Risale-i Nur Külliyatında Kıyamet bahisleri
İslam dünyasının istikbalinden haber veren ayetler ve hadislerin en güzel şekilde yorumlanması Risale-i Nur Külliyatının muhtelif eserlerinde yapılmıştır. Biz bu hususları nazara vermeye çalışacağız.
Evvela Nur risalelerinde tekrarla ifade edilen ve küremiz olan arzda hayatın nasıl son bulacağı şu şekilde ifade edilmektedir:
“Evet, evet, evet!.. Eğer kâinattan risalet-i Muhammediye’nin (A.S.M.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’an gitse, kâinat divane olacak ve Küre-i Arz kafasını, aklını kaybedecek. Belki şuursuz kalmış olan başını, bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.” (Sözler sh: 110)
Yine aynı manada, “Mevt-i dünya ve kıyamet kopması ise: Bir anda bir seyyare veya bir kuyruklu yıldızın emr-i Rabbanî ile küremize, misafirhanemize çarpması; bu hanemizi harab edebilir. On senede yapılan bir sarayın, bir dakikada harab olması gibi…” (Sözler sh: 113)
KIYAMETTEN ÖNCE BİR DEVR-İ SAADET
Küre-i arz, Kur’an vesilesiyle bir saadet devri görecek inşaallah.. Fakat bir şarta bağlı olacak; o şart da şöyle ifade ediliyor:
“Elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa; İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’anı kabul etmeğe çalışan meşhur hatibleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cem’iyeti gibi rûy-i zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükûmetleri Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünki bu hakikat noktasında kat’iyyen Kur’anın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.” (Sözler sh: 154)
KUR’AN TEFSİRİ OLAN RİSALE-İ NUR’UN BİR BAŞKA FAYDASI
Bütün ayetleri şuurlu olan Kur’an-ı Kerimin okunması ve ahkamıyla amel edilmesi ne kadar mühim şöyle deniliyor:
“Kur’an-ı Hakîm bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir. Eğer el’iyazü billah, Kur’an küre-i arzın başından çıksa, arz divane olacak, akıldan boş kalan kafasını bir seyyareye çarpması, bir kıyamet kopmasına sebeb olması akıldan uzak değildir. Evet Kur’an arşı ferş ile bağlamış bir zincir, bir hablullahtır. Cazibe-i umumiyeden ziyade, zemini muhafaza ediyor. İşte bu Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hakikî ve kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur; bu asırda bu vatanda bu millete, yirmi seneden beri tesirini göstermiş büyük bir nimet-i İlahiye ve sönmez bir mu’cize-i Kur’aniyedir. Hükûmet ona ilişmek ve talebelerini ondan ürkütüp vazgeçirmek değil, belki himaye etmek ve okunmasına teşvik etmek gerektir.” (Şualar sh: 376)
KIYAMETİN VAKTİNİ KATİ OLARAK KİMSE BİLEMEZ
“Cenab-ı Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı tecrübe ve meydan-ı imtihanda çok mühim şeyleri, kesretli eşya içinde saklıyor. O saklamakla çok hikmetler, çok maslahatlar bağlıdır…
İşte kıyamet dahi şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir. Eğer vakti taayyün etseydi, bütün kurûn-u ûlâ ve vustâ gaflet-i mutlakaya dalacak idiler ve kurûn-u uhrâ dehşette kalacaktı. İnsan nasıl hayat-ı şahsiyesiyle hanesinin ve köyünün bekasıyla alâkadardır. Öyle de; hayat-ı içtimaiye ve nev’iyesiyle, küre-i arzın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır.
Kur’an اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ der. “Kıyamet yakındır” ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zira kıyamet, dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya ikibin sene, bir seneye nisbetle bir-iki gün veya bir-iki dakika gibidir. Saat-ı Kıyamet yalnız insaniyetin eceli değil ki, onun ömrüne nisbet edilip baîd görülsün. İşte bunun içindir ki, Hakîm-i Mutlak, kıyameti mugayyebat-ı hamseden olarak ilminde saklıyor.” (Sözler sh: 342)
KIYAMETİ KOPARMAK ALLAH’IN KUDRETİNE AĞIR GELMEZ
Kur’an “Kıyamet gününü isbat için der: ‘Size zemini güzel serilmiş bir beşik; dağları hanenize ve hayatınıza defineli direk, hazineli kazık; sizi birbirini sever, ünsiyet eder çift; geceyi hâb-ı rahatınıza örtü; gündüzü meydan-ı maişet; Güneş’i ışık verici, ısındırıcı bir lâmba; bulutları âb-ı hayat çeşmesi gibi ondan suyu akıttım. Basit bir sudan bütün erzakınızı taşıyan bütün çiçekli, meyveli muhtelif eşyayı kolay ve az bir zamanda icad ederiz. Öyle ise, yevm-i fasl olan kıyamet sizi bekliyor. O günü getirmek bize ağır gelemez.’
