Son günlerde malum Gülen Fırkasının bilhassa internette dolaştırdıkları ve güya Risale-i Nurları sadeleştirme adı altında tahrif etmeye, asliyetinini değiştirme ve bozmaya güya delil olarak sundukları, Hazret-i Üstadın gayr-ı münteşir bir mektubu hakkında deriz ki:
Bu iddialar hiçbir cihette sizi kurtaramaz. Yaptığınız bu dehşetli cinayete karşı, böyle delillere boşuna sarılmayınız. Ortada bizzat Üstadımızın hayatında kendi tensibiyle ve tercihiyle neşredilmiş yeni yazı Risale-i Nur Külliyatı vardır. Me’haz olarak bunlar yeter.
Bazı hususi zatlara veya hususi meselelere binaen yazılmış mektubları delil olarak sunmak, Bektaşinin “la takrabüs salate” demesinden farklı değildir.
Risalelerde, Üstad Hazretlerinin bazı alim talebelerine verdiği tasarruf yapma yetkisine rağmen, hiçbir abimiz böyle bir tasarruf yapmamıştır. Bir harfini değiştirmeyi dahi büyük bir günah telakki etmişlerdir.
Böyle hususi yazılmış mektublardaki beyanlara sarılmak kalblerdeki sakamlara delildir. Kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için böyle bahislerin peşine düşerler.
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
[Kırk sene evvel Şam’daki Câmi-ül Emevî’de Şam ülemasının ısrarıyla onbin adama yakın, içinde yüz ehl-i ilim bulunan azîm cemaate verilen bu Arabî ders risalesindeki hakikatları bir hiss-i kabl-el vuku ile Eski Said hissetmiş, kemal-i kat’iyyetle müjdeler vermiş ve pek yakın zamanda o hakikatlar görünecek zannetmiş. Halbuki iki harb-i umumî ve yirmibeş sene bir istibdad-ı mutlak, o hiss-i kabl-el vukuun kırk sene te’hirine sebeb olmuş ve şimdi o zamanda verdikleri haber, aynen tezahürleri âlem-i İslâmiyette başlamış. Demek bu pek ehemmiyetli ders, zamanı geçmiş eski bir hutbe değil, belki doğrudan doğruya 1327’ye bedel, 1371’deki -Câmi-ül Emevî yerine âlem-i İslâm câmiinde- üçyüz yetmiş milyon bir cemaate hakikatlı ve taze bir ders-i içtimaî ve İslâmîdir, diye tercümesini neşretmek münasib görürseniz neşredersiniz.” (Şualar : 674)Üstad Hazretleri tevazuu göstererek cihan çapındaki hizmeti nazara vermeyi talebelerini münasip görmesine havale ediyor. Elbette talebeler emir telakki etmişlerdir. Bu bir sadakat meselesidir.
“Aziz, sıddık, müdakkik, meraklı kardeşim Re’fet Bey!
Sizin gibi hoş-sohbet bir kardeşimi, haksız olarak sual sormamaya ve sükûta davet ediyordum. Çendan bu davette mazurum, belki mecburum. Çünki bugün dört saat mütemadiyen kâtibi bekledim ki, bir mektub yazacağım, olmadı. Tâ ben yirmi dakikadaki mesafeye gittim. Bağ suyu başında bularak uykusuz yorgun buldum. Onu aldattım, az bir işim var dedim. Halbuki on dakika zannedip, iki saat zarurî yazılar yazdırdım. Zâten kafam da yorgun ve istirahata muhtaçtır.
Fakat Re’fet gibi bir müştakı susturmanın cezası olarak bir tokat yedim. Senin bu hafta edeceğin kolay, latif sualine bedel; Senirkent’li arkadaşlarımız müz’iç, Eski Said’in kuvve-i hâfızasına havale edilecek acib sualleri sordular. Dedim kendi nefsime müstehak oldu, sen Re’fet’i dinlemedin, işte bunları dinle. Halbuki onlara cevab vermek lâzım geliyor; çünki onlara, böyle mes’elelerde dinsizler ilişiyorlar Mecburî gayet muhtasar ve nâkıs ve kısa cevab yazdım, fakat yine Re’fet’in hatırı için yazdım. O cevabı, bundan evvel dört suale cevab ve mugayyebat-ı hamseye dair Sabri Efendi ve Hâfız Ali’nin suallerine dair kısa cevabı, Hüsrev ile beraber okuyunuz. Münasib görürseniz üçü birden, ya Onaltıncı Lem’a veya yazılmayan Ondördüncü Mektub makamına kaim edilsin. Hem yanlış var ise, tashih edersiniz. Çünki, cevabların aslı sünuhat olmakla beraber tafsilâtında fikrim karışarak yanlış edebilir.” (Barla: 351)
Yine Üstad kendine ait bir haleti bize ders ve ibret nevinden ifade ediyor. Biz de dersimizi alıp istifadeye bakmalıyız. Haddimizi aşmamalıyız.
“Bayramdan bir mikdar sonraya kadar burada kalmaklığımın bir sebebe binaen lüzumu var. Bir-iki ay sonra Medreset-üz Zehra erkânlarının kararıyla ve İstanbul ve Ankara üniversitelerindeki genç Said’lerin de muvafakatıyla nereyi benim için münasib görürseniz orayı kabul edeceğim. Madem hakikî vârislerim sizlersiniz ve şahsımdan bin derece ziyade dünyada vazifemi de görüyorsunuz. Bu hayat-ı fânideki son menzili sizin re’yinize bırakıyorum.” (Emirdağ Lahikası ll. sh: 20)
Üstad Hazretleri böyle iltifatlarda bulunmuştur. Fakat hizmetkarları, Üstad nereyi emrederse oraya götürmüşler ve gitmişlerdir. En son Urfa’ya gitmeyi emretmişler ve oraya gitmişlerdir. Kendisinin derhal Urfayı terk etmesini isteyen Emniyet Müdürüne merhum Zübeyir Abini verdiği cevap meselemizi özetlemektedir.
“Biz Üstadımıza tabiyiz! Biz taş gibiyiz! Camidiz! Üstad vurur, biz yuvarlanır gideriz. O nereye derse biz o tarafa gideriz!”