MÜNAFIK CEREYANIN (SÜFYAN-İSLAM DECCALI), SON DEVRE TECAVÜZ PLÂNI
Mütecaviz cereyanlar nifak maskesi altında ve yalan propagandalarla acib hadiseler yaptırıp, o hadiseyi bahane ederek tecavüzüne vesile yapar.
Bu mütecavizlerin mahiyetini ve gayelerini bilen Bediüzzaman Hazretleri bu mütecavizler hakkında milleti ikaz eden yazılar neşretmiştir. Her zaman için tazeliğini koruyan bu yazılar, tarihî hadiseler seyrinde isabetle daha çok dikkatleri çekiyor ve hadiseler de bu haberleri tasdik ediyor.
Bediüzzaman Hazretlerinin yazdığı yazılarında, geniş dairedeki İslamî faaliyetlerin içine münafıkane yani sinsice ve suret-i haktan görünerek hulûl edip onlara, dine aykırı düşen ve beşerî temayülata dayanan anlayış ve hareketlerin hizmet için lüzumlu olduğu telkin ederek onları İslam aleyhine çevirdiklerine ve zamanla da alıştırıp kendilerinin sefih yaşayışına tamaman düşürdüklerine, yani bu nifak cereyanı hayat anlayışı ve yaşayışı cihetinden milleti istila edip kendi maksadına çalıştırdıklarına dikkatleri çekmiştir.
Nitekim Tarihçe-i Hayatında:
“O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: "Bu da İslâmiyete hizmettir; bu da onlarla mücadeledir.” (T:690) gibi telkinlerle iğfalatta bulundukları anlatılır.
Bediüzzaman Hazretleri Ezher Ünüversitesi reisi Şeyh Bahid Efendinin sualine verdiği cevabda bu nifak cereyanı ifsadlarının neticesi hakkımda şöyle der:
“Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hamiledir, Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyet’e hamiledir, o da bir İslâm devleti doğuracak…
Birinci tevellüdü gözümüzle gördük. Bir çeyrek asır Avrupa’dan daha dinden uzak.” (Emirdağ Lahikası:112)
Nifak cereyanının dinî faaliyetleri ifsad edip kendi lehine çevirmesine bakan diğer bir nümune:
“S- Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye neden hizmet edemedi?
C- En büyük hizmeti, adem-i hizmetidir. En büyük hareketi, hareketsizliğidir. Çünki buradaki hâkim olan kuvvet-i ecnebiye, lehinde olmayan herbir hareketi boğuyor. Hareket edenleri gördük, mukaddes câmilerde gâvurlara dua ettirildi ve mücahidlerin cevaz-ı katline fetva verdirildi. İşte Dâr-ül Hikmet, bu fırtına içinde âlet ettirilmedi. En büyük mani olan ecnebi kuvvet, bütün kuvvetiyle ahlâksızlığı himaye ve teşci’ ediyordu.” (Sunühat,Tuluat, İşarat: 88)
Çünkü ahlâksızlaştırılarak sefahete düşürülen millet, düşman tarafından istila edilmiş sayılır.
Evet, “Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.” (K:90)
O halde geniş dairedeki resmî faaliyetlerde sinsi cereyanın pencesine girmemek için gereken tedbirleri bilip nazara almak gerektir. Çünkü Hazret-i Bediüzzaman ecnebi cereyanın İslamî hareketleri kendi lehine çevirdiğini bildiriyor ki hadisat dahi bu hükmü gözler önünde tasdik ediyor.
“Bediüzzaman l920’de neşrettiği Hutuvat-ı Sitte eserinde İngiliz’in aleyhimizdeki aldatıcı propagandasının içyüzünü efkâr-ı ammeyi ikaz için şöyle beyan ediyor:
“Herbir zamanın insî bir şeytanı vardır. şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârane siyasetiyle"El-Hannas" altı hutuvatıyla Âlem-i İslâm’ı ifsad için insanlarda ve insan cemaatlarındaki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri fiilî propaganda ile işlettiriyor, zaif damarları bulunuyor.
Kiminin hırs-ı intikamını, kiminin hırs-ı cahını, kiminin tamaını, kiminin humkunu, kiminin dinsizliğini, hatta en garibi kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.” (İslam Prenspleri Ansiklopedisi: 371. P.Hutuvatı sitte eserinden naklen)
“Üçüncü Hatvesi:
Der veya dedirir: Şimdiye kadar sizi idare edenler fenalık ettiler, karıştırdılar. Öyle ise bana razı olunuz.
Bu vesveseye karşı deriz: Ey el-hannas! Onların fenalıklarının asıl sebebi de sensin. Âlemi onlara darlaştırdın, damar-ı hayatı kestin. Evlad-ı nameşruunu onlara karıştırdın, Dinsizliğe sevkederek dini rüşvet isterdin. Onlara bedel seni kabul etmek, müteneccis su ile necis olmuş bir libası hınzırın bevliyle yıkamak demektir. Sen yalnız hayvancasına bir hayat-ı sefilaneyi bize bırakıyorsun. İnsanca, İslamca hayatı öldürüyorsun. Biz ise hem insancasına, hem İslâmcasına yaşamak istiyoruz. Senin rağmına yaşıyacağız!..” (İslam Prenspleri Ansiklopedisi: 374. P.Hutuvattan naklen)
Bu kısımda anlatıllan “size iyi hayat getireceğiz” şeklindeki yalanlarla yapılan aldatma planını müslüman anlayıp müteyakkız davransa, bunlar bir halt edemezler.
“Altıncısı Hatvesi. Der ki: Bana karşı mukavemetiniz beyhudedir. Müttefikiniz beraberken yapamadığınız şeyi, şimdi nasıl yapacaksınız?
Şu vesveseye karşı deriz: en ziyade hile ve fitne kuvvetiyle ayakta duran azametli kuvvetin bizi ye’se düşürmüyor. Evvela hile ve fitne perde altında kaldıkça tesir eder. Zahire çıkmakla iflas eder, kuvveti söner. Perde öyle yırtılmış ki, senin yalanın, hilen, fitnen hezeyana, maskaralığa inkılab edip akîm kalıyor.” (İslam Prenspleri Ansiklopedisi: 377. P.)
Asrımızda da durum aynıdır, anlatıldığı gibidir.
Aldatmak ve kendine ısındırmak için;
“Der: Yaşayınız, fakat bir tek adam bana hıyanet etse yakarım, yıkarım!… Şayet bir adam hakka sadakat namına onun kâfirane zulmüne karşı hıyanet etse Ayasofya’ya iltica etse, milyarlara değer o mukaddes binayı harab eder. Veyahut bir köyde ona bir hain bulunsa, çoluk çocuğuyla mahvetmek veya bir cemaatta ona muzır biri varsa cemaatı ifna etmek, her vakit kendinde salahiyet görüyor. Lânet o medeniyete ki, ona o salahiyeti vermiş.
Acaba bütün millet bir kalbde, hem münafık hançer zulmünden mütelezziz olacak ahmak bir kalbde ittifakından daha muhal ne var? Şeytan gibi hasis işleri, fena ahlâkları teşci’ ve himaye eder, iyi hisleri söndürür. Hem insanî, İslâmî hayatı men’etmekle beraber muvakkat hayvanî bir hayatı, iki genc-i mücehhez, pençeli, ekseriyeti kazanmak için imhayı esas proğram yapmış iki kelbi iki ciğerimize musallat ederek bizi silahdan tecrid ediyor. İşte onun himayeti, işte hayatımız..” (İslam Prenspleri Ansiklopedisi: 378. P.Hutuvattan naklen)
İşte İstanbulun İngiliz işgalinde Bediüzzaman Hazretlerinin İngilizler aleyhinde neşrettiği Hutuvat-ı Sitte eserinden kısmen nakledilen bu ikazlar açıkça gösteriyor ki bu dersler umum zamanlara bakar. Zira bu beyanlarda gösterilen ifsad, iğfal ve tecavüzün esasları şimdi de aynıdır. O halde Müslüman millet, bu maddi ve manevi hücum tarzlarna dikkat edip aldanmamalı. Yani Risale-i Nurdaki bu tarz ikazlara dikkatli teveccüh edilmeli.
Bu meşhur Hutuvat-ı Sitte eseri hakkında şu bilgi veriliyor:
“İstanbul’da, İngilizler desiseleriyle Şeyh-ül-İslâmı ve diğer bazı ulemayı lehlerine çevirmeğe çalışmalarına mukabil, Bediüzzaman, "Hutuvat-ı Sitte" adlı eseri ve İstanbul’daki faaliyeti ile; İngiliz’in Âlem-i İslâm ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşrederek, Anadoludaki Millî Kurtuluş Hareketini desteklemiş, bu hususta en büyük âmillerden birisi olmuştu.” (Tarihçe-i Hayat:138)
Bu Beyanda da görülüyor ki, tabanında, dünya hâkimiyetini ele geçirmek emelini taşıyan ve aşırı azgınlıkları devresinde başlarına kıyametin kopacağı gizli Yahudilik cereyanı, Osmanlı devletinin şeyh-ul İslamını dahi aldatacak kadar dessastırlar. Allah Kur’anda (9/101.) ayette) Resulullaha hitab edip diyor ki:
“ لاَ تَعْلَمُهُمْsen bile onları bilemezsin; şahıslarını, isimlerini, neseblerini bilmez değil, münafık olduklarını gizlemeğe, takıyye yapmaya, töhmet mevkilerinden kaçınıp yağ gibi suyun yüzüne çıkmağa öyle alışmışlardır ki, hallerini senden, senin o yüksek dirayet ve ferasetinden bile gizleyebilirler de vahiy nazil olmayınca münafıklıklarını kat’iyyen bilemezsin.” (Elmalı Tefsiri)
Hatta beşer aleminin siyasî, iktidadî ve içtimaî merkezlerine müesseselerine sinsice hulul edip yayılmış olan bu nifak cereyanı, Süfyan ve Deccal cereyanlarını maksadına kullanmak için onların tabanı olduğuna şöyle dikkat çekiliyor:
“Her iki Deccal, Yahudinin İslâm ve Hristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besleyen gizli komitesinin muavenetini ve kadın hürriyetlerinin perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hattâ İslâm Deccalı masonların komitelerini aldatıp müzaheretlerini kazandıklarından dehşetli bir iktidar zannedilir.” (Şualar:594)
“S- Neden bu kadar (İ.G.Z.) siyaseti galib çıkar?
C- Siyasetinin hassa-i mümeyyizesi; fitnekârlık, ihtilaftan istifade, menfaat yolunda her alçaklığı irtikâb etmek, yalancılık, tahribkârlık, hariçte menfîliktir.
Bir adam kocaman bir binayı bir günde harab eder, bir taburu ihtilale verir. Şu alçak siyasettir ki (K.T.T.)ni (Kostantin’i kasd ediyor.) zahiren tel’in ettiği halde, gizlice dehalet ediyor. Fenalık ve ahlâk-ı seyyie, siyasetine vasıta olduğu için, her yerde ahlâk-ı seyyieyi himaye ederek teşci’ eder. ” (Sunühat,Tuluat, İşarat: 82)
“S- Neden bu kadar (İ.G.Z.) den (İngiliz) nefret ediyorsun? Musalahasını da istemiyorsun?
C- Sebeb bir değil, bindir. Bana en ziyade şedid görünen, manen ahlâkımıza vurduğu darbedir. Çekirdek halinde olan secaya-i seyyieyi içimizde inkişaf ettirdi. Hayatın yarası iltiyam bulur; izzet-i İslâmiye, namus-u millînin yarası pek derindir.
Edirne Câmii’nde, bir İslâm hocasının lisanıyla, Venizelos gibi şeytan zalime dua ettirdi. Merkez-i Hilafette, müslümanlar lisanıyla hizb-üş şeytan olan (İ.G.Z.), Yunan askerlerini halaskâr, tathirci ilân ve karşısındaki güruh-u mücahidîni cani, zalim söylettirdi.
Acaba bir vâlide o dereceye getirilse ki, çocuğunu kendi eliyle öldürerek, müteessir olmayarak, parça parça etse, hiç mümkün müdür ki, onda hissiyat-ı âliye ve ahlâk-ı sâmiye intifa etmesin?..” (STİ:82)
S- Anadolu’da pekçok zulüm ediliyor ve pekçok müslümanlar i’dam ediliyor. Neden böyle yapıyorlar?
C- Evet maatteessüf pek feci’ şeyler oluyor. Fakat asıl sebeb, mel’un mimsiz medeniyet, öyle zalimane bir silâh, şu harb-i vahşiyaneye vermiştir ki, o silâhın karşısında dayanmak, onun naziriyle mukabele etmek lâzımgelir. Şeşhane ile mitralyoza mukabele edilmez. İşte o silâh, o düstur ki, medeniyet harbin eline vermiştir. Ben de kendi gözümle Grandük Nikolaviç’in namına iki emri gördüm.
Der: "Askerimize bir köyden bir tüfenk açılsa, çoluk çocuğu ile imha edilecektir." İkinci emri de: "Bir cemaatte bir adam, cephe zararına bize hıyanet etse, çoluk çocuğu ile imha edilecektir."
İşte böyle ezlem bir düstur ile (İ.G.Z.) Anadolu’ya hücum ediyor.” (Sunühat,Tuluat, İşarat: 83)
İşte mezkûr beyanlarda Birinci Cihan harbinde yapılan cinayetlerinin tarzı, daha sonra yaptıkları ve yapacakları tahribat, aynı ifsadatlara dayandığı ve vahşetlerine imkân buldukça aynı planlarla zuhur edeceği hatırlatılıyor. Bu tecavüzleri önlemede tek çarenin İttihad-ı İslam=İslam Birliği olduğunu Bediüzzaman Hazretleri defalarca ve israrla anlatmış, yazmış ve neşrederek duyurmuştur.
İslam milletleri tek tek kaldıkça ve İslamî cemaatler hedef ve gaye birliğinde birleşmedikçe, şahs-ı manevi-i dalalete karşı mağlub düşecekleri bedihi iken, dinî hizmet sahasında önde görünenler, kitabî esasata dönüp, o esaslar dairesinde birleşerek kitabî istikamete girmek hareketi ciddi manada görülmüyor. Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
“Maksadda ve esasta ittifak ile beraber, vesailde ihtilaf eder. Hakikatın her köşesini izhar edip, hakka ve hakikata hizmet eder.
Fakat tarafgirane ve garazkârane, firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfüruşluk, şöhretperverane bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan barika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor.
Çünki maksadda ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının Küre-i Arz’da dahi nokta-i telakisi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritane gider. Kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hâl-i âlem buna şahiddir.” (Mektubat:268)
Bediüzzaman Hazretleri ittifakın kesin kaidesini şöyle beyan eder:
“S- Âlem-i İslâmdaki ihtilafı ta’dil edecek çare nedir?
C- Evvelâ; müttefekun aleyh olan makasıd-ı âliyeye nazar etmektir. Çünki Allahımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’anımız bir, zaruriyat-ı diniyede umumumuz müttefik, zaruriyat-ı diniyeden başka olan teferruat veya tarz-ı telakki veya tarîk-i tefehhümdeki tefavüt bu ittihad u vahdeti sarsamaz, racih de gelemez. اَلْحُبُّ فِى اللَّهِ düstur tutulsa, aşk-ı hakikat harekâtımızda hâkim olsa –ki, zaman dahi pek çok yardım ediyor– o ihtilafat sahih bir mecraya sevkedilebilir.” (Sunühat,Tuluat, İşarat: 83)
“Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: "Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zendeka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.” (M:270)
“Ey kardeş bil ki! Kâfirler, hususan Avrupalılar ve bilhassa İngilteredeki şeytanlar ve Frenk iblisleri, müslümanlara ve ehl-i Kur’ana ebedî can düşmanı ve daimî muannid hasımlardır.
Çünkü Kur’an-ı Hakîm; Kur’an’ı ve İslâmı inkâr eden kâfirleri ve onların abâ ve ecdadlarını idam-ı ebedî ile mahkum ediyor. Evet o Kur’anın kat’î nusûsuyla o kâfirler ebedî bir surette idama mahkum ve Cehennem’de sermedî mahbusturlar.
İşte ey ehl-i Kur’an! Size ebedî düşman olan ve hiç bir surette size muhabbet ve meyletmelerine imkânı olmayan kimselere nasıl meyl ve muhabbet ediyorsunuz?” (Mesnevî tercümesi A.Badıllı.194)
Bazı çevrelerin bu ehl-i dünya ile yaptıkları dostluk ve bu dostluğa teşvikleri ve bu harekete de ehl-i dünyanın destek vermesi yukarıdaki ikaza ters düşer.
Yine Bediüzzaman Hazretleri diyor:
“Cây-ı teessüf bir halet-i içtimaiye ve kalb-i İslâmı ağlatacak müdhiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî:
"Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dâhilî adavetleri unutmak ve bırakmak" olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-ı İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adavetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir.” (Mektubat:269)
Evet, vahşiyane tecavüzlere karşı: “Tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshilharîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? (Mektubat:269) etmek, onların
Bediüzzaman Hazretleri 1947 lerde yazdığı ve bütün dünyada devam eden mücadelelerin en sonunda olan vahşiyane tecavüzü haber veren yazısının son parağrafında aynen şöyle diyor:
“Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki; bu geniş boğuşmaların neticesinde eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da deccalane bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar; Âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla ve Yeni Dünya’nın, Hristiyanlığın hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve Âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ana ittihado dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.” (Emirdağ llahikası: 58) edip tâbi’ olması,
Bu haberin vukuu zamanına tevafuk eden şu beyan, icmaliyetiyle beraber çok manidardır. Evvela Avrupa ve dünya hür memleketleri komünist rejimiyle işgal edildi, bir kısmı da tehdit altında kaldı. Sonra bizdeki 1950-60 arası kısmî hürriyetler de, ardarda gelen dört ihtilal (1960,1971,1980,1997) ile sarsıldı.
İnşaallah hakiki hür “Yeni Dünya” (Amerika) ve Üstad Hazretlerinin “Birinci Avrupa” dediği hürriyet ve din taraftarı Avrupanın, İslamiyete destek vermesiyle sağlanacak birlik ile dinsizlik ve anarşi taraftarı güçlere galebe çalınacak.
Süfyaniyetin son darbesinden haber veren fakat tafsilatı açıkanmayan bahis ise şöyledir:
“ وَالَّذِينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاوءُهُمُ الطَّاغُوتُ bin dörtyüz onyedi (1417)” (Şualar:270)
(Bu makamda perde indi. Yazmaya izin verilmedi. Başka zamana te’hir edildi.) (Şualar:272)
Buna göre 1417 hicrî yani arabî olarak nazara alınırsa, miladî tarihle 1997 eder. Öncelikle Türkiyedeki dinî hayat ve faaliyetlere “28 Şubat” ta yapılan engellemelere dikkat çeker.
Keza aynı bu gizli cereyan mensublarının, hakimiyetlerinin ilk devrelerinden başlayan tecavüzlerini nazara veren ve çok manidar olan şu âyet de 1997 deki ifsadata da bakıyor:
“Ve ikinci cümlesi olan وَ يَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ ile der ki: "O bedbahtların dalaleti, muhabbet-i hayattan ve temerrüdden neş’et ettiği için kendi halleri ile durmuyorlar, tecavüz ediyorlar. Bildikleri ve onun ile ecdadları bağlı olan dine adavetkârane, menbalarını kurutmak ve esasatını bozmak ve kapılarını ve yollarını kapatmak istiyorlar." (Şualar:724)”
Bediüzzaman Hazretlerinin bu tarzdaki işarî ihbaratının hadisata mutabık çıkışı, Onun yüksek şahsiyet ve ferasetini gösterir. Bu şahsiyetiyle bütün hayatı boyunca İslamın selametine çalışmış ve bu yolda karşısına çıkan her tehlikeye göğüs gererek çok ehemmiyetli ikaz ve irşadlarını neşrederek vazifesini gereği üzere ifa etmiştir. Müslümana düşen vazife ise, bu Zatın tavsiyeleri dairesinde hareket etmektir.