İşte bundan sonra kıyamette dağların dağılması, semavatın parçalanması, Cehennem’in hazırlanması ve Cennet ehline bağ ve bostan vermesini gizli bir surette isbatlarına işaret eder. Manen der: “Madem gözünüz önünde dağ ve zeminde şu işleri yapar. Âhirette dahi bunlara benzer işleri yapar.” Demek surenin başındaki “dağ”, kıyametteki dağların haline bakar ve bağ ise, âhirde ve âhiretteki hadikaya ve bağa bakar.” (Sözler sh: 375)
KIYAMET KAFİRLERİN BAŞINA KOPACAK
Hakiki hırıstiyanlar hak din İslamiyetin hakikatlarını kabul ettikten ve dünya büyük ölçüde huzurlu devre yaşadıktan sonra zamanımızın dinsizliğini başlatanların devamı olan bir zümrenin tekrar azacakları ve bu dinsizliklerinden sonra kıyametin kopmasına sebeb olacakları şöyle ifade edilir:
“İsevîliğin din-i hakikîsi zuhur ile ve İslâmiyete inkılab etmesiyle, çendan âlemde ekseriyet-i mutlakaya nurunu neşreder. Fakat yine kıyamet kopmasına yakın tekrar bir dinsizlik cereyanı başgösterir, galebe eder ve “El-hükmü lil-ekser” kaidesince, yeryüzünde “Allah Allah” diyecek kalmayacak, yani ehemmiyetli bir cemaat, Küre-i Arz’da mühim bir mevkiye sahib olacak bir surette “Allah Allah” denilmeyecek demektir. Yoksa ekalliyette kalan veyahut mağlub düşen ehl-i hak, kıyamete kadar bâki kalacak; yalnız, kıyametin kopacağı anında, kıyametin dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak, ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır.” (Mektubat sh: 58)
KIYAMETİN SON ALAMETLERİ
Tarihte Moğollar olarak bilinen taifelerin ileri zamanın şartlarında tekrar hakim olacakları belirtilmektedir. Bu da herhalde müslümanların hakimiyetlerinin sona erme tarihi olan 1500 senesinden sonra olacaktır. Bu devreden sonra kıyamete kadarki zaman müslümanlar için mağlubiyet zamanıdır. Bu azgın taifenin kıyamete sebeb olmaları şöyle ifade edilir:
“Alâmet-i kıyametten olan Ye’cüc ve Me’cüce ve Sedde dair, bir risalede bir derece tafsilen yazdığımdan ona havale edip şurada yalnız şunu deriz ki: Eskiden Mançur, Moğol ünvanıyla içtimaat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden taifeler ve Sedd-i Çinî’nin yapılmasına sebebiyet verenler, kıyamete yakın yine anarşistlik gibi bir fikirle medeniyet-i beşeriyeyi zîr ü zeber edecekleri, rivayetlerde vardır.” (Sözler sh: 345)
“Kıyametin hâdisatından ervah-ı bâkiye müteessir olacaklar mı?
Elcevab: Derecatlarına göre müteessir olacaklar. Melaikelerin tecelliyat-ı kahriyede kendilerine göre müteessir oldukları gibi müteessir olurlar. Nasılki bir insan, sıcak bir yerde iken, hariçte kar ve tipi içinde titreyenleri görse, akıl ve vicdan itibariyle müteessir olur. Öyle de: Zîşuur olan ervah-ı bâkiye, kâinatla alâkadar oldukları için, kâinatın hâdisat-ı azîmesinden derecelerine göre müteessir olmalarını; ehl-i azab ise elemkârane, ehl-i saadet ise hayretkârane, istiğrabkârane, belki bir cihette istibşarkârane teessüratları bulunmasını, işarat-ı Kur’aniye gösteriyor. Zira Kur’an-ı Hakîm, her zaman kıyametin acaibini tehdid suretinde zikrediyor. “Göreceksiniz…” diyor. Halbuki cism-i insanî ile onu görenler, kıyamete yetişenlerdir. Demek, kabirde cesedleri çürüyen ervahların da o tehdid-i Kur’aniyeden hisseleri var.”(Mektubat sh: 58)
TEVBE KAPISININ KAPANDIĞI DEVRE
“Güneş’in mağribden çıkması ve zeminden dâbbet-ül arzın zuhurudur.
Amma Güneş’in mağribden tulûu ise, bedahet derecesinde bir alâmet-i kıyamettir. Ve bedaheti için, aklın ihtiyarı ile bağlı olan tövbe kapısını kapayan bir hâdise-i semaviye olduğundan tefsiri ve manası zahirdir, tevile ihtiyacı yoktur. Yalnız bu kadar var ki: Allahu a’lem, o tulûun sebeb-i zahirîsi: Küre-i Arz kafasının aklı hükmünde olan Kur’an onun başından çıkmasıyla zemin divane olup, izn-i İlahî ile başını başka seyyareye çarpmasıyla hareketinden geri dönüp, garbdan şarka olan seyahatını, irade-i Rabbanî ile şarktan garba tebdil etmekle Güneş garbdan tulûa başlar. Evet arzı şems ile, ferşi arş ile kuvvetli bağlayan hablullah-il metin olan Kur’anın kuvve-i cazibesi kopsa; küre-i arzın ipi çözülür, başıboş serseri olup aksiyle ve intizamsız hareketinden Güneş garbdan çıkar. Hem müsademe neticesinde emr-i İlahî ile kıyamet kopar diye bir tevili vardır.”
“Diğer bir tevili şudur ki: Kıyamet kopmasının dehşetini görmemek için, mü’minlerin ruhları bir parça evvel kabzedilir; kıyamet, kâfirlerin başlarında patlar.” (Şualar sh: 584)
ÜMMET-İ MUHAMMEDİN (A.S.M.) ÖMRÜ BİN BEŞYÜZ SENE
1948 yılında Afyon Ağır Ceza mahkemesinde yargılanan Bediüzzaman hazretleri ve talebeleri mahkemede nefis müdafaası değil ümmetin başına gelen musibetleri ve hadiseleri ve bunlara karşı Risale-i Nurun yaptığı hizmetleri nazara vermişlerdir. Merhum Ahmed Feyzi Ağabey ahirzamanda olduğumuzu ve dehşetli şahısların zuhur ettiğini ve bunları bilmek tanımak her mü’minin vazifesi olduğunu ifade ile der ki:
“Âhirzamanda hadîsin haber verdiği şahısların mes’elesine gelince: Bu mevzuları biz kendimiz uydurmadık. Bunların aslı dinde mevcuddur. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm bazı hadîslerle ümmet-i Muhammediyenin (A.S.M.) ömrünün binbeşyüz seneyi pek geçmeyeceğini söylüyor. O zamana kadar da ümmet-i Muhammediyenin (A.S.M.) ve dünyanın hayatında mühim tesir yapacak büyük tarih hâdiselerini, “Kıyamet alâmetleri” diye haber veriyor. Bunların şerri üzerine ümmet-i İslâmiyenin nazar-ı dikkatini celbediyor. Gaflet ve cehaletle bu şerlere düçar olanların ebedî şekavet ve helâket ile karşılaşacaklarını söylüyorlar.” (Şualar sh: 563)
KIYAMET VAKTİNİN ÜÇ DEVRESİ VE YILI
“Âhirzamandan haber veren mühim bir hadîs:
لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتَّى يَاْتِىَ اللّهُ بِاَمْرِهِ
Ramazan-ı şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadîs-i şerif hatırıma geldi. Belki Risale-i Nur şakirdlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.
لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى (şedde sayılır, tenvin sayılmaz) fıkrasının makam-ı cifrîsi 1542 ederek nihayet-i devamına îma eder.
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ
ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi 1506 edip, bu tarihe kadar zahir ve aşikârane, belki galibane; sonra tâ kırk ikiye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın îma eder.
وَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللّهِ * لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ
حَتَّى يَاْتِىَ اللّهُ بِاَمْرِهِ (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi 1545 olup, kâfirin başında kıyamet kopmasına îma eder.
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ
Câ-yı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil’ittifak bin beş yüz tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette bin beş yüz altı (1506)’dan tâ ‘42’ye, tâ ‘45’e kadar üç inkılâb-ı azîmin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır.
Bu imalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil; fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir.
Fatiha’da“sırat-ı müstakim”ashabının tâife-i kübrâsını târif eden اَلَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ fıkrası, şeddesiz bin beş yüz altı (1506) veya yedi (7) ederek, tam tamınaظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ fıkrasının makamına tevafuku ve mânâsına tetabuku ve şedde sayılsa لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى fıkrasına üç mânidar farkla tam muvafakatı ve mânen mutabakatı, bu hadisin imasını teyid edip remiz derecesine çıkarıyor. Ve müteaddit âyât-ı Kur’âniyede صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ kelimesi, bir mânâ-yı remziyle Risaletü’n-Nur’a mânâca ve cifirce ima etmesi remze yakın bir ima ile, Risaletü’n-Nur şakirderinin taifesi, âhirzamanda o taife-i kübrâ-i âzamın âhirlerinde bir hizb-i makbul olacağını işâret eder diye def’aten birden ihtar edildi.”
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ * وَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ
(Kastamonu Lahikası sh: 28)
Üç devre yani 1506 tarihi -yani o tarihe kadar galibane- miladi 2083 yılını; 1542 tarihi miladi 2118 yılını; 1545 tarihi ise 2121 miladi yılını göstermektedir.
Bu son bahis, kıyametin vaktini yani son zamanlarını ima etmesi, fakat kuvvetli iması, yani remiz derecesine çıkması ve bunu yazanın da eserlerini sünuhat-ı ilhamiye (yani ilhamın en üst mertebesinde) yazdığını açıkca beyan eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri olması, bize kesin kanaat vermektedir.
Risale-i Nur hizmeti ve Nurlarla imana, Kur’ana hizmet eden Nur Talebeleri, önümüzdeki yüz küsur senedeki hem muvaffakiyetli, hem mağlubiyetli devrelerde yani her devrede bulunacaklardır.