PEYGAMBERİMİZİN (A.S.M.) MANEVÎ ŞAHSİYETİ
“Şu kâinatın Hâlikı, her nev’de bir ferd-i mümtaz ve mükemmel ve cami’ halkedip, o nev’in medar-ı fahri ve kemali yapar. Elbette esmasındaki İsm-i A’zam tecellisiyle, bütün kâinata nisbeten mümtaz ve mükemmel bir ferdi halkedecek. Esmasında bir İsm-i A’zam olduğu gibi, masnuatında da bir ferd-i ekmel bulunacak ve kâinata münteşir kemalatı o ferdde cem’edip, kendine medar-ı nazar edecek.
O ferd her halde zihayattan olacaktır. Çünki enva’-ı kâinatın en mükemmeli zihayattır. Ve her halde zihayat içinde o ferd, zişuurdan olacaktır. Çünki zihayatın enva’ı içinde en mükemmeli zişuurdur. Ve herhalde o ferd-i ferid, insandan olacaktır. Çünki zişuur içinde hadsiz terakkiyata müstaid, insandır.
Ve insanlar içinde her halde o ferd, Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm olacaktır. Cünki zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar hiç bir tarih, onun gibi bir ferdi gösteremiyor ve gösteremez.
Zira O zat; Küre-i Arz’ın yarısını ve nev-i beşerin beşten birisini saltanat-ı manevîsi altına alarak, binüçyüz elli sene kemal-i haşmetle saltanat-ı manevîsini devam ettirip bütün ehl-i kemale, bütün enva-ı hakaikte bir üstad-ı küll hükmüne geçmiş. Dost ve düşmanın ittifakıyla ahlâk-ı hasenenin en yüksek derecesine sahib olmuş.
Bidayet-i emrinde tek başıyla bütün dünyaya meydan okumuş. Her dakikada yüz milyondan ziyade insanların vird-i zebanı olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı göstermiş bir zat, elbette o ferd-i mümtazdır, ondan başkası olamaz. Bu âlemin hem çekirdeği hem meyvesi Odur.”(Mektubat sh: 307)
NÜBÜVVETİN LÜZUMU
“Şu kâinatın Sahib ve Mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor. Ve her tarafı görerek tedvir ediyor. Ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek tedvir ediyor.
Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Madem konuşacak, elbette zişuur ve zifikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zifikirle konuşacak; elbette zişuurun içinde en cem’iyetli ve şuuru küllî olan insan nev’i ile konuşacaktır. Madem insan nev’i ile konuşacak, elbette insanlar içinde kabil-i hitab ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvi ve nev’-i beşere mukteda olacak olanlarla konuşacaktır.
Elbette, dost ve düşmanın ittifakı ile, en yüksek isti’datta ve en âlî ahlâkta ve nev’-i beşerin humsu O’na iktida etmiş ve nısf-ı arz O’nun hükm-ü manevîsi altına girmiş ve istikbal O’nun getirdiği nurun ziyası ile bin üçyüz sene ışıklanmış ve beşerin nurani kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa O’nunla tecdid-i biat edip, O’na dua-i rahmet ve saadet edip, O’na medh ve muhabbet etmiş olan Muhammed (A.S.M.) ile konuşacak ve konuşmuş ve resul yapacak ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.” (Mektubat sh:89)
ALLAHA İMAN PEYGAMBERİMİZE İNANMAYI GEREKTİRİR
Keza “İsm-i Hakem ve Hakîm, bedahet derecesinde Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın risaletine delalet ve istilzam ediyor denilebilir. Evet madem gayet manidar bir kitab, onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemal, kendini görecek ve gösterecek bir ayine iktiza eder. Ve gayet kemalde bir san’at, teşhirci bir dellal ister; elbette herbir harfinde yüzer manalar, hikmetler bulunan bu kitab-ı kebir-i kâinatın muhatabı olan nev’-i insan içinde elbette bir rehber-i ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak.
Ta ki, o kitabda bulunan kudsi ve hakiki hikmetleri ders verecek…
belki kâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek..
belki kâinatın hilkatindeki makasıd-ı Rabbaniyenin zuhuruna, belki husulüne vesile olacak…
ve umum kâinatta Hâlik tarafından gayet ehemmiyetle izharını irade ettiği kemal-i san’atını, cemal-i esmasını bildirecek, ayinedarlık edecek…
ve o Hâlik, bütün mevcudatla kendini sevdirmek ve zişuur mahluklarından mukabele istediğinden, o zişuurların namına birisi o geniş tezahürat-ı rububiyete karşı geniş bir ubudiyet ile mukabele edip, berr ve bahri cezbeye getirecek, Semavat ve Arzı çınlatacak bir velvele-i teşhir ve takdis ile, o zişuurların nazarını, o san’atların Saniine çevirecek…
ve kudsi dersler ve talimatla bütün ehl-i aklın kulaklarını kendine çevirecek bir Kur’an-ı Azimüşşan’la, o Sani-i Hakem-i Hakîm’in makasıd-ı İlahiyesini en güzel bir surette gösterecek.
ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve tezahürat-ı cemaliye ve celaliyesine karşı en ekmel bir mukabele edecek bir zat, Güneşin vücudu gibi kâinata lâzımdır, zaruridir.
Ve öyle eden ve en ekmel bir surette o vazifeleri yapan, bilmüşahede Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’dır. Öyle ise; Güneş ziyayı, ziya gündüzü istilzam ettiği derecede; kâinattaki hikmetler, Risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) istilzam eder.
Evet nasılki İsm-i Hakem ve Hakîm’in cilve-i azamı ile, azamî derecede Risalet-i Ahmediyeyi iktiza ediyor; öyle de: Esma-i Hüsnadan Allah, Rahman, Rahim, Vedud, Mün’im, Kerim, Cemil, Rab gibi çok isimlerin herbiri, kâinatta görünen bir cilve-i azamla, azamî derecede ve mertebe-i kat’iyette Risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) istilzam ederler.
Meselâ: İsm-i Rahman’ın cilvesi olan rahmet-i vâsia, o Rahmetenlil’âlemîn ile tezahür eder. Ve İsm-i Vedud’un cilvesi olan tahabbüb-ü İlahî ve taarrüf-ü Rabanî, o Habib-i Rabb-ül Âlemîn ile netice verir, mukabele görür.
Ve İsm-i Cemil’in bir cilvesi olan bütün cemaller, yani cemal-i zat, cemal-i esma, cemal-i san’at, cemal-i masnuat dahi, o ayine-i Ahmediyede görülür, gösterilir. Ve Haşmet-i rububiyet ve saltanat-ı uluhiyetin cilveleri dahi, o dellal-ı saltanat-ı rububiyet olan Zat-ı Ahmediyenin risaletiyle bilinir, görünür, anlaşılır, tasdik edilir. Ve hakeza…
Bu misaller gibi ekser esma-i hüsnanın herbirisi Risalet-i Ahmediyeye birer parlak bürhandır.” (Lem’alar sh: 3l6)
Keza “maddiyat âlemi Cenab-ı Hakk’ın envar-ı ni’metini cezbetmek için hakiki bir ihtiyaç ile şemse muhtaç olduğu gibi, âlem-i maneviyat dahi rahmet-i ilahiyenin ziyalarını almak için şems-i Nübüvvete, muhtaçtır. Binaenaleyh Resul-i Ekremin (ASM) nübüvveti şemsin kat’iyet ve vuzuhu derecesinde kat’i ve vâzıhtır.” (Mesnevi-i Nuriye sh: l39)
Kemalat-ı Muhammediye (A.S.M.): Kur’anda Zat-ı Zülcelal (c.c.) demiş: (68:4) وَاِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ Bütün ümmet, hatta düşmanları da dahil olduğu halde icma etmişler ki, bütün ahlâk-ı haseneye cami’dir. Nübüvvetten evvel ondaki ahlâk-ı hamidenin kemaline tercüman olan Muhammed-ül Emin ünvanıyla iştihar etmiştir. Hazret-i Aişe (R.A.) her vakit derdi. خُلُقُهُ الْقُرْآنُ Demek Kur’anın tazammun ettiği bütün ahlâk-ı haseneye cami idi. İşte o Zat-ı Kerim’de icma-ı ümmetle tevatür-ü manevi-i kat’i ile sabittir ki:
- İnsanların sîreten, sureten
- en cemili
- ve en halîmi
- ve en sâbiri
- ve en şâkiri
- ve en zâhidi
- ve en mütevazii
- ve en afifi
- ve en cevadı
- ve en kerimi
- ve en rahîmi
- ve en âdili,
herkesten ziyade mürüvvet, vakar, afv, sıhhat-i fehim, şefkat gibi ne kadar secaya-yı âliye varsa en mükemmel bir fihriste-i nuranisidir. Bunların içindeki nokta-i i’caz şudur ki: Ahlâk-ı hasene çendan birbirine mübayin değil. Fakat derece-i kemalde birbirine müzahame eder. Biri galebe çalsa öteki zayıflaşır.
Meselâ:
- Kemal-i hilm ile kemal-i şecaat,
- hem kemal-i tevazu ile kemal-i şehamet,
- hem kemal-i adaletle kemal-i merhamet ve mürüvvet,
- hem tam iktisad ve itidal ile tamam-ı kerem ve sahavet,
- hem gayet vakar ile nihayet haya,
- hem gayet şefkat ile nihayet elbuğzu fillah,
- hem gayet afv ile nihayet izzet-i nefs,
hem gayet tevekkül ile nihayet içtihad gibi mecami-i ahlâk-ı mütezahime birden derece-i âliyede bir zatta içtimaı, müzayakasız inkişafları, mu’cizelerin mu’cizesidir.” (Asar-ı Bediyye sh: 70)
“Ben bu ihtiyarlığım ve perişaniyetim içinde, Zât-ı Muhammediye’nin (A.S.M.) getirdiği erzak-ı maneviyenin milyondan birisini hissettim. Elimden gelse idi, milyonlar lisanla salavatlarla ona teşekkür edecektim. Şöyle ki:
Ben firaktan, zevalden çok inciniyorum. Halbuki sevdiğim dünya ve dünyevîler, müfarakatla beni bırakıp gidiyorlar. Ben de gideceğimi biliyorum. Bu pek elîm ve canhıraş me’yusiyete karşı, birden saadet-i ebediye ve hayat-ı bâkiye müjdesini Zât-ı Ahmediye’den (A.S.M.) işitmekle kurtuluyorum ve tam teselli buluyorum. Hattâ teşehhüdde اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَبَرَكَاتُهُ dediğimde ona hem biat, hem memuriyetine teslim ve itaat, hem vazifesini tebrik, hem bir nevi teşekkür ve saadet-i ebediye müjdesine bir mukabeledir ki; Müslümanlar her gün beş defa bu selâmı yaparlar.”
“Eşhedü Enne Muhammederresulullah” olan davayı isbat ve tahakkukunu ve kıymetini ve ehemmiyetini ilân etmiş ki; her gün beş defa âlem-i İslâm, yüzer milyon lisanlar ile teşehhüdde o davayı kâinata ilân ettiği gibi; o davanın esası olan hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.), kâinatın çekirdek-i aslîsi, bir sebeb-i hilkati ve en mükemmel meyvesi olduğunu milyarlar ehl-i iman tereddüdsüz tasdik ederek kabul etmişler.
Ve bu kâinatın sahibi (Celle Celalühü) o şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) saltanat-ı rububiyetine bir yüksek dellâlı ve kâinat tılsımının ve hilkat muammasının bir doğru keşşafı ve lütf u rahmetinin bir parlak misali ve şefkat ve muhabbetinin bir belig lisanı ve âlem-i bâkideki hayat-ı daime ve saadet-i ebediyenin en kuvvetli müjdecisi ve elçilerinin en son ve büyüğü bir resul eylemiş.” (Ş:632)
***