KÜRD MİLLETİ
Kürd milleti, daha çok Anadolunun doğusunda bulunan ve müslüman milletimizin kardeşi olan bir millettir. Tarihî muhaceretler neticesi olarak içlerinde meşhur seyyid şahsiyetler bulunmuş ve bulunmaktadır.
Gizli nifak cereyanı müslüman milletimizi Türk-Kürd diyerek ikiye bölüp boğuşturmak istemişler ise de, dinimizin İslâm milliyetini esas aldığını bilen hakiki müslümanları aldatamamışlardır. Hatta bu sinsi cereyan bu plânlarını Bediüzzaman Hazretlerine de çevirip propagandalar yapmıştır. Evet, Hz. Üstad ehl-i dünyaya hitaben diyor:
“Eğer derseniz: Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyet-perverlik fikri var; o işimize gelmiyor.
Ben de derim: Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda. Şahid gösteriyorum ki: Ben اْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ ferman-ı kat’îsiyle, eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyet-perverliğe, Avrupa’nın bir nevi firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm içine atmış; ta tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar.” M:63
Menfî bir surette ırkçılığı tahrik ederek milletimizi bölmek isteyen gizli ve sinsi cereyana Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği cevabının bir kısmında şöyle der:
“Eğer milyonlarla efradı bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin hakikî bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürdlerin milliyetini kaldırıp, onların dilini onlara unutturduktan sonra; belki bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz, bir nevi usûl-ü vahşiyane olur. Yoksa sırf keyfîdir. Eşhasın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz!” M:430
Vehimli bir suale Hz. Üstadın verdiği bir cevab:
Sual: “Böyle nâzik bir zamanda din mes’elesini ortaya atmak münasib görülmüyor.
Elcevab: Biz dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz.
لاَ خَيْرَ فِى الدُّنْيَا بِلاَ دِينٍ
Sâniyen: Madem ki meşrutiyette hâkimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milletimiz de yalnız İslâmiyet’tir. Zira Arab, Türk, Kürd, Arnavut, Çerkez ve Lazların en kuvvetli ve hakikatlı revabıt ve milliyetleri, İslâmiyet’ten başka bir şey değildir. Nasılki az ihmal ile tavaif-i mülûk temelleri atılmakta ve onüç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i cahiliyeyi ihya ile fitne ikaz olunmaktadır. Ve oldu gördük…” H:93
Yani müslüman unsurlar, İslam milliyeti dairesinde bir millettir ve bir millet olmalıdır.
Hz. Üstadın Osmanlının son devresinde o zamanın hükümetine ehemmiyetli bir teklifinden bir kısmı aynen şöyledir:
“Câmi-ül Ezher’in kızkardeşi olan, Medreset-üz Zehra namıyla dâr-ül fünunu mutazammın pek âlî bir medresenin, Kürdistan’ın merkezi hükmünde olan Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbekir’de tesisini isteriz. Emin olunuz biz Kürdler başkalara benzemiyoruz. Yakînen biliyoruz ki, içtimaî hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş’et eder..” Mü:84
Yine Hz. Bediüzzaman’ın maarife aid resmi makamlardan istediği bir talebi de şöyledir:
“…Bediüzzaman’ın Mabeyn’e verdiği dilekçesi yukarıda zikri geçmiş maksad ve niyyetleri de ihtiva etmektedir. Dilekçe aynen şöyledir:
“Millet‑i Osmaniye meyanında mühim bir unsur teşkil eden Kürdistan ahalisinin ahvâli hükûmetçe ma’Iûm ise de, hizmet‑i mukaddese‑i ilmiyeye dair bazı metâlibâtı arz etmeye müsaade dilerim.
Şu cihan‑ı medeniyette ve şu asr‑ı terakki ve müsabakatta sair ihvan gibi, yek‑aheng‑i terakki olmak için, hizmet‑i hükûmetle “Kürdistan”ın kasaba ve kurasında mekâtip te’sis ve inşa buyurulmuş olduğu ayn‑ı şükran ile meşhud ise de, bundan yalnız lisan‑ı Türkîye âşina etfâl istifade ediyor. Lisana aşina olmayan evlâd‑ı ekrâd, yalnız medâris‑i ilmiyeyi ma’den‑i kemalât bilmeleri ve mektep muallimlerinin lisan‑ı mahallîye adem‑i vukûfiyetleri cihetiyle maariften mahrum kalmaktadır. Bu ise; vahşeti, keşmekeşi, dolayısıyla Garb’ın şamatetini davet ediyor.
Hem de ahalînin vahşet ve taklid hal‑i ibtidaisinde kalmaları cihetiyle, evham ve şükûkün te’siratına hedef oluyor. Eskidenberi her bir vechiyle Ekradın mâdununda bulunanlar, bugün onların hal‑i tevakkufta kalmalarından istifade ediliyor. Bu ise ehl‑i hamiyyeti düşündürüyor…
Ve bu üç nokta, Kürtler için müstakbelde bir darbe‑i müdhişe hazırlıyor gibi ehl‑i basireti dağ‑dar etmiştir.
Bunun çaresi: Nümûne‑i imtisal ve sebeb‑i teşvik ve terğib olmak için, Kürdistan’ın nikat‑ı muhtelifesinde;
Biri: Ertûşî aşairi merkezi olan Beyt‑üş‑şabab cihetinde…
Diğeri: Motkân, Belkân, Sason vasatında…
Biri de: Sipkân ve Hayderân vasatı olan nefs‑i ‑”Van”da medrese nâm‑ı me’lufiyle, ulûm‑u diniye ve fünûn‑u lâzime ile beraber‑ hiç olmazsa, ellişer talebe bulunmak ve oraca medar‑ı maişetleri hükûmet‑i seniyece tesvid edilmek üzere, üç dâr’üt‑ta’lim te’sis edilmelidir.
Bazı medârisin dahi ihyası, maddî, ma’nevî Kürdistan’ın hayat‑ı istikbaliyesini te’min eden esbab‑ı mühimmesindendir. Bununla ma’arifin temeli te’essüs eder ve bu mebde‑i te’essüsden ittihad takarrur edecek, ihtilaf‑ı dâhiliyeden dolayı mahvolan kuvve‑i cesimeyi hükûmetin eline vermekle, harice sarf ettirilmek için, hakkıyla müstahakk‑ı âdalet ve kabil‑i medeniyet oldukları gibi, cevher‑i fıtrîlerini göstereceklerdir.” Asar-ı Bed’iye: sh:367)
Osmanlı İmparatorluğu’nda bilhsassa son asırlarda, bir çok unsurların yanında üç büyük unsur vardı ki, bunlar sırasıyla Arap, Türk, Kürt unsurları idi. Onun için Bediüzzaman Kürt unsuru için "Mûhim bir unsur" diyor.
“Hem de “milliyet” denilen, mâzi derelerinden ve hal sahralarından ve istikbâl dağlarından hayme-nişîn olan Rüstem-i Zâl ve Selâhaddin-i Eyyubî (Nüsha farkı: Celaleddin-i Harzemşah, Sultan Selim, Barboros Hayri gibi..) gibi Kürd dâhi kahramanlarıyla bir çadırda oturan bir aile ki, herkesi başkasının haysiyet ve şerefi ile şereflendiren ve hissiyat-ı ulvîyenin enmuzeci ve İslâmiyet milliyeti içinde mezc olmuş olan fikr-i milliyetiniz size emr-i kat’i ile emrediyor ki:
Tâ her biriniz umum bir milletin ma’kes-i hayatı ve hâmi-i saadeti ve umum milletin bir misal-i müşahhası olunuz.. şimdiki gibi bir şahıs değil, bir millet kadar büyüyeceksiniz. Zîrâ maksadın büyümesi ile himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiye ile (Türk, Kürd tam birleşmiş İslâmî ve dinî) o milliyetin galeyanıyla ahlâk da tekemmül ve teâli eder.” AB:434
“İbadet ve camideki müsâvât üssül-esas-ı meslek edilse umur-u uhreviyeden olan hamîyet-i millî kuvvetiyle ve teşebbüs-ü şahsî yardımıyla cüz’i muhabbetler öyle bir câzibe-i umumîyeyi teşkil eder ki; Kürd gibi bir kitle-i azimeyi küre gibi tedvîr edecektir. Lâkin haysiyet-i i’tibariyeyi ele almak ve o müsâvât-ı aslîyeyi ihlâl etse; mikropların yuvası gibi ağraz ve enaniyetler intişara başlayacaktır. Ki tiryak yine o müsâvâttır. Zîrâ herkesin bir enesi var.
Ne nesil iledir, ne sâl iledir
Ne câh iledir, ne mal iledir
Beyim ululuk, kemâl iledir.
Beyti bu hakîkata şahiddir.” AB:459
Yine hz. Üstad diyor:
“Ben Kürdistan dağlarında büyümüşüm. Kaba olan ahvalimi Kürdistan kapanıyla tartmalı. Hassas olan medenî İstanbul mizanıyla tartmamalısınız. Öyle yaparsanız, mâden-i saadetimiz olan Dersaadet’ten önümüze sed çekmiş olursunuz. Hem de ekser Kürdleri timarhaneye sevketmek lâzım gelir. Zîra Kürdistan’ da en revaçlı olan ahlâk; cesaret, izzet-i nefis, salabet-i diniye, muvafakat-ı kalb ve lisandır. Medeniyette, nezaket denilen emir, onlarca müdahenedir.” AB:426
Bu kısımda, Hz. Üstad, hakiki kürdlerin ahlak ve seciyeleri olarak cesaret, izzet-i nefis, salabet-i diniye ve muvafakat-ı kalb ve lisandır der. Yani içi dışı ayrı olanlardan değiller diye tarif eder. O halde mezkür evsafa sahib olmayanlar, durumlarını cidden nazara almalıdırlar.