Müslümanlara Atılan İftiralar

Müslümanlara Atılan İftiralar Hakkında

DİNÎ VE ŞERİ’ HÜKÜMLER

Bu yazıda gıybet ve kazf iftirası hakkındaki dini hükümleri göstermekle, bu iftira yoluna sapan garazkâr müfsidlerin, bazı müslümanları aldatıp ifsad edememeleri için şeri’atın bu mevzuya bakan hükümlerini bilmek mecburiyeti vardır.

Çünkü böyle büyük hatalar ve ondan doğan karışıklıklar ve zararlar, çok kere şer’î bilginin noksanlığından doğuyor. Bu şer’î bilgiyi vermek için şeri’atın temel kitablarına dayanan “Hukuku İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusundan” bazı kısımları burada nakledilecektir.

Bu şer’î hüküm ve beyanlarda geçen bir kısım ilmi tabirlerin maksud mânâları parentez içinde gösteriliyor. Bu kesin ve nassî hükümleri, büyük şeri’at imamları Kur’an ve hadislerden aldıkları için bunlara teslimiyet şarttır. Aksi halde büyük manevî ve imanî mes’uliyetler getirir.

DİNDARLARIN ÜSTÜNE OYNANAN OYUNLAR

Önce bu mevzuda şunu bilmemiz gerekir ki, dine hizmet edenleri çürütüp halkın nazarından düşürmek, dinî hizmetlere ve dolayısiyle dine hücum etmek din düşmanlarının bir planıdır.

Böyle nifak hareketine alet olmanın şiddetli mes’uliyetlerini beyan eden bir âyetin hükmünü nazara verip şiddetli ikaz eden Bediüzzaman Hazretlerinin pek şiddetli ifadeleri var. Şöyle ki: (49:2)

اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا

Gıybet, şu âyetin kat’î hükmüyle nazar-ı Kur’anda gayet menfur ve ehl-i gıybet gayet fena ve alçaktırlar.

Gıybetin en fena ve en şenii ve en zalimane kısmı, kazf-ı muhsanat nev’idir.

Yani gözüyle görmüş dört şahidi (*) gösteremeyen bir insan, bir erkek veya kadın hakkında zina isnad etmek; en şeni’ bir günah-ı kebair ve en zalimane bir cinayettir, hayat-ı içtimaiye-i ehl-i imanı zehirlendirir bir hıyanettir, mes’ud bir ailenin hayatını mahveden bir gadirdir.

Evet Sure-i Nur bu hakikatı o kadar şiddetle göstermiş ki, vicdan sahibini titretiyor ve tüylerini ürperttiriyor.

لَوْلآ اِذْ سَمِعْتُمُوهُ مَا يَكُونُ قُلْتُمْ لَنَآ اَنْ تَكَلَّمَ بِهَذَا سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيم

(24:19) şiddetle ferman ediyor ve diyor ki:

Gözüyle görmüş dört şâhidi gösteremeyen merdud-uş şehadettir. Ebedî şehadetlerini kabul etmeyiniz. Çünki yalancıdırlar. Acaba böyle kazfe cesaret eden hangi adam var ki, gözüyle görmüş dört şahidi gösterebilir.

Kur’an-ı Hakîm bu şartı koşturmakla, böyle şeylerde şakk-ı şefe etmeyiniz, bu kapıyı kapayınız demektir.

(24:19)

يُحِبُّونَ أَنْ تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ

tehdidiyle, öyleleri münafık gibi ehl-i imanın ha­yat-ı içtimâiyelerini böyle işâalarla ifsad ediyorlar, ifade ediyor. Ve bilhassa böyle gıybet ehl-i namus ve ehl-i haysiyet hakkında olsa ve bilhassa ehl-i ilim hakkında olsa ve bilhassa akıldan hariç bir tarzda olsa…

Meselâ, namuslu bir zat, kendi gayet yakışıklı, her cihetle mükemmel ve ailesine ke­mâl-i itimadı olduğu halde, hiçbir cihetle ona mukabil gelemeyen ve onun hizmetkârı hük­münde ve ona nispeten çirkince bir insan ve dün­yada onların içtimâını hiçbir fıtrat ve vicdan kabul etmediği bir surette, o biçare ailesini o suretle gıybet etmek, bu nevi gıybetin en şenîidir.

