LAHİKA MEKTUBU İDDİASINA CEVAB
İttihad İlmi Araştırma Heyeti
Nurcular dairesinde görünen bir gazete, neşrettikleri gazete yazılarının Risale-i Nurun günlük lahika mektubu vazifesini gördüğünü iddia etti. Üstelik bu asılsız ve delilsiz iddiasına Zübeyir Ağabeyi de ortak ediyor. Halbuki Zübeyir Ağabey, yanlışa düşülmemesi için gazetenin ilk devrelerinde, arka planda kalarak istikametlendirmek istemiş ve bazı tavsiyelerde bulunmuş ise de gazete Zübeyir Ağabeyin tavsiyelerini zahiren dinler gibi görünürken, giderek kendi anlayışlarına göre yürüdü. Bu yanlış hareketiyle de, Risale-i Nura teslimiyetli sadık Nurcular nazarında giderek itibarını kaybetti ve ediyor.
Zübeyir Ağabeyin vefatına kadar aynı mekânda bulunan bizler, Zübeyir Ağabeyin gazeteye karşı ilk ve son tavırlarını yakından görüp bilen kişiler olarak durumu icmalen anlatıyoruz. Zübeyir Ağabeyin bu ilk ve son iki tavrı bazan iltibas ediliyor, bazan da birinci tavrı hayatının sonuna kadar teşmil ediliyor. Evet, Zübeyir Ağabey, fazlaca yanlışlara düşülmemesi ve dahilde gürültülere yol açılmaması için 19 maddelik bir hareket tarzını yazdı ve daktiloda yazmam için bana verdi. Ben de onu üç nüsha yazıp iki nüshayı Zübeyir Ağabeye verdim, birini de kendime aldım. Gazeteye gönderilen bir nüshanın ise, örtbas edildiğini daha sonra öğrendik. Abdulkadir Badıllı Ağabey bu yazıyı benden istedi ve verdim, Mufassal Tarihçesinin birinci baskısında kaydetti.
Esasen Zübeyir Ağabey gazetenin çıkmasına pek tarafdar değildi. Muhterem Seyyid Salih Ağabey, gazete çıkarmak niyetiyle İstanbula gelince bana rastladı ve gazete çıkarmak düşüncesini benden sordu. Çıkacak gazetenin tutumunu tahmin ederek, müstenkif kalır manada cevab verdim. Daha sonra Zübeyir Ağabeyle görüştü, Zübeyir Ağabey kendisine:
“Nurcular gazeteyi yaşatırlar gibi düşünme; gazetenin tutumuna bakarız ve ona göre hükmederiz” manasında cevab verdi ki ben de bu cevaba şahid oldum.
Evet, Zübeyir Ağabey gazetenin ilk devresinde sözünü dinletip, zararlardan koruyabilmek için, bazı sözlü okşamalar yapmıştır. Fakat vâesefa!….
Evet, çok kısadan anlatırsak, giderek tutumu değişen gazete, medrese ehlini gazeteye çekmek, yani dar daireyi geniş daireye çekmek gibi ciddi yanlış hareketlerinden dolayı, Zübeyir Ağabeyle beraber Haseki’deki rutubetli bir medreseye geldik. Yani gazete heyetinden uzaklaştık. Bu uzaklaşmayı Yeni Asya mensublarından birisi, yazdığı kitabında, benim felsefeci olduğum ithamına dayandırdı. Halbuki benim felsefeciliğe muhalif olduğumu bildikleri halde bu asılsız iddiayı yazıp neşrettiler. Çünkü Zübeyir Ağabeyin bu uzaklaşma sebebi bilinirse, aldanan kişiler Yeni Asya merkezinden koparlardı.
Eğer neden bu durumu etraflıca anlatmıyorsunuz denilirse, deriz ki, mizacımız, dünyevî boğuşmalara müsaid değil. Hem Zübeyir Ağabeyin çok üzüldüğü gazete meselesi hakkında bize:
“Zaman halledecek, zamana havale ettim” demiştir.
Evet bu dünya, Mahkeme-i Kübraya sevk gerekçelerinin hazırlandığı yerdir. Bu gibi hikmetler için daire-i Nur içinde zaruret olmadan çok mesuliyetli olan gürültüleri çıkarmamak gerektir. Hem de yarım asrı geçen Risale-i Nurla meşguliyetimize hissiyat karışır ve ihlas dahi zedelenir. Onun için böyle maceralı hayattan uzak durup Allaha havale ediyoruz. Ancak böyle bizi mesul edecek derecede meseleler çıkarılınca, mecburiyetle izah etmek gayesiyle azıcık temas ederiz. Aslında mecburiyet ve mesuliyet olmasa, Allaha havale edip hiç karışmayacaktık.
Daire içinde mecbur olmadan gürültü çıkarmamayı tavsiye eden Hz. Üstad diyor ki:
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sizin tesanüdünüze benim ziyade ehemmiyet verdiğimin sebebi yalnız bize ve Risale-i Nur'a menfaati için değil, belki tahkikî imanın dairesinde olmayan ve nokta-i istinada ve sarsılmayan bir cemaatin kat'î buldukları bir hakikata dayanmağa pek çok muhtaç bulunan avam-ı ehl-i iman için dalalet cereyanlarına karşı yılmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir merci', bir mürşid, bir hüccet olmak cihetiyle sizin kuvvetli tesanüdünüzü gören kanaat eder ki; bir hakikat var, hiç bir şeye feda edilmez, ehl-i dalalete başını eğmez, mağlub olmaz diye kuvve-i maneviyesi ve imanı kuvvet bulur, ehl-i dünyaya ve sefahete iltihaktan kurtulur.” Ş:320
Yani mecburiyet olmadan tesanüde zarar vermek, avam-ı ehl-i imanın ehl-i dalalete iltihak etmelerine yol açar diye şiddetli bir ikazdır.
Evvela çok meselelerde olduğu gibi bu meselede de, yani haslar dairesinin manevi merkeziyeti ve geniş daire ile karıştırılıp hizmet ehlini o dairenin cazibe ve gafletine düşürmemenin lüzumu, Risale-i Nurda tekraren ve sarahatla nazara verilir. Yani, dar dairenin istiklaliyeti nazara alınması şarttır. Gazete bu prensipleri adeta yok sayıyor. Risale-i Nurun bu derslerini bilen teslimiyetli Nurcular böyle iddialara kanmazlar. Risalelerden birkaç örnek verelim:
“Siyaset lisanı olan hiçbir gazeteyi, ne okudum ve ne de dinledim ve ne de istedim. “ T:243
“Siyaset lisanı olan gazeteleri bu müddet zarfında hiç okumadığım…” T:220
“Risale-i Nur'un bu kadar muarızlarına mukabil en büyük kuvveti ihlas olduğundan ve dünyanın hiçbir şeyine âlet olmadığı gibi, tarafgirlik hissiyatına bina edilen cereyanlara, hususan siyasete temas eden cereyanlarla alâkadar olmaz. Çünki tarafgirlik damarı ihlası kırar, hakikatı değiştirir.”E:273
“Kur'an-ı Hakîm'in hizmetinin bütün siyasetlerin fevkinde bir ulviyeti var ki, çoğu yalancılıktan ibaret olan dünya siyasetine tenezzüle meydan vermiyor.” (M:47)
“İman hizmeti, iman hakaikı, bu kâinatta herşeyin fevkindedir; hiç bir şeye tâbi' ve âlet olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalalet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi' veya âlet telakki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur'an-ı Hakîm'in hizmeti bize kat'î bir surette siyaseti yasak etmiş.” (K:137).
“Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlarını ehl-i dalaletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyaset noktasında değil. Çünki iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler. İhlas kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nur'u hiç bir şeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar.” (Em:35)
“Nur şakirdleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünki iman, mâl-i umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahibleri var. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zendekaya, dalalete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü'minlerin uhuvveti esastır.” E:180
“Ben de Nur-u Kur’anı elde tutmak için “euzübillahi mineşşeytani vessiyaseti” deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elim ile nura sarıldım. Gördüm ki, siyaset cereyanlarında; hem muvafıkta, hem muhalifte, o nurların âşıkları var. Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkârane telakkiyatlarından müberra ve safi olan bir makamda verilen ders-i Kur’an ve gösterilen envar-ı Kur’aniyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve ittiham etmemek gerektir..
Elhamdülillah” siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’anın elmas gibi hakikatlarını propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim.” (M.49)
Çok az bir kısım olarak nazara verilen bu sarih beyanlar, açıkça gösteriyor ki:
Dar dairenin -yani hakiki nurcuların- asıl vazifesi olan iman hizmetinde tarafgirlik olamaz ve siyasî cereyanlara ihtilaten dahil olamaz, ancak ders ve tebliğ vasıtalariyle Risale-i Nurdan ikazlar gösterirler.
Merhum Zübeyir ağabey Hz. Üstad’ın Risale-i Nur hizmetinde dört esas takip ettiğini bize anlatmıştı.
Bu dört esas da hülâsaten şunlardır:
- Risale-i Nur’un neşri ve muhtaçlara tebliği.
- Dershaneler açılıp Risale-i Nur eserleriyle dersler yapılması.
- Dershanelerde hizmette bulunacak hâlis, sâdık, fedakâr hizmet ehlinin yetişmesi.
- Zamanla ortaya çıkan bazı hadiseler karşısında istikametli hareketi tayin ve tebliğ etmek; Risale-i Nur ve hizmet düsturların ehemmiyetini beyan ve teşvik etmek; muarızların aleyhteki plân ve propagandalarına karşı ikaz etmek; Nur cemaatının manevî istinad noktasını göstermek gibi hikmetler için Risale-i Nur külliyatından alınan parçalarla hazırlanan lahika mektuplarının haslar dairesinden neşredilmesidir. Bu tarz ihtiyaçlar devam ettiği cihetiyle lâhikaların da neşir ve derslerin devamı gereklidir.
Bir gün Tahirî Mutlu Ağabey ikindi namazı ve dersinden sonra biraz oturup konuşalım dedi ve ikimiz oturduk ve lahika mektubları mevzuunun sohbetine başladık. Epeyce devam eden sohbetten sonra Tahirî Ağabey bana:
-Parası benden, şimdi gidip teksir makinesini alacaksın dedi. Ben ise, bu saatlerde makinenin satıldığı mağazalar kapanır, yarın alırız dedimse de Tahirî Ağabey “hayır, Üstadımız te’hir ettirmezdi” diyerek beni gönderdi. Ben de teknik işlerinden anlayan bir kardeşimizi bulup bu vazifeyi ona verdim ve nihayet makine geldi. Halbuki gazetenin lahika vazifesini gördüğünü iddia eden gazete o zaman neşrediliyordu. Eğer Tahirî Ağabey gazeteye bir telefonla, gazeteniz lahika vazifesini de yapsın dese idi, hemen bu işe sahib çıkarlardı. Halbuki Tahirî Ağabeyin böyle bir düşünce sahibi olması mümkün değildi. Hatta o devreler, aynı gazete Risale-i Nurdan bazı kısımları neşre başladı ve Tahirî Ağabey müdahale etti. Bu müdahale sebebiyle gazete Nurlardan yaptığı neşriyata bir ara verdi ve tekrar başlayınca Tahirî Ağabey beni odasına çağırdı ve bana bu neşriyata müdahale edeceğini anlattı. Meselenin ciddiyeti sebebiyle bu konuşmasının bir kısmını ihtiyaten teybe aldım ve bu konuşması bende mevcuddur.
Evet, haslar dairesi Risale-i Nurun bekçileridir diye külliyatta tekraren nazara verilir.
Mesela: «Her vakit yanımda bulunan kardeşlerim, Risale-i Nur’a sizin gibi pek ciddî sahip ve muhafız ve vâris ve hakikatbîn ve kıymetşinas zatların benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlâslı olarak vazife-i Kur’âniye ve imaniyede çalıştıklarını gördüğümden, kemâl-i ferah ve sürur ve itminan ve istirahat-i kalble ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılıyorum, bekliyorum.» (Kastamonu Lâhikası sh: 5)
«Rabb-i Rahîmime hadsiz şükür olsun ki, sizin gibileri Risaletü’n-Nur’a sahip ve nâşir ve muhafız halk etmiş, benim gibi âciz bir biçarenin zayıf omuzundaki ağır yükü çok hafifleştirmiş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 14)
«Hâlık-ı Rahîme hadsiz şükrederim ki, sizler gibi sebatkâr ve fedakâr kardeşleri Risaletü’n-Nur’a sahip ve nâşir yapmış. Ben sizleri düşündükçe, ruhum inşirah ve kalbim ferahlarla dolar. Daha dünyadan gitmek benim için medâr-ı teessüf olamaz. Sizler kaldıkça ben yaşıyorum diye, mevte, dostâne bakıyorum, ecelimi telâşsız bekliyorum. Allah sizden ebeden râzı olsun. Âmin, âmin, âmin.» (Kastamonu Lâhikası sh: 21)
«İhtiyar, zayıf, âciz bir Said yerine genç, kavî, iktidarlı çok Said’ler sizlerde vardır. Aynı ruh, aynı ifade, aynı iman… Hadsiz şükür ve senâ olsun ki Rabb-i Rahîm sizleri Risale-i Nur’a hâmi, nâşir, sahip, şakird eylemiş. Bizlere pek çok ağır müşkilât içinde kudsî hizmete muvaffakıyet ihsan etmiş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 27)
«Risale-i Nur talebelerinin hasları olan sahip ve vârisleri ve haslarının hasları olan erkân ve esasları olan kardeşlerime bugünlerde vuku bulan bir hadise münasebetiyle beyan ediyorum ki, Risaletü’n-Nur hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risaletü’n-Nur’dadır.» (Kastamonu Lâhikası sh: 76)
Yani Risale-i Nurun haslar dairesi, Risale-i Nura kanaat edip başka şeylere el atmaması isteniyor.
Evet, «Risale-i Nur’un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-i imaniyenin vazifesi içinde iken zâlimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlarla bulaştırmamak gerektir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 118)
«Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı mânevîsi “Ferid” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 196)
"Bu hakaik-i imaniye-i Kur’âniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur’ân’ın hakikatleri, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarını indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan imanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur’un has ve sâdık talebeleri, gayet şiddet-i nefretle siyasetten kaçıyorlar." (Kastamonu Lâhikası sh: 146)
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Şimdi namazda bir hâtıra kalbe geldi ki: Kardeşlerin ziyade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve manevî ders ve yardım ve himmet bekliyorlar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de; uhrevî ve Kur'anî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur'u ve şakirdlerinin şahs-ı manevîlerini tevkil ile o hâlis, muhlis hasların şahs-ı manevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar.” Ş:492
“Bundan sonra her mes'elemizde emir, Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsini temsil eden has şakirdlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir re'yim var.” E:223
Bütün bu beyanlar ve benzerleri, sarahatla gösteriyor ki Risale-i Nurun hizmet istikametini göstermek, haslar dairesine aiddir. Nurun hizmet hayatında devam edegelen teamülî bir düsturdur. Teşvik manasındaki takrizî mektublar dahi meslek-i Nuriyeye mutabakatı için has dairenin nazarından geçmelidir.
Rüşdü Tafral
5.3.2007