LAİKLİK HAKKINDA
Bir gazetede şöyle bir ifade var:
“Biz laikliğe karşı değiliz, biz dine karşı olan laikliğe karşıyız.” CNN TV. Ropörtajı/Yeni Asya Gazetesi 30/06/2010
Laiklik, ne kadar çeşitli tariflerle anlatılırsa anlatılsın, değişmeyen temel yapısı dînî hakimiyeti ve hukukunu kaldırmak esasına dayanır. Ancak ezelî ve ebedî hakikata dayanan İslamiyet gibi, hak ve son din müstesna diğer muharref dinler dairesinde laikliğin tarifi farklılık arzeder. Yani, bu muharref dinler hakimiyetinde getirilen laiklik ile İslam gibi hak bir din dairesinde getirilen lakliğin çok büyük farkı vardır. Onun için hristiyan dünyası olan Avrupadan getirilen laiklik, İslam dairesine ölçü olamaz.Yani Avrupada kabul edilen sistem burada geçerli olamaz. Çünkü din, bizde hiçbir zaman ne akla ne hürriyete baskı unsuru olarak kullanılmamıştır.
Bununla alâkalı Mektubatta şöyle bir parça var:
“Körükörüne taklidciliğe alışan buradaki hamiyet-füruşlar diyorlar ki: “Madem Hristiyan dininde böyle bir inkılab oldu; bidayette inkılabcılara mürted denildi, sonra Hristiyan olarak yine kabul edildi. Öyle ise, İslâmiyette de böyle dinî bir inkılab olabilir?”
Elcevab: Bu kıyasın, Birinci İşaret’teki kıyastan daha ziyade farkı zahirdir. Çünki Din-i İsevî’de yalnız esasat-ı diniye Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dan alındı. Hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şer’iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sair rüesa-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi. Kısm-ı a’zamı, kütüb-ü sâbıka-i mukaddeseden alındı. Hazret-i İsa Aleyhisselâm, dünyaca hâkim ve sultan olmadığından ve kavanin-i umumiye-i içtimaiyeye merci’ olmadığından; esasat-ı diniyesi, hariçten bir libas giydirilmiş gibi, şeriat-ı Hristiyaniye namına örfî kanunlar, medenî düsturlar alınmış, başka bir suret verilmiş. Bu suret tebdil edilse, o libas değiştirilse, yine Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın esas dini bâki kalabilir. Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı inkâr ve tekzib çıkmaz. Halbuki din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm iki cihanın sultanı, şark ve garb ve Endülüs ve Hind, birer taht-ı saltanatı olduğundan; Din-i İslâm’ın esasatını bizzât kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz’î âdâbını dahi bizzât o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor. Demek füruat-ı İslâmiye, değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki; onlar tebdil edilse, esas-ı din bâki kalabilsin. Belki esas-ı dine bir ceseddir, lâakal bir cilddir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş; kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya sahib-i şeriatı inkâr ve tekzib etmek çıkar.” M:435
“Saadet-i beşeriye dünyada adalet ile olabilir. Adalet ise doğrudan doğruya Kur’anın gösterdiği yol ile olabilir…” (H:78)
Bazı dindar meb’uslar, Eski Said’e dediler:
“Sen her cihette siyaseti dine, şeriata âlet ediyorsun ve dine hizmetkâr yapıyorsun ve yalnız şeriat hesabına hürriyeti kabul ediyorsun. Ve meşrutiyeti de meşruiyet suretinde beğeniyorsun. Demek hürriyet ve meşrutiyet, şeriatsız olamaz. Bunun için seni de "şeriat isteriz" diyenlerin içine 31 Mart’ta dâhil ettiler.
Eski Said onlara demiş ki:
Evet millet-i İslâmiyenin sebeb-i saadeti, yalnız ve yalnız hakaik-i İslâmiye ile olabilir. Ve hayat-ı içtimaiyesi ve saadet-i dünyeviyesi şeriat-ı İslâmiye ile olabilir. Yoksa adalet mahvolur. Emniyet zîr ü zeber olur. Ahlâksızlık, pis hasletler galebe eder. İş yalancıların, dalkavukların elinde kalır.” (H:74)
“Meleke-i marifet-i hukuk" dedikleri, her fenalığın maddeten zararını ihsas ede ede ve efkâr-ı umumiyeyi ikaz etmekle hasıl olan "meleke-i riayet-i hukuk" dedikleri emri, şeriat-ı İlahiyeye bedel olarak dinsizlerin tasavvuru ve şeriattan istiğnaları bir tevehhüm-ü bâtıldır.” Mu:141
“Mahkeme reisi Hurşid Paşa sorar:
– Sen de şeriat istemişsin?…
Bediüzzaman cevap verir:
Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir.” T:60
“Bediüzzaman Hz. 1909 lardaki siyasi dalgalanmaların önlenmesinde önemli bir çare olarak islâm hukukunun tatbikıni görüyor ve diyor ki: “En mukaddes maksadım, şeriatın ahkâmını tamamen icra ve tatbiktir.” (D:25)
Esasen İslâm hukuku, yani Kur’andaki kanun ve esaslar, Allah’ın sonsuz ilminden geldiği için onlarda, eksiklik tutarsızlık aramak ve geçersizliğini düşünmek, imanla bağdaşmaz.
“Din İle Hayat Kabil-i Tefrik Olduğunu Zannedenler Felâkete Sebebdirler
Şu jön-türkün hatası; bilmedi o bizdeki din hayatın esası. Millet ve İslâmiyet ayrı ayrı zannetti.
Medeniyet müstemir, müstevli vehmeyledi. Saadet-i hayatı içinde görüyordu. Şimdi zaman gösterdi,
Medeniyet sistemi (*) bozuktu, hem muzırdı; tecrübe-i kat’iyye bize bunu gösterdi.
Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhya-yı din ile olur şu milletin ihyası. İslâm bunu anladı…
Başka dinin aksine, dinimize temessük derecesi nisbeten milletin terakkisi. İhmali nisbetinde idi milletin tedennisi. Tarihî bir hakikat, ondan olmuş tenâsi…” S:717
İslâm hukukunun mer’iyetten kaldırmak esasına dayanan lâiklikle, halk ekseriyetine istinad eden cumhuriyet; büyük çoğunluğu müslüman olan bir milletin kuracağı devlet bünyesinde cem’ olamaz, birbirini nakzeder. Zira lâikliğin benimsenmesiyle iman birleşmiyor. Bu hüküm dinde kesindir.
Çok kısa olarak naklettiğimiz kısımlar iyi niyet sahibi olanlara yeterli delillerdir.