Marifet-in Nebiyy

Şuâât-ı Marifet-in Nebiyy (A.S.M.)

Müellifi: Bediüzzaman Said-i Nursî


اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ

وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ


Bu kelime-i âliye üss-ül esas-ı İslâmiyet olduğu gibi; kâinat üs­tünde temevvüc eden İslâmiyetin en nuranî ve en ulvî bayrağıdır.

Evet misâk-ı ezeliyye ile peyman ve yeminimiz olan iman, bu men­şur-u mukaddesde yazılmıştır.

Evet âb-ı hayat olan İslâmiyet ise, bu kelimenin ayn-ül hayatın­dan nebe’an eder.

Evet, ebede namzed olan nev-i beşer içinde saadet-saray-ı ebediyeye tayin ve tebşir olunanın ellerine verilmiş bir ferman-ı eze­lîdir.

Evet şu kelime, kalb denilen avâlim-i gayb’a karşı olan pencere­sinde kurulmuş olan latife-i Rabbâniyenin âyinesine in’ikas eden Sultan-ı Ezel’in tecellîsini ilân eden bir harita-i nuraniyesidir ve ter­cüman-ı beli­ğidir.

Evet, vicdanın esrar-engiz olan nutk-u beliğanesini cem’iyet-i kâinata karşı vekaleten inşad eden vicdanın hatib-i fasihi ve kâinata Hâkim-i Ezelîyi i’lan eden imanın mübelliğ-i beliği olan lisanın elinde bir men­şur-u layezalî’dir.

Bu kelime-i şehâdetin iki kelamı birbirine şahid-i sadıktır. Ve birbi­rini tezkiye eder. Evet uluhiyyet, nübüvvete bürhan-ı limmîdir. Muham­med Aleyhisselam Sâni-i Zülcelale zatiyle ve lisanıyla bürhan-ı innîdir.

Kelime-i şehâdetin birinci kelamına birinci bürhanı, ikinci kela­mıdır.

S:(*) Sâni’in vücûd ve vahdetine en vâzıh delil nedir?

C: En parlak bürhanı Muhammed’dir (A.S.M.). Ve Nübüvvet-i Ahmediyye’nin en metin bürhanı, nübüvvet-i mutlakadır.

Kâinatta bir hakikat varsa, nübüvvet vardır. Hilkatte nizam varsa, nü­büvvet zaruridir.(**)

Zira insanın vehm-âlud nazarına istikamet; ve tecavüzkâr kuva-yı selâsesine i’tidal; ve isti’dadat-ı maneviyesine inkişaf verecek İlahî bir mürşid olabilir. O ise Nebi’dir.

Dünyada bundan doğru ne haber olabilir ki; yüzbinler enbiya yüzbinler mu’cizat ile nübüvveti iddia etmişler. Mu’cizat ile isbat et­miş­ler.

Nokta-i nübüvvette müttefik, selef halefe mübeşşir. Halef selefe musaddık, asl-ı dinde müttehiddirler.

Öyle ise, cemî-i enbiyanın cemî-i mu’cizatı Hazret-i Muham­med’in (A.S.M.) bir mucizesi hükmündedir. Çünkü medar-ı nübüvvet ve enbi­yaya “nebi” dediren esaslar, Hazret-i Ahmed’de (Aleyhisselam) daha ekmel bulunur.

Dünyada nebi varsa, O da nebidir.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ الَّذِى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِكَ

Evet, sirac-ı vehhac, bürhan-ı katı’ O’dur.

Öyle ise O’nu tanımalıyız. Ve O zat ne derece ulvî, parlak oldu­ğunu bunun ile kıyas edilir ki;السَّبَبُ كَالْفَاعِلِ sırrınca, bütün ümme­tinin bü­tün hasenatının bir misli onun kefe-i hasenatına ilave edilmiştir.

Mânevî bir cazibe-i umumiyi andıran hidayet ve irşadından herbir ferd ne kadar feyz ve nur almışsa, bir misli o Zât-ı Şerif’e in’ikas etmiş­tir.

İşte derece-i kemâlât gayr-i mütenahî, O’nun ruhundaki istidâd ve ka­biliyet nihayetsiz, muhit-i enfüsî olan zatından başka,

ümmeti­nin âfakın­dan gelen esbâb-ı inkişaf hadsiz olduğundandır ki; Haki­kat-ı Muhammediye (A.S.M.) âlem-i imkânda en râsih, en râcih ha­kikat oldu­ğunu ehl-i keşf ittifak etmişlerdir. Nasıl bazen cüz’î bir tereşşuh, uzak menba’dan suyun gelmesine delil ve sakatlık olmadı­ğına şahid olur. Öyle de küçük bir emare, büyük bir hakikatı ihsas edebilir. Madem ki hadsiz ehl-i kemâl O’nun minhac-ı cedvelinden zülâl-i hayatı içmişler­dir. Bizzarûre gösterir ki, nurdan yapılmış o boru ve hakikatta kazılmış o ark, doğru menba’dan gelir. İnhiraf ve sakatlık yoktur. Şimdi O Zat’ı bize ta­nıttıracak pek çok sâdık muh­birler vardır.

Birincisi: Enbiya meclis-i samîsidir.

İkincisi: Huluk-u azîm merkezi olan Zât-ı Nuranîsidir.

Üçüncüsü: Zaman-ı mazîdir.

Dördüncüsü: Asr-ı Saadettir.

Beşincisi: Başta Şeriat olarak zaman-ı müstakbeldir.

Altıncısı: Başta Kur’ân olarak mu’cizatıdır.

Öyle ise haber almak için bunlara birer birer müracaat edeceğiz.

Hatta eğer mu’cizatı noktasında mevcudatı istintak etsek, göre­cek ve işiteceğiz ki; âlem, enva’ ve ecnasıyla O’nun Risaletine şehâdet ve mu’cizelerine delâlet ve hazine-i gaybdan getirdiği meta’-ı alîye dellâllık ediyor. Güya âleme teşrif ettiğinde, herbir nev’ kendi lisan-ı mahsusuyla alkışladığı gibi; Sultan-ı Ezel, zemin ve âsumanın evtarını intak edip, herbir tel başka lisan ile mu’cizatının nağamatını inşâd etmekle o sada-yı şirin, bu kubbe-i mînada ilel-ebed tanîn-endaz etmiştir.

Güya(***) âsuman, kendi mi’rac ve melek ve kamerin elsine-i semaviyesiyle risaletini tebrik ediyor.

Ve zemin, kendi hacer ve şecer ve hayvanın dilleriyle mu’cizelerine senâhan oluyor.

Ve cevv-i fezâ, kendi cinn ve bulutun işaratıyla nübüvvetine be­şaret verir ve sâyebanlık ediyor.

Ve zaman-ı mazî, enbiya ve kütüb ve kâhinlerin rumûz ve telvihatıyla, O Şems-i Hakikatın fecr-i sadıkını göstererek müjdeci olu­yor.

Ve zaman-ı hal, yâni Asr-ı Saadet lisan-ı haliyle; tabiat-ı Araptaki inkılâb-ı azîmin ve bedevîyet-i sırfdan medeniyet-i mahzanın def’aten te­vellüdünü şahid göstererek nübüvvetini isbat edi­yor.

Ve zaman-ı müstakbel, kendi vukuât ve fünûnun etvar-ı müdakkikane ile O’nun mevkeb-i ikbâlini istikbâl; ve lisan-ı hakî­mane ile irşadatına te­şekkür ediyor.

Nev’i beşer, kendi muhakkikle­riyle, bâhu­sus hatib-i beliğî ki; şems gibi kendi kendine bürhan olan Muhammed’in (A.S.M.) li­san-ı fasihânesiyle hakdan geldiğini, ilân ediyor.

Ve Zât-ı Zülcelâl, kendi Kur’ân’ının lisan-ı beliğanesiyle ol Nebiy-yi Ümmînin ferman-ı risaletini cinn ve inse işittiriyor.

Hangi kuvvet vardır ki, bu icma’ın hükmünü reddetsin? Kimin haddi var, şu ittifaka karşı muhalefet etsin? Hangi şüphe var ki, te­vatür-ü mev­cû­data karşı dayanabilsin?


(*) Sual eden Japondur.

(**) Karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz bırakmayan Kudret-i Fâtıra, beşeri nebîsiz bı­rakmaz.
(***)
Şu müselsel beyan, mucizat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) envaına işarettir.

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …