise olmamıştır.
Fakat bu müsbet iman hizmet anlayışı, laikliğe karşı olunmadığından değildir. Nitekim Hz.Üstad mezkur manayı “Fakat ona mukabil” diyerek karşı olduğunu açıkça beyan etmiştir. Ayrıca daha net olarak Hazret-i Üstad bunu şöyle ifade etmiştir:
“Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risale-i Nur izin veriyor. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır.” Kastamonu Lahikası (265)
Yani bu ince çizgiyi korumak gerekir. Rejimi yani laikliği reddetmemek; kabul ediyorum, “karşı değilim” anlamı taşımıyor. Mü’min kimseler için dikkat edilmesi gereken bir meseledir.