Hazret-i Üstad’ın ölüm hakikatına karşı, imanın kıymetini gösteren gayr-ı münteşir bir mektubudur..
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Denizli makinesi şimdilik işlemediğinde bir hayır var. Hem birden üç makinenin, üç mühim merkezde faaliyetleri … sırrına göre maslahat değildir. Hem Isparta, İnebolu gibi, Denizli şakirdleri mübarek kalemleriyle çok iş görmediklerinden, onların kalemini Nur hizmetinde çalıştırmak için, muvakkaten makineleri işlemedi. Şimdilik Isparta ve İnebolu makinelerinin mahsûlü, muhtaç müştaklara teberrüke inâyet böyle tecelli ediyor.
Sâniyen: Gül Nur fabrikasının demirbaş kâtiblerinden Hüsrev ve Kâtib Osman’ın o civardaki Nur şakirdleri nâmına benim bu defaki şiddetli hastalığıma şiddetli teessürleri ve ölümden gelen iftiraktan teellümleri Nurcuların hesabına onlara teşekkür ve memnuniyetle beraber derim ki: Sizler gibi hakikî kardeşin pek fevkinde vârislerim ve vekillerim ve haleflerim bulunduğundan ben kemal-i sürur ve ferahla ecelimi bekliyorum, ölümü sevinçle karşılıyorum. Yalnız Zülfikar ve Asa-yı Musa gibi birkaç mecmua-i nuriyenin makine ile intişarına kadar bu dünyevî hayatında kalmamı, belki tashih gibi şeylerde de yardım ederim diye isterdim.
Bir küçücük hissiyatımı beyan ediyorum: Bu defa ölümü pek yakın zannettim. Hattâ sekerat tahmin eyledim. Birden çok sevdiğim kardeşlerimden ve Nur Risalelerinden dünyevî müfarakat beni müteessir etmeye başladı. Hem o Nurlar Mecmualarının intişarında her tarafta muhtaç insanların imanı bir sürur ve umumî teselli vermesinin bayramını göremeyeceğim diye derince bir hüzün hissettim. Hizb-i Nuriye’nin hülâsasını okudum.
Birden kalbime geldi: Nur’un güneş gibi hakikatı, hakkalyakîn derecesinde göstermiş ki:
Ölüm bizim için bir terhistir. Ve aynelyakîn hissettim ki; iman hem beni, hem bütün alâkadar olduğum dostlarımı ve kardeşlerimi ve hususî dünyamı, i’damdan ve ademden ve hiçlikten ve zulümattan kurtarıyor. Ve ilmelyakîn kat’iyen bildim ki:
Ölüm beni ahbabımdan ayırmıyor, belki yüzde doksandokuz ahbablarım bulunduğu güzel bir âleme götürüyor. Sonra buradaki ahbabım da ve müfarakatlarından müteellim olduğum dostlarım da oraya geleceklerinden, sonra dünyada kaldıkları müddetçe bana hasenat kazandıracaklar. Ben onları yine göreceğim ve sair dünyevî güzel manzaralarını ve beni alâkadar eden hayatımın levhalarını, âlem-i misal sinemasında temaşa edeceğim.
Hem izn-i Rahman ile bu dünyayı dahi berzahî bir göz ile daha ziyade seyredebilirim diye, sarsılmaz bir kanaat geldi. Ben de mümkün olsaydı hususî dünyamdaki bütün mevcudatın dilleriyle “Elhamdülillâhi alâ nimetil iman vel Kur’an” diyecektim. Hem onlar adedince, tasavvuran ve niyeten ve fikren “Elhamdülillah” dedim. Sonra o halde iken ehl-i dalaletin ölüm hengâmında ve ihtiyarlığındaki pek çok dehşetli elemlerini ve teessüflerini ve çok hazîn firak acılarını düşündüm.
İman ne derece zîşuur insanlara lüzumlu ve herşeyden ziyade zarurî ve her ihtiyacın fevkinde beşeriyete kat’î bir hâcet, bir madde-i hayat ve beşeriyet için bütün nimetlerin menbaı bir medar-ı saadet olduğunu, ilmelyakîn, belki aynelyakîn gördüm. Her ne ise.
Kardeşlerim beni çok merak etmeyiniz. Hastalığın tehlikesi geçti, hafifleşiyor. Yalnız dimağıma ve başıma tesiri var, çok uğultu veriyor, başım dönüyor. Fakat hadsiz şükür olsun ki; maddî, manevî vazifeme devam edebilirim, kendi kendimi idare edebilirim.
Umumunuza binler selâm. Duanızdan daima istifade eden kardeşiniz ve size müştak ve hizmetinizden gayet memnun ve minnettar.. Said Nursî
53/415 (Emirdağ Gayr-ı Münteşir sh: 47)
Hazret-i Üstad’ın ölüm hakikatına karşı, imanın kıymetini gösteren gay-ı münteşir bir mektubudur..
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Denizli makinesi şimdilik işlemediğinde bir hayır var. Hem birden üç makinenin, üç mühim merkezde faaliyetleri … sırrına göre maslahat değildir. Hem Isparta, İnebolu gibi, Denizli şakirdleri mübarek kalemleriyle çok iş görmediklerinden, onların kalemini Nur hizmetinde çalıştırmak için, muvakkaten makineleri işlemedi. Şimdilik Isparta ve İnebolu makinelerinin mahsûlü, muhtaç müştaklara teberrüke inâyet böyle tecelli ediyor.
Sâniyen: Gül Nur fabrikasının demirbaş kâtiblerinden Hüsrev ve Kâtib Osman’ın o civardaki Nur şakirdleri nâmına benim bu defaki şiddetli hastalığıma şiddetli teessürleri ve ölümden gelen iftiraktan teellümleri Nurcuların hesabına onlara teşekkür ve memnuniyetle beraber derim ki: Sizler gibi hakikî kardeşin pek fevkinde vârislerim ve vekillerim ve haleflerim bulunduğundan ben kemal-i sürur ve ferahla ecelimi bekliyorum, ölümü sevinçle karşılıyorum. Yalnız Zülfikar ve Asa-yı Musa gibi birkaç mecmua-i nuriyenin makine ile intişarına kadar bu dünyevî hayatında kalmamı, belki tashih gibi şeylerde de yardım ederim diye isterdim.
Bir küçücük hissiyatımı beyan ediyorum: Bu defa ölümü pek yakın zannettim. Hattâ sekerat tahmin eyledim. Birden çok sevdiğim kardeşlerimden ve Nur Risalelerinden dünyevî müfarakat beni müteessir etmeye başladı. Hem o Nurlar Mecmualarının intişarında her tarafta muhtaç insanların imanı bir sürur ve umumî teselli vermesinin bayramını göremeyeceğim diye derince bir hüzün hissettim. Hizb-i Nuriye’nin hülâsasını okudum.
Birden kalbime geldi: Nur’un güneş gibi hakikatı, hakkalyakîn derecesinde göstermiş ki:
Ölüm bizim için bir terhistir. Ve aynelyakîn hissettim ki; iman hem beni, hem bütün alâkadar olduğum dostlarımı ve kardeşlerimi ve hususî dünyamı, i’damdan ve ademden ve hiçlikten ve zulümattan kurtarıyor. Ve ilmelyakîn kat’iyen bildim ki:
Ölüm beni ahbabımdan ayırmıyor, belki yüzde doksandokuz ahbablarım bulunduğu güzel bir âleme götürüyor. Sonra buradaki ahbabım da ve müfarakatlarından müteellim olduğum dostlarım da oraya geleceklerinden, sonra dünyada kaldıkları müddetçe bana hasenat kazandıracaklar. Ben onları yine göreceğim ve sair dünyevî güzel manzaralarını ve beni alâkadar eden hayatımın levhalarını, âlem-i misal sinemasında temaşa edeceğim.
Hem izn-i Rahman ile bu dünyayı dahi berzahî bir göz ile daha ziyade seyredebilirim diye, sarsılmaz bir kanaat geldi. Ben de mümkün olsaydı hususî dünyamdaki bütün mevcudatın dilleriyle “Elhamdülillâhi alâ nimetil iman vel Kur’an” diyecektim. Hem onlar adedince, tasavvuran ve niyeten ve fikren “Elhamdülillah” dedim. Sonra o halde iken ehl-i dalaletin ölüm hengâmında ve ihtiyarlığındaki pek çok dehşetli elemlerini ve teessüflerini ve çok hazîn firak acılarını düşündüm.
İman ne derece zîşuur insanlara lüzumlu ve herşeyden ziyade zarurî ve her ihtiyacın fevkinde beşeriyete kat’î bir hâcet, bir madde-i hayat ve beşeriyet için bütün nimetlerin menbaı bir medar-ı saadet olduğunu, ilmelyakîn, belki aynelyakîn gördüm. Her ne ise.
Kardeşlerim beni çok merak etmeyiniz. Hastalığın tehlikesi geçti, hafifleşiyor. Yalnız dimağıma ve başıma tesiri var, çok uğultu veriyor, başım dönüyor. Fakat hadsiz şükür olsun ki; maddî, manevî vazifeme devam edebilirim, kendi kendimi idare edebilirim.
Umumunuza binler selâm. Duanızdan daima istifade eden kardeşiniz ve size müştak ve hizmetinizden gayet memnun ve minnettar.. Said Nursî
53/415 (Emirdağ Gayr-ı Münteşir sh: 47)