Böyle eşna’ gıybetin sebebi, olsa olsa, insanın dest-i ih­tiyarında olmayan bir muhabbet vasıtasıyla, yine kadınların kıskançlığından ve habbeyi kubbe gö­rüp ve kendi iffetini göstermekle başkasını itham etmek nev’inden bu nevi şayialar meydan alıyor­lar.

Bu işâadan tevbe etsinler; yoksa kahr-ı İlâhî gelmesi kaviyen memuldür. Öyle iftira edenler, böyle iftiraya maruz kalacakları, cezâ-yı amelleri olmak ihtimalini düşünsünler!” Said Nursi” (Envar Neşriyat Barla Lahikası sh:154)

KİMLERİN ŞAHİDLİĞİ GEÇERLİDİR?

(*) Burada şart koşulan şâhid, İslâm hukuku tabiriyle, şâhid-i âdildir. Yani hayatında yalan söylemeyen ve mürüvvetkâr yaşayıp güvenilir evsafa sâhib ve şer’î hukukta maksadına göre te’vile kaçmayıp riayetkâr ve teslimiyyetli şahıs manasını ifade eder. Bu bozuk cemiyetin menfi te’sirleri altında bulunan ve bilerek sözünde durmayan ve ekseriyet teşkil eden insanlar arasında bulunmaz. Bediüzzaman Hazretleri 1945 ve 46 larda diyor ki:

Evet eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve an’anat-ı milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaydlık gösterildiği halde; elli sene sonra, yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi’ olup millet ve vatanı anarşiliğe sevketmek ihtimalinin düşünülmesi “ Emirdağ Lahikası: 22 diyerek devam eden yazı, şayan-ı ibrettir.

Burada geçen elli sene sonra ifadesi, 1996 ve sonrasına bakar. Yani giderek millî ahlakın bozulacağını ihbardır.

Mezkür âyetin sârih hükümlerini beyan eden Bediüzzaman Hazretlerinin bu beyanatında, şahidlik sıfatlarına sahib olan dört âdil şahid olmadığı halde kazf iftirasını yapan kişi:

-En şen’i günah-ı kebairi işlemiş..

-En zalimâne cinayet işlemiş..

-İslâm cemiyetini zehirlendiren hıyanet yapmış..

-Münafık gibi İslâm cemiyetini ifsad etmiş.. olacağı sarahaten açıklanmış oluyor.

Buna göre mesela: Üç âdil şahid, bir kişiyi kötü fiili işlerken görseler ve bu işlenen suçu başkalarına işaa için söyleseler veya İslâmî resmiyete intikal ettirseler, dört kişi olmadıkları için, yukarıda sayılan dört cinayet ve müfsidliği ve nifakı işlemiş olurlar ve İslâm hukuku bunları manen ve maddeten cezalandırır.

Şimdi Hukuk-u İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusunun birinci baskısından nakiller yapılacaktır:

“Bir şahsa kazf edildiği (zina iftirası yapıldığı), ya ikrar ile veya beyyine ile (iki adil şahid ile iftiracı kişinin iftiracılık suçu) sabit olur.

İkrar: Kazifin (iftira yapan kişinin) yapmış olduğu kazfı (iftirayı) hâkimin huzurunda bir kere itiraf etmesinden ibarettir.

Zina iftirasını yapan kişi bu iftirasını isbat edemediği takdirde kazif, (yani iftiracı kişi) hadd-i kazfe (yani bu iftirasının cezasına) müstahık olur. (cezaya çarpılır) (Huk. İs. Cilt 3 sh: 256)

“Kazif (zina iftirasını yapan kişi) makzufun (hakkında zina iftirası yapılan kişinin) zinada bulunmamış olduğuna dair yemin etmesini talebte bulunamaz.” (Aynı eser. sh:258)

(24/4.) Âyette iftiracılar hakkında mealen şöyle buyrulur:

وَالَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاء فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا

“Sonra da dört şâhid getirmeyen kimseler , demek ki ikrar bulunmadıkça bir zinayı isbat için şehadetin nıshabı lâekal dörttür. Halbuki iki şâhid-i âdil ile kısas bile sâbit olur. Demek ki namuslu bir kimseyi, bahusus ırz ehli bir kadını zina ile ittiham etmek, canını almaktan ağırdır. Binaenaleyh onlara atıp da (iftira edipde) isbat edemeyenler yok mu, bunlara da attıklarından (yani iftiralarından) dolayı seksen celd (derileri üzerine ) vurunuz. Hem de bunların ebedâ hiç bir şehadetini kabul etmeyiniz.

لَهُمْ شَهَادَةً أَبَداً وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

O kazif cürmünü fırlatan dilin ilelebed, yani ölünceye kadar bu suretle hukmünü (şahidlik hakkını) ıskat etmek, bu da bu haddin tetimmesidir. Celdin (yani deri üstüne vurmanın) elemi cismanî, bunun elemi ise ruhanîdir. Zinada cismanî cihet, kazifte ruhani cihet galib olduğundan kazfin celdi (sopa cezası) hadd-i zinadan dun (aşağı derece) velâkin bu manevi ceza ondan efzundur. (daha şiddetlidir.) Çünkü müebbeddir. Bunlar fâsıklar güruhundan ibarettir. Fısk ile mahküm kimselerdir.”(Elmalılı Tesiri Cilt. 5 sh: 3479)

“Yapılan bir kazifden (yani zina iftirasından) dolayı hemen tövbe edilmelidir. Çünkü Kazf büyük bir günahtır. Makzufun (yani iftira edilen şahsın) kazfden (bu iftiradan) haberi yok ise, bu tövbenin kabulu için bu kazfı (iftirayı) makzufe (iftira edilen şahsa) haber vermek şart değildir. Hatta bazı zevata göre bunu haber vermek haramdır. Zira bununla (bu haberle) makzuf müteessir edilmiş olur. Fakat makzuf bundan haberdar ise, yapılan tövbe kendisine haber verilebilir. Bu bir tarziye (özür dileyip rızasını almak) demektir. Gıyaben yapılan bir kazf, bir gıybet ve zulümdür. Bundan tövbe etmekle beraber makzufun ve gıybet edilen kimsenin hakkında hayırlı dua da bulunmalıdır ki bu, bir nevi tazminat sayılır..

Maahaza yukarıda da yazıldığı üzere hakkında had (cezası) icra edilen kazifin (yani zina iftirasını yapan kişinin) – tövbe etse de – artık şehadete ehliyeti kalmaz. (şahitlik yapamaz) Çünkü Kur’an-ı Mübinde 24. Surenin 4. ve 5. Ayetlerinde mealen şöyle buyurulmuştur. “İffetli, muhsanattan bulunan kadınlara zina isnad eden, sonra dört şahid (1) getirerek bu isnadlarını isbat edemeyen kimselere seksen değnek vurun ve bunların şehadetlerini (yani şahidliklerini) ebediyyen kabul etmeyin ve fâsık olan, (şeriatın hükmünü dinlemeyen) onlardır. “Ancak bundan sonra tövbe edip hallerini ıslah edenler müstesna, bunlar fâsık olmaktan kurtulurlar. “(Aynı eser, sh:262) Fakat şahidlik hakkı geri dönmez. Yani ölünceye kadar sözlerine itimad edilmez.

TECESSÜS YASAKTIR!

“İnsanlardan vakit vakit bazı masiyetler (günahlar) zuhur edebilir. Fakat insanlara lâzımdır ki, bu temayülata mukavemet etsinler. Böyle bir ma’siyete mübtela oldukları takirde derhal mütenebbih olup tövbekâr olsunlar.

İslâm hukuk-ı cezaiyesi, beşeriyetin bu vaziyetini pek güzel nazara almış, insanların tövbekâr olarak masiyetlerden ictinab etmelerini pek ziyade iltizam etmiştir. Bu cihetlerdir ki, bu hususta pek re’fetkârane (yani şefkatli) hükümleri muhtevi bulunmaktadır. Şöyle ki:

Bu gibi günahkârlardan tövbekâr olarak hal-i nezahete (günahlardan temiz hale) avdet edebilmeleri, (dönebilmeleri) için haklarında müsamaha gösterilmesi tecviz edilmiş, bu cinayetin sübutu,(zina fiilinin isbatlanması) adeta muhal (imkânsız) denilecek şartlara rabt olunmuş (bağlanmış) bu cinayete ait cezaların bir şüphe ile sâkıt olacağı (cezalandırılmayacağı) “idreül hudude bişşübehati” (Tirmizi, hudud 2) hadis-i şerifiyle tansis buyurulmuştur. (yani şer’i delile dayandırılmıştır.) “ Nitekim aşağıdaki mes’elelerden bu hakikat daha ziyade tavazzuh edecektir. (Aynı eser. sh:214)

“Şeriat, zan ve şübhelerle suç araştırmak ve müslümanı suçlamak şöyle dursun had cezaları gerektiren suçları dahi resmiyete intikal ettirmemeyi ve müslümanlar kendi aralarında müsamahaları ile suçları örtmelerini emreder.

Mesela, bir rivayette mealen şöyle buyruluyor:

“Hadleri kendi aranızda affedin. (affı bana bırakmayın.) Bu hadislerde hitab bütün müslümanlarındır. Yani, dava imama veya mahkemeye intikal etmeden hududun (cezanın) afv, şefaat gibi yollarla terkedilmesi, resmiyete intikal ettirilmemesidir.” (Kütüb-ü Sitte Muhtasarı, cilt. 6 sh: 298)

Resmiyette ise, ceza vermemek ve suçu örtmek için bir şübhe, bir bahane aranır. Misalleri ileride görülecek.

ZİNA NASIL İSBAT EDİLİR?

Zina cinayeti iki yoldan biriyle sabit olur: İkrar, şehadet. Bu hususta hâkimin malumatı kâfi değildir. Çünkü hâkimin ilmi, hudud (yani ceza vermek) hususunda -sahabe-i kiramın icmaiyle- hüccet olamaz. Zinaya dair ikrar, zinayı irtikâb eden şahsın bu cinayetin hâkimin huzurunda ve müteferrik (ayrı ayrı) dört mecliste dört defa itiraf etmesinden ibarettir.

Binaenaleyh bir kimse hâkimin huzurunda bir defa veya bir mecliste dört defa ikrar etmekle zina cezası icra edilemez. Çünkü bu had cezasının şüphe ile iskat (ve iptal) edilmesi mültezem (ve mümkün) olduğundan bu vech ile dört defa ikrara lüzum vardır.

Hâkim, bir nedamet duygusuyla mahkemeye müracaat ederek yapmış olduğu gayr-ı meşru bir mukareneti itirafta bulunan kimsenin birinci, ikinci, üçüncü itiraflarını hakîmane bir surette red eder.(yani temel hadis kitablarında açıkça ve tekrarla nakledildiği üzere Resulullahın yaptığı gibi yani, suçun ısrarla itiraf edilmesine rağmen suçun örtülmesine çalışır.) Buna rağmen o kimse dördüncü defa olarak hüküm meclisine gelerek ikrarını tekrar edince hâkim: “Zina nedir? Nasıl ve kim ile ve nerede vaki oldu.”diye kendisinden sorar ve mukırrın (suçunu ikrar edip açıklayan şahsın) derece-i akıl ve şuurunu da tetkik eder. (Yani suçun örtülmesi için bütün imkânları kullanır.) Bu hususta mensup olduğu aileden tahkikatta bulunur. Çünkü mecnunların, matuhların (bunamışların) ikrarları hederdir. (geçersizdir ve nazara alınmaz,)

Gayr-ı meşru mukarnette bulunduğunu itiraf eden kimsenin bu fazihayı (günahı) haddi (ve cezayı) icab edecek tarzda irtikâb etmiş bulunduğu anlaşılıncanikâh var idi” veya “Rüya görmüş olmayasın? “gibi bir vecihle kendisine bazı telkinatta bulunur ki buna “telkin-i rücu” (yani suçunu ikrar etmekten döndürme ve vazgeçirme) denir. hâkim:”Belki aranızda bir

Bu telkindeki hikmet, pek müstehcen bir hadisenin tescil edilmemesi, bu yüzden bir çok kimselerin edebi bir hicab altında kalmaması, fahiş bir hareketin halk arasında şuyuuna (yani duyulup yayılmasına) meydan verilmemesi gibi şeylerdir.(Aynı eser, sh: 222)

Kocası ve seyyidi (efendisi) bulunmayan bir kadın gebe bulunsa, (yani gebe olduğu için zina işlediği anlaşılsa,) hakkında bir şey yapılmaz. Kimden gebe kaldığını sormak, (yani suçunu ortaya çıkartmaya çalışmak) icab etmez. Çünkü bu sual (soruşturup araştırma),fâhiş bir hareketi, (büyük bir günahı) işaaye müeddidir. (halk arasında duyurup yaymaya sebebdir) (Aynı eser, sh: 228)

NETİCE

İftiraya uğrayan mü’mini korumak ve iftiracıyı dinlemeyip susturmak lüzümunu anlatan bir rivayette meâlen buyuruluyor ki:

“Kim bir mü’mini bir münafığa (gıybetçiye) karşı himaye ederse ,Allah da onun için kıyamet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de müslümana kötülenmesini dileyerek bir iftira atarsa, Allah onu kıyamet günü cehennem köprülerinden birinin üstünde, söylediğinin (günahından paklanıp) çıkıncaya kadar hapseder.”

Bu hadis, bir mü”min gıybet edildiği zaman sessiz kalmayıp onun müdafa edilmesini teşvik etmektedir.Hadisteki “münafık” tan maksad, gıybetçidir. (Yani bu gıybeti, iftirayı yapan Münafıklıkla vasıflanıyor.) Mü”minin yüzüne karşı değil de gıyabında zemmettiği için münafık denilmiş olmaktadır. Öyleyse mü”minin himayesi ile kasd edilen şey, onun şerefinin (ırzının) korunmasıdır. Bu lehinde konuşmak veya en azından gıybet etmesine meydan vermemekle olur.” (Kütüb-ü Sitte Muhtasarı, cilt. 12 sh: 316)

İşte müfterilerden böyle iftiralar duyulunca, hakiki mü’minler Kur’ana istinaden:

لَوْلآ اِذْ سَمِعْتُمُوهُ مَا يَكُونُ قُلْتُمْ لَنَآ اَنْ تَكَلَّمَ بِهَذَا سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ

Derler: Yani Onu (iftirayı) duyduğunuzda “bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Haşa! Bu, çok büyük bir iftiradır…” demeli değil miydiniz? (Kur’an 24/16)

Kur’anın bu hükmüne uyarak müfterilerin iftiraları yüzlerine çarpılmalıdır.

Evet, haysiyet kırıcı tenkide uğrayan şahıs, kendisi kendini mudafaa etmeyip Allaha havale eder. Tenkide uğrayan bu şahsı mezkür 24/16. âyetin icabı olarak müslümanların mudafaa etmesi lâzımdır. Tâ ki böyle ifsatçılık halkın manevi baskısı yoluyla sönsün ve gelişemesin.

Şu halde gıybet ve iftira edenlere musamaha ile onlara taraf olup destekleyenler de aynı mes’uliyete ortak olacakları da şer’î bir kaidedir. Yukarıda kısmen nakledilen İslâm hukukundaki iftiraya uğrayanı koruma fazileti; Peygamberimiz (A.S.M.) devrinde kütüb-ü sittede nakledilen sahabe ve sahabilerden on adede yakın aynı hadiselere karşı Resulullahın A.S.M. musamahakâr tavır ve muamelesine dayanmaktadır.

Burada yeri gelmişken nazara vermek gerektir ki mezkür faziletlere ve İslâmî ahlâka zıd düşen, hem de İslâm dairesinde görünen insanların çoğundaki mevcud bozuk ahlâkı tasvir eden Bediüzzaman Hazretlerinin ifadelerini nazara almak ve umum zamanlara, hatta daha çok ahirzaman devresinde giderek umumî ahlâkın bozulacağı ve ikazları düşünmek lâzımdır.

Din hizmetlerine sadakatı esas alıp çalışan ve hizmete faydası dokunanları, halk nazarında çürütmekle kendilerini nazara vermek isteyen bazı gafil ve enaniyet hastalarını kullanarak hizmete darbe vurmak isteyen nifak cereyanı hakkında deniliyor ki:

Din ve İslâmiyet düşmanları, ekseriya perde ardından bahaneler icad ederek dine saldırmaktadırlar. Doğrudan doğruya dinin ve İslâmiyetin aleyhinde bulunmuyorlar; dine hizmet eden, bu uğurda türlü fedakârlıklara katlananları nazar-ı âmmede kötülemek, halkın sevgisini çürütmek için hücuma geçiyorlar; ta ki dine hizmet edenleri âtıl vaziyete getirip, dinî inkişafa mâni olsunlar.” Tarihçe-i Hayat :24

“Bütün hücumları, şahsımı çürütmek ve Nur’un fütuhatına bulantı vermektir. Emirdağındaki mâlûm münafıktan daha muzır -ve gizli zındıkların elinde bir âlet- bir adam, bid’atkâr bir yarım hoca ile beraber, bütün kuvvetleriyle bize vurmaya çalıştıkları darbe, yirmiden bire inmiş.” (Tarihçe-i Hayat:596)

Küçük bir kitapçıkta neşredilen Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin bu tarz iftiraları susturan yazısında bu tarz iftiralara muhatap olanlar için aynen şöyle der:

“Maruz kaldığı hapis ve zindanın, işkence ve sıkıntıların, yokluk ve mahrumiyetlerin tahkir ve tezyiflerin hikmet ve mahz-ı rahmet neticelerini düşünür sabır ve tahammül eder. Daima hizmet-i Nuriye, ubudiyet-i İlahiye, Nurları elde edip okumaya çalışır. Günlerini bu kudsi meşgalelere vakfeder. Bu suretle sarsılmadan, fütur ve tereddüde düşmeden imtihanı kazanır…

Her fena dedikoduda da ehl-i iman ağzından da çıksa mutlaka dinsizlerin veya münafıkların parmağı olduğu teyakkuzunu taşımalarına sebep olmuşlardır. Dinsizlerin aleyhine, Nur Talebelerinin lehine tecelli eden bu neticeyi sonra o münafıklar gözleriyle görmüşler, ye’se ve çaresizliğe düşmüşlerdir…” (Zübeyr Gündüzalp)

Bu derlemede gösterilen şer’î hükümler müvacehesinde düşünülünce, bu menfi yolda yürüyen pek çok kimseler, şiddetle yasaklanmış olan gayr-ı meşru gıybet, iftira ve mübalağalı haksız tenkid ve garazkârlık ve iğfalat yapanların mes’uliyetleri ve cezası, bu dünyada sığmayacağı anlaşılıyor.

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …