MEHDİ MESELESİNDEN BİR NÜKTE
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, âhirzamanda zuhur edecek mehdinin Risale-i Nurlar olduğunu müteaddid yerlerde ders vermiştir. Fakat meselenin nezaketi ve hassasiyetinden dolayı konular kapalı ve bir derece dikkate muhtaçtır. Sırr-ı imtihan da bunu gerektiriyor.
Elbette Risale-i Nurlar O’nun vesilesiyle ortaya çıkmıştır. Fakat O şahsını geri çekmiş ve kitaplardaki dar ve geniş zamanlara bakan ve hükmeden esaslara nazarları çevirmiştir. Mesela bu mektupda da “Âhirzamanda gelecek Hazret-i Mehdi de ona o kıymeti verecek itikadındayım” demekle ilk bakışta sanki başka birisi gelecekmiş gibi anlaşılsa da, dikkat edilirse, Risale-i Nura kimin en çok ehemmiyet verdiği ortaya çıkmaktadır. İşte kim Risale-i Nura bu kadar kıymet vermiş ise, o mehdidir. Üstad da o makamın Risale-i Nurların olduğunu söylemektedir. O halde, kim ki Nurlara talebedir ve onun düsturlarıyla hizmet ediyor, derecesine göre o makamdan hissedardır. Yoksa yeni hizmet tarzları ve lider kişiler yoktur ve ihtiyaç da yoktur. Ancak mükemmeliyete varmak vardır.
O makamın cüz’i bir hissesine sahip olan kişinin kendini “mehdi” veya “gelecek zat” veya “sarıklı genç” zannetmesi Risale-i Nurları ve Üstad Hazretlerini anlamamak olur.
Bu gayr-ı münteşir mektupda Üstad Hazretleri der ki:
“Aziz, sıddık kardeşim ve hizmet-i Kur’aniyede kuvvetli arkadaşım!
Sen Feyzi’ye yazdığın mektubunda bir kelimeye nazar-ı dikkati celbetmen sırrıyla, yirmi dakika mektub ve kitablarla, Feyzi ile konuşurken dikkat etmedim. O gittikten sonra anladım. Nazarınıza verdiğim, o kelimeyi buldum. Kalbime geldi ki: Bu kelime içindir ki, hatırıma gelmedi.
Aziz kardeşim! Bana karşı irtibatınız yalnız Risale-i Nur’un kıymeti ve ehemmiyeti noktasında hakikîdir. Benim şahsım itibariyle haddimden çok fazla bir kıymet tasavvur edip irtibat etmek hakikî değil. Belki de zararı var.
Evet mes’ele ikidir.
Biri, Risale-i Nur’dur.
Biri de, onun bir tercümanı.
Ve Risale-i Nur hakkındaki hüsn-ü zannınız daha fevkinde Risale-i Nur’a lâyıktır. Çünki Kur’an-ı Hakîm’in bir mu’cize-i maneviyesidir. Âhirzamanda gelecek Hazret-i Mehdi de ona o kıymeti verecek itikadındayım.
Eski zamanlarda şahsî birer hidayet edici, birer müceddid her asırda gelmişler. Bu zaman, cemaat zamanı olduğu ve enaniyetin fevkalâde hükmettiği zaman olduğu için, şahsiyetlerin ehemmiyeti hakikat noktasında o kadar yoktur. Yalnız kıymet ve kuvvet, mütesanid cemaatlerden tezahür eden şahs-ı manevîdedir.
Lillâhilhamd, Risale-i Nur’un eczalarından ve şakirdlerin tesanüdünden tezahür eden bir şahs-ı manevî, bizlere ve bu zamana Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın hakaikını izhar etmeğe en mükemmel bir rehber, bir mürşiddir.
Onun hizmetinde bulunan benim gibilere, onun evsaf-ı azîmesini vermek yanlıştır.
Fakat herbirimiz onun evsaf-ı azîmesinden bir nevi mazhariyetle istifade ederiz. Ben itiraf ediyorum ki; ben bu eserlere değil sahib belki hizmetinde bulunmasına da lâyık değildim. Cenab-ı Hakk’ın azamet-i kudretine bir delildir ki; en ehemmiyetsiz bir şahsiyetimi gayet ehemmiyetli bir hakikata delil yapmıştır.
Hem Risale-i Nur, öyle bir derecede kıymetini göstermiş; daha müşterileri ona celbetmek için, bir dellâlını fevkalâde göstermeğe lüzum yok.
Kardeşim! Bu izahatımdan gücenme. Bir derece zamanca lüzumu vardır. Cenab-ı Hakk’a yüzbin şükür ediyorum ki, İnebolu’yu ikinci Isparta hükmüne geçirmiş.
Oradaki kardeşlerimize birer birer selâm ediyorum. Salahaddin’in fıkrası da güzeldir. Isparta’ya gönderilecek emanetler geldi. Birinci İhlas’ın bir küçük hâşiyesini gönderiyorum.
Kardeşiniz Said”
(Kastamonu Gayr-ı Münteşir 147/791)