Risale-i Nur Külliyatında
İSLAM ALEMİNİN VE HRİSTİYAN DÜNYASININ GÜVENLİĞİ
Risale-i Nurda dünya hadiselerine bakan bazı beyanlar ve işaretler bulunduğunu ve o gibi hadisata karşı gerekli ikazların yapıldığını bildiğimiz için Risale-i Nur Külliyatını bu cihette de bir araştırma ihtiyacını duyduk. Bulduğumuz bazı ifadeler dikkatimizi çekti. Mesela bir mektubta, dünyevî geniş boğuşmalar anlatılırken, bu boğuşmaların en sonunda varacağı noktaya ve kurtuluş çaresine şöyle dikkat çekilir:
“Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki; bu geniş boğuşmaların neticesinde eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da deccalane bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar; Âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla ve Yeni Dünya’nın, Hristiyanlığın hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve Âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ana ittihad edip tâbi’ olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 58)
Mezkür beyandan anlaşılıyor ki, fırsat buldukça ve perdeler arkasında ifsadat ve tahribat yapan gizli nifak cereyanı, anarşi ve terör adıyla çok azgınlaşacak ve dünya umumiyetinde anarşik hadiselerle emniyet-i umumiyeyi ciddî manada bozacak. Buna karşı devletler ve milletler içindeki hürriyet ve insaniyet ve mukaddesat taraftarları ittifakla kuvvet kazanmak ihtiyacını duyacaklar diye haber verir ve hatırlatır.
Evet, bugün dünya milletlerinin çoğu, farklı düşünce ve gayeler itibariyle karmadır. Diğer bir ifade ile, hem ümmet-i İslâm, hem beşer âlemi müsbet ve menfi olarak ikiye ayrılır ve ayrılıyor. Bu ayrılmanın giderek daha ciddiyet kazanacağını hadis işareten haber veriyor ve mealen diyor ki:
"Ümmetimin içinde, yahut ümmetim iki fırka olacak, insanlar (beşer âlemi dahi) iki gruba ayrılacaklar. Birinci grup nifaksız hakiki ehl-i iman grubu.. ikincisi de, imansız nifak ehli grubu…" (Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları Envar Neşriyat, hadis sıra no: 628)
Beşer âleminin ikiye ayrılışı daha çok son zamanlarda olacağına işaret eden bu hadisin (seyesırunnasi) deki (sin) harfi manidar olsa gerektir.
Aynı meseleye bakan Risale-i Nurdaki bir ifade ise şöyledir:
“Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir:
Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi’ san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takib eden bu birinci Avrupa’ya hitab etmiyorum. Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek, beşeri sefahete ve dalalete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitab ediyorum.” (Lem’alar sh: 115)
Yani “Avrupa ikidir” ifadesinde galib mana olarak, ehl-i kitab olan milletlerin bütünü iç içe ve müsbet-menfi iki sınıf olduğu kasdedilir.
İşte yukarıda nakledilen mektubta geçen ve dünyevî boğuşmaların son devresindeki dehşetli neticesini bildiren: “Avrupa’da deccalane bir vahşet doğurmasıdır” şeklindeki cümlesi ve buna karşı, Yeni Dünyanın yani Amerikanın mukaddesata tarafdar müsbet kısmı, mukaddesata sahib çıkıp âlem-i İslâm ile ittifak edeceği haberi önemlidir. Çünkü tahrib kolay olduğundan dehşetli tahribat yapabilen anarşizmi durdurmak için çok büyük kuvvet gerekiyor. Hatta bu gibi manalara da işaret eden bir rivayette mealen şöyle buyruluyor:
“İstikbalde Rum ile emniyeti te’min eden bir sulh akdedeceksiniz ve birlikte ikinize de muhalif olan bir düşmana karşı savaşacaksınız.”
Bu hadis-i şerif, beynelmilel dinsizlik ve anarşiliğe karşı, İslam-Hristiyan ittifakını haber verirken, metindeki "Sulhen Âminen" ifadesi, umumi huzur ve asayişi ciddi ihlal eden anarşizmden zımnen haber verir. Çünki mana-yı muhalifi ile anlaşılıyor ki; anarşizmin şiddetinden umumi emniyetin iadesine şiddetli ihtiyaç doğacak… yani, hadisin metninde geçen "emniyet sulhu", emniyeti temin edebilmek için gereken kuvvete sahib olmak, ancak İslam-Hristiyan ittifakıyla mümkün olacak, diye işaret eder.
Bediüzzaman Hazretleri bu İslâm-İsevî ittifakı meselesi ile alâkalı olarak diyor ki:
“Şimdi ehl-i iman, değil müslüman kardeşleriyle, belki Hristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf mes’eleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünki küfr-ü mutlak hücum ediyor.” (Emirdağ Lahikası-l 206)
ÖNCE İTTİHAD-I İSLÂMIN VARLIĞI GEREKİYOR
Dindar ruhanilerle ittifak etmek için bizim de güçlü olmamız gerekmektedir. Güçlü olmanın yolu da İslam birliğinden geçer. Yani ekser İslam dünyasının desteğini ve güvenini almak bizi güçlü kılan ana unsurdur. Bu sayede Amerika ve batı devletleri bize dost olmaya mecbur olacaklardır. Risale-i Nurlarda bu konular kısaca şöyledir:
“Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mani olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil; belki muhtaçtırlar. Çünki komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik; doğrudan doğruya anarşistliği intac ediyor. Ve bu dehşetli tahrib edicilere karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur’aniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmağa vesile olduğu gibi, bu vatanı istila-yı ecanibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur. Ve bu hakikata binaen Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikata istinad edip komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zarurîdir.” (Emirdağ Lahikası-ll sh: 25)
“Hem Amerika ve müttefiklerinin yardımlarını kaybetmemek için bütün kuvvetleriyle Ezan mes’elesi gibi şeair-i İslâmiyeyi ihya için mümkün oldukça tamire çalışmaları lâzım ve elzemdir.” Emirdağ Lâhikası-11 sh: 25
“Ve bütün âlem-i İslâmı arkasında ihtiyat kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İslâmiye ile dörtyüz milyon kardeşi bulmak ve Amerika gibi din lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendine hakikî dost yapmak, iman ve İslâmiyet’le olabilir.” Emirdağ Lahikası-11 sh: 209
Bu mezkür ifade ve sarih beyanlar, Kur’an ve ehadisten muktebes olup hayatî ehemmiyeti taşıyan ikazlardır ki, bütün beşer alemindeki sulh-u umumî taraftarı ve mukaddesat ve insaniyetin korunması gayretinde olan iyi niyetli kısmını, sulh-u umumî hedefinde ittifaka davet eder. Bediüzzaman Hazretleri ve samimî ve hakiki talebeleri bunca işkencelere rağmen, anarşiyi önleme ve asayişi koruma yolunda azamî sabırla ve bu hakikatleri tebliğde metanetle hareket ederek senelerce neşrettikleri hakikatleri fiilleri ile de tasdik etmişler, sinsi nifak cereyanının tahriklerine kapılmamışlardır.
28 ŞUBATLA BAŞLAYAN DEVREYE İŞARETLER (1947-1997)
Baştaki ifadelere dönüyoruz.. O parçada : “O dehşetli gelecek iki cereyan” haberi var. Bu mektubun yazıldığı tarih 1946-47 seneleridir.
Yine aynı kitabta: “Risale-i Nur ve hakikî şakirdleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtîye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmağa çalışıyorlar. Şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ı muhal olarak o saadet ve selâmet hizmeti bir mübareze olsa da, kabirde toprak olmağa yüz tutanları alâkadar etmemek gerektir.
Evet hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden; şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur’anın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mazisini dehşetli lekedar belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtînin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikatı verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden; bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz.” (Emirdağ Lahikası: 21)
“Evet eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve an’anat-ı milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaydlık gösterildiği halde; elli sene sonra, yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi’ olup millet ve vatanı anarşiliğe sevketmek ihtimalinin düşünülmesi ve o belaya karşı bir çare taharrisi, yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan kat’iyyen men’ettiği gibi; Risale-i Nur’u, hem şakirdlerini, bu zamana karşı alâkalarını kesmiş” (Emirdağ Lahikası-1 sh: 22)
Burada bir sahife içinde dört defa “elli sene sonra” yani yazılış tarihi 1946-47+50=1996-97 tarihine ısrarla dikkat çekilmesi ve Şualar eserinde de:
“(2:257) öö وَالَّذِينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ
bin dörtyüz onyedi (1417)” (Şualar: 270) deki ihbar-ı gaybîsi aynen 1996, 1997 ye tevafukuyla ve masadak manasını tam tutan maneviyata hücum hadisesinin te’yidiyle tahakkukuna istinaden: “o dehşetli gelecek iki cereyan” haberini de 1997 ve sonrası olarak düşünmek, evleviyet kazanır.
AZGIN DİNSİZLİĞİ RİSALE-İ NUR VE İSEVİLERİN DAĞITACAĞI HABERİ
İşte milletler içinde karışık sinsi vs müfsid cereyan hakkındaki şu beyan dahi nazar-ı ehemmiyete alınmalıdır:
“İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur’ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi’ ve İslâmiyet metbu’ makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kadir-i Külli Şey’ va’detmiş, elbette yapacaktır.” (Mektubat sh: 7)
“Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cem’iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.” (Mektubat: 441)
Yukarıda haber verilen: “O cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda”, yani, beyn-el milel şer cereyanı, İslamiyet ve insaniyet ve muvahhid İseviyeti boğmak istediği en azgın son devresinde, düşünülmedik “hâdisat-ı azime” meydana geleceğini ve feverana sebebiyet vereceğini anlatan Bediüzzaman Hz. Pek çok hadislerin verdiği haberleri şöyle hülasa eder:
“Felillahilhamd
اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ فِى الْعَالَمِينَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
duası -umum ümmet, umum namazında, günde beş defa tekrar ettikleri bu dua- bilmüşahede kabul olmuştur ki; Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a’sarın mecma’larında o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar. (HAŞİYE)
Ve öyle bir kesrettedirler ki; o kumandanların mecmu’