Meşveret ve Şura Esası

Risale-i Nur Külliyatında
25- MEŞVERET VE ŞÛRA ESASI
Meşveret ve şûrâ-i şer’î; dinin esasat ve müselle­mat gibi ka­t’i ve sabit hükümlerinin hâricinde ve şer’î usûle göre yapılır.
Meşverette iyi niyet ve ihtisas şarttır. Yani meş­verete katı­lanlar, istişa­rede ele alınacak meselenin isa­betli olan ci­hetini ve tercihi gereken maslahat-ı umu­miyesini keş­fetmek niyet ve gay­retine sahib olmalıdır. Yoksa kendi mak­sadlarını veya bağlı ol­duğu şahsın veya cemaatin men­faatini tahak­kuk ettirmek niyetini taşıyan­larla yapılacak meşveret hak ve maslahat-ı bulmaktan daha çok karışık­lıklara ve inşikaklara sebeb olur.
Bu meşveret, meşveret-i şer’îye değildir ve ibadet ma­hiye­tini taşımaz.
Risale-i Nur’da hakaik, desatir ve hiz­met faaliyetlerini icra etmek olarak başlıca üç husus vardır. Bunların bilinmesi ve bunlara riayet edilmesi esastır ve şarttır.
Şöyle ki:

Risale-i Nur’da açık beyanlara istinad eden hakaik-i Kur’aniye ve desatir-i Nuriye, Külliyat-ı Nur’da aynı açıklıkta aleyhte bir hüküm tebeyyün etmedikçe o sarih mana ve hükümler, Risale-i Nur mesleğinde müsellemat ve esa­satı teşkil ederler ve onlara tasarruf edilemez, sabit ve daimîdirler.

Subutiyetleri sarahat derecesinde olmayan bazı hakaik-ı Nuriye ve hizmet düsturları ise, Külliyata müstenid olmak ve onun içinde tahkik etmek şartiyle yapılacak meşveret-i şer’iye ile o hakaik ve desatirin tayin ve tesbitine çalışılır.
Yani şeriatta hususiyetleri bildirilen meşveretle ki:
· Meşverete katılacak kişilerin meşveret edilecek mes’ele hakkında mütehâssıs ve ehil olması..
· Amelen müstakim ve emin olması..
· Meşverete alınacak mes’elenin hükmü, kitapta hükümlerle belirtilmemiş olması şarttır.
Bediüzzaman Hazretleri diyor:
“Ahkâm ve hukuk ise, zaten tebeddül etmez. Tatbikat ve tercihattır ki, meşverete ihtiyaç gösterir.” (Asar-ı Bediyye sh: 417)
Ehil olmayanların meşverete alınmamasına bakan bir cümle de şöyledir:
“Risale-i Nur’un erkânlarında ve haslardaki esrar ve nazik tedbirlere, onları teşrik etmemek gerektir.” (Kastamonu Lahikası sh: 248)
Meşvereti erkân ve haslara tahsis eden birkaç kısa cümleler de şöyle: “Nur hakkında söz sahibi Medreset-üz Zehra erkânlarının tensibine havale etmek…” (Emirdağ Lahikası -II sh: 46)
Hizmet faaliyeti ve tatbikatının meselelerinde ise, değişen şartlar müvacehesinde ve maslahatlara göre yapı­lacak şer’i meşverette ekseriyetçe alınan karar esas alınır.
Eğer Risale-i Nur’daki sarih beyanların neticesi olan ve esas teşkil eden düsturların, değişen şartlar sebebiyle deği­şebileceği kabul edilirse, bağlayıcı hiçbir esasın var olması imkânı kalmaz. Bunun neticesi ortaya çıkacak mütezat an­layışların getireceği tefrika ve gruplaşmalar giderek artar. Hem Risale-i Nur’un vehbiliği ve ilhami vasfı, kesbi ilmin ve beşerî anlayışın rengine girer ve böylece asliyetini kaybe­der.
Risale-i Nurun muhtelif yerlerinde meşveret-i şer’î­yeye çok ehemmiyet verilir. Şöyle ki:
«Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadet­lerinin anahtarı, meşveret‑i şer’iye­dir. وَاَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ (Şûrâ Sûresi, 42:38) âyet-i ke­rimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor.
Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr ün­vanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla bir­biriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünu­nun esası olduğu gibi, en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalma­sının bir sebebi, o şûrâ-yı ha­ki­kiyeyi yapmamasıdır.
Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şû­râdır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder ta­ifeler, kıt’alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzım­dır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına ko­nulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirle­rini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şeha­met ve şefkat-i imaniyeden te­vellüd eden hürri­yet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süs­lenip garp medeniyet‑i sefihanesindeki seyyiatı atmak­tır.» (Hutbe-i Şamiye sh: 60)
2- «Eğer denilse: Neden şûrâya bu kadar ehemmi­yet veriyor­sun? Ve beşerin, hususan Asya’nın, hususan İslâmiyetin hayatı ve terakkisi nasıl o şûrâ ile olabilir?
Elcevap: Nurun Yirmi Birinci Lem’a-i İhlâsında izah edildiği gibi, haklı şûrâ ihlâs ve tesanüdü ne­tice verdiğin­den, üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü ha­kiki ile, üç adam, yüz adam kadar mil­lete fayda verebilir. Ve on adamın hakikî ihlâs ve tesa­nüd ve meşveretin sır­rıyla, bin adam kadar iş gördükle­rini, çok vukuat-ı tari­hiye bize haber veriyor. Madem be­şerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz, ve kuvveti ve sermayesi pek cüz’î hususan dinsizlikle ca­navarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla, elbette ve elbette, o hadsiz düş­manlara ve o nihayetsiz hâ­cetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayan­dığı gibi, hayat-ı iç­timaiyesi de yine imanın ha­kaikinden gelen şûrâ-yı şer’î ile yaşaya­bilir, o düşmanları durdurur, o hâcetlerin te­minine yol açar.» (Hutbe-i Şamiye sh: 62)
Ümmetin itimad edeceği mu’temed bir tefsirin ya­zıl­ması da bir meclis-i ilmiye ile olmasını lüzumlu gö­ren Bediüzzaman Hazretleri şu ehemmiyetli hu­susları nazara ve­rir:
3- «Bu mukaddemeden maksadım, efkâr-ı umu­miye bir tef­sir-i Kur’ân istiyor. Evet, her zamanın bir hükmü var. Zaman dahi bir müfessirdir. Ahval ve vu­kuat ise, bir keşşaftır. Efkâr-ı âmmeye hocalık edecek, yine efkâr-ı âmme-i ilmiyedir. Bu sırra binaen ve isti­naden isterim ki: Müfessir-i azîm olan zamanın taht-ı riya­setinde, herbiri bir fende mütehassıs, mu­hakkikîn-i ule­madan müntehap bir meclis-i meb’usan-ı ilmiye teşki­liyle, meşveretle bir tef­siri telif etmekle sair tefasirdeki münkasım olan me­hasin ve kemâlâtı mühezzebe ve mü­zeh­hebe olarak cem etmelidirler. Evet, meşruti­yettir her­şeyde meşveret hü­kümfermâdır. Efkâr‑ı umu­miye dahi dide­bandır. İcma-ı ümmetin hücciyeti buna hüccettir.» (Muhakemat sh: 22)
4- «Kur’ân-ı Azîmüşşanın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz bir içtihada malik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zat ol­malıdır. Bilhassa bu zaman­larda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir he­yetin tesanüdüyle ve o he­yetin telâhuk-u efkâ­rından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassupların­dan âzâde olarak tam ihlâsla­rından doğan dâhi bir şahs-ı mânevîde bulu­nur.» (İşarat-ül İ’caz sh: 7)
5- «Saltanat-ı efkârın icrâ-yı hasenesindendir ki: Hakaik-i İslâmiyetin güneşi, evham ve hayalât bulutla­rın­dan kurtulmuş, her yeri tenvire başlamıştır. Hattâ dinsiz­lik bataklığında taaffün eden adamlar dahi o zi­yayla istifa­deye başlamıştırlar.
Hem de meşveret-i efkârın mehasinindendir ki: Makasıd ve mesalik, burhan-ı kàtı’ üzerine teessüs ve her kemale mümidd olan hakk-ı sabitle hakaikı rap­tey­lemesi­dir. Bunun neticesi: Batıl, hak suretini giy­mekle efkârı al­datmaz.» (Muhakemat sh: 37)
Meşveret-i şer’iyenin idare sistemine ve efkâr-ı milli­yeye bakan hikmet­leri:
6- «Meşrutiyet-i meşrua denilen dünyada beşer sa­adetinin bir sebebi ve hâkimiyet-i milliyeyi temin ile makine-yi hayatın buharı olan hürriyet­teki irade-i cüz’i­yeyi istibdat ve tahakkümün be­lâsından kurtaran meşve­ret-i şer’iyenin maya­sıyla mayalandıran meşrutiyet-i meşrua sizi her­kes gibi imtihana davet ediyor ki, sinn-i rüşde bülû­ğu­nuzu ve vasîye adem-i ihtiyacınızı görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Mevcudiyetinizi ittihadla göste­riniz ve hamiyet-i diniye-i millî ile fikir ve vicdan-ı şahsiyenizi milletin kalb ve akl-ı müştereki gibi gösteri­niz. Yoksa, sıfır çekecek ve şehadetnâme-i hürriyeti eli­nize vermeyecektir.» (Divan-ı Harbî Örfî sh: 53)
7- «S – Âlem-i İslâm ulemasının ortalarındaki müt­hiş ihti­lâfata ne dersn? Reyin nedir?
C – Ben âlem-i İslâmiyete gayr-ı muntazam veya inti­zamı bozulmuş bir meclis-i meb’usan ve bir encü­men-i şûrâ nazarıyla bakıyorum. Şeriattan işitiyoruz ki, rey-i cum­hur budur, fetvâ bu­nun üzerinedir.» (Münazarat sh: 78)
8- «S – Acaba kâinatta, şu meclis-i âli-i İslâm, şu ser­gerdan küre şehrinde bir intizamı daha bulamayacak mı­dır?
C – İman ederim ki, umum âlem-i İslâm, mil­let-i insa­niyede ve Âdem kavminde bir mec­lis‑i meb’usan-ı mu­kaddese hükmüne geçecek­tir. Selef ve halef, asırlar üzerinde birbirine bakıp ma­beynle­rinde bir encümen-i şûra teşkil edecek­lerdir. Fakat, birinci kısım olan ihtiyar babalar, sâki­tane ve si­tayişkârane dinleyeceklerdir.» (Münazarat sh: 80)
Bediüzzaman Hazretleri hem Osmanlı Devletine hem gele­cekteki ce­mahir-i müttefika-i İslâmiyyenin si­yaset eh­line, şûrâ’­nın ehemmiyet ve lüzû­munu beyan eden yazı­sının bir kısmında şu hususa dikkat çeker:
9- «Sadaret üç mühim şûrâya bizzat istinat ediyor, yine kifa­yet etmiyor. Halbuki böyle inceleşmiş ve ço­ğal­mış münasebat içinde, içtihadattaki müthiş fevzâ, efkâr-ı İslâmiyedeki teşettüt, fâsid medeni­yetin tedahülüyle ah­lâktaki müthiş te­denniyle be­ra­ber, meşihat cenahı bir şahsın içtihadına terk edil­miş.
Fert tesirat-ı hariciyeye karşı daha az mukavimdir. Tesirat-ı hariciyeye kapılmakla çok ahkâm-ı diniye feda edildi.
Hem nasıl oluyor ki, umurun besateti ve taklit ve teslim câri olduğu zamanda, velev ki intizamsız olsun, yine meşihat bir şû­râya, lâakal kazaskerler gibi, mühim şahsiyetlere istinat ederdi. Şimdi iş besatetten çıkmış, taklit ve ittibâ gevşemiş olduğu halde, bir şahıs nasıl ki­fayet eder?
Zaman gösterdi ki, hilâfeti temsil eden şu me­şihat-ı İslâmiye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şâmil bir müessese-i celiledir. Bu sönük va­ziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yal­nız İstanbul’un irşadına da kâfi gel­miyor. Öyleyse, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimat ede­bilsin. Hem menba, hem mâkes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i di­niyesini hakkıyla ifa edebilsin.
Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u ce­maatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâ­lar o ruhu temsil eder.
Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şûrâ-yı âliye-i ilmiyeden tevellüt eden bir şahs‑ı mânevî olmak gerek­tir. Tâ ki, sözünü ona işitti­rebilsin. Dine taal­lûk eden noktalardan, sırat‑ı müstak­îme sevk edebilsin. Yoksa, fert dâhi de olsa, cemaatin ferd-i mâ­nevîsine karşı sivrisinek kadar kalır. Şu mü­him mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i ha­yatiyesini teh­likeye mâruz bı­rakıyor.
Hattâ diyebiliriz, şimdiki zaaf-ı diyanet ve şeair-i İslâmiyetteki lâkaytlık ve içtihadattaki fevzâ, meşihatın zaafından ve sönük ol­masından meydan almıştır. Çünkü, hariçte bir adam reyini, ferdi­yete istinat eden meşihata karşı muhafaza edebilir. Fakat böyle bir şû­râya istinad eden bir şeyhülislâmın sözü, en büyük bir dâhiyi de, ya içtihadından vazgeçi­rir, ya o içtihadı ona münhasır bıra­kır.
Her müstaid, çendan içtihad edebilir. Lâkin içti­hadı o vakit düsturü’l-amel olur ki, bir nevi icmâ veya cumhurun tasdikine ik­tiran ede. Böyle bir şeyhülislâm mânen bu sırra mazhar olur. Şeriat-ı garrâda daima icmâ ve rey-i cumhur medâr-ı fetva olduğu gibi, şimdi de fevzâ-i ârâ için, böyle bir faysala lü­zum-u kat’î vardır.» (Sünuhat Tuluat İşarat sh: 32)
10- «Hem de mânâ-yı meşrutiyete iptilâ ve mu­habbe­timin se­bebi şudur ki: Asya’nın ve âlem-i İslâmın istik­balde terakkisinin birinci kapısı meşrutiyet-i meş­rua ve şeriat dairesindeki hürriyet­tir. Ve talih ve taht ve baht-ı İslâmın anahtarı da meşruti­yetteki şûrâdır.» (Divan-ı Harbî Örfî sh: 48)
11- «Eski Said de, eski zamanda böyle acip bir is­tib­dadı his­setmiş. Bazı âsârında, ona hücumla beyanatı var. O müthiş istib­dâdât-ı acîbeye karşı meşruta-i meş­ru­ayı bir vasıta-i necat görü­yordu. Ve hürriyet-i şer’iye, Kur’ân’ın ahkâmı dairesindeki meşveretle o müthiş musibeti def eder diye düşünüp öylece çalış­mış.» (Kastamonu Lâhikası sh: 78)
Bediüzzaman Hazretleri şurâ’ya verdiği aynı ehem­mi­yeti, Risale-i Nur dairesindeki hizmet faaliye­tinde de meş­verete ihtiyaç duyduğunu söyler. Mesela der ki:
12- «Bu mektupta bir ince meseleyi meşveret sure­tiyle reyinizi almak için gönderdik. Münasip midir?» (Emirdağ Lahikası-ll sh: 104)
« وَشَاوِرْهُمْ فِى اْلاَمْرِ emriyle, kardeşlerimle bir meş­verete muhtacım.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 24)
13- «Bu büyük ve ağır ve kıymettar hizmet-i Kur’âniyeye ke­mal-i tesanüdle çalışmak lâzımdır.
Sakın! Dikkat ediniz, ihtilâf-ı meşrebinizden ve zayıf damar­larınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i da­lâlet istifade edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer’iyeyle reyleri­nizi teşettütten muhafaza ediniz. İhlâs Risalesinin düsturlarını her vakit göz önünüzde bu­lundurunuz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 236)
14- «Nakş-ı i’câzı göstermek tarzında bir Kur’ân yazmaya dair mühim bir niyetimi, hizmet‑i Kur’ân’daki kardeşlerimin na­zarlarına arz edip meşveret etmek ve on­ların fikirlerini is­timzaç etmek ve beni ikaz etmek için şu kısmı yazdım, onlara müra­caat ediyorum.» (Mektubat sh: 405)
15- «Hâfız Ali’nin mektubunda, medrese-i Nuriyenin üstadı olan Hacı Hâfız ile gayet samimâne ve uhuvvetkâ­râne gö­rüşmeleri ve meşveretleri bizleri çok mesrur ey­ledi.» (Kastamonu Lâhikası sh: 199)
16- «Risale-i Nur dairesindeki şakirdler, istişare sure­tinde, tab etmek gibi çok ehemmiyetli işleri gör­meye başlamalarıdır.» (Kastamonu Lâhikası sh: 129)
17- «Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: İhtiyat ve temkin ve meşveret etmek lâ­zım­dır.» (Şualar sh: 535)
18- «Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh iki defa "Sırran tenevverat" demesi, Risale-i Nur perde altında tenev­vür ve tenvir eder diye işa­ret ediyor. Mümkün olduğu kadar ge­çici rüzgârlara ehemmiyet vermeyiniz, bakma­yınız. Zaten mabeyninizde samimî tesanüd ve meşveret-i şer’iye, sizi öyle şeylerden muha­faza eder. İçinizdeki şahs-ı mânevi­nin fikrini, o meşve­retle bildi­rir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 130)
19- «Hem şimdi nazar-ı dikkati Risale-i Nur şakirdle­rine celb etmemek münasiptir diye düşünüyo­rum. Fakat yedi sene Harb-i Umumîye bakmayan ve yirmi beş sene gazeteleri okumayan, din­lemeyen bu kardeşinizin fikri, bu meselede sorulmaz. Asıl fikir sahibi, sizler ve Risale-i Nur’un has şakirdleri ve mü­dakkik nâşirleri, meşveretle, hususan Ispartadakilerle, maslahat ne ise yaparsınız.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 109)
20- «Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirdlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 223)
21- «Medâr-ı nizâ bir mesele varsa meşve­ret ediniz. Çok sıkı tutmayınız herkes bir meşrepte ol­maz. Müsamahayla bir­birine bakmak şimdi elzemdir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 234)
22- «Hizmet-i Kur’âniyeye kemal-i tesanüdle ça­lış­mak lâ­zımdır.
Sakın! Dikkat ediniz, ihtilâf-ı meşrebinizden ve zayıf damar­larınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i da­lâlet istifade edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer’iyeyle reyleri­nizi teşettütten muhafaza ediniz. İhlâs Risalesinin düsturlarını her vakit göz önünüzde bu­lundurunuz. Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risale-i Nur’a büyük bir zarar vere­bilir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 236)
23- «Şimdi namazda bir hâtıra kalbe geldi ki, kar­deş­lerin, zi­yade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve mânevî ders ve yardım ve himmet bekliyor­lar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkân­ların meşveret­lerine bıraktın ve isabet et­tin. Aynen öyle de, uhrevî ve Kur’ânî ve imanî ve ilmî iş­lerinde dahi Risale-i Nur’u ve şakirdlerinin şahs-ı mâ­nevîlerini tevkil ile o hâlis, muhlis hasların şahs-ı mâ­nevîleri sen­den çok mükemmel o vazi­feni kendi vazi­feleriyle bera­ber yaparlar.» (Şualar sh: 492)
24- «Nur fabrikasının sahibiyle kahraman Tâhirî bizi gayet mesrur eden müjdeler veriyorlar, hem bazı mesele­leri soruyorlar. Sizlerdeki erkânın verdikleri ka­rar ve mü­nasip gördüğü tarzlar, benim reyimin fev­kinde inşaallah isabet ederler. Madem benim reyimi de almak istiyorlar. Şimdilik, evvelce nazlanan matbaacı­lara lü­zum yok..» (Kastamonu Lâhikası sh: 222)
25- «Şakirdlerin tensibiyle ve meşveretiyle inti­hap edilecek bir yeni kahraman bulununcaya kadar o vazife­leri taksimü’l-a’mâl suretinde herbir şakird bir va­zifesini yapmaya başlasın.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 189)
Görüşerek ve müzakere ile hizmeti ifa ve icra et­menin mu­kaddemesi mânâsında olan meşveret, istişare ve şûrâ, mezkûr beyanat ve tavsiyelerin ne­ticesi olarak bir esas ve düstur olduğu zâhir oluyor.

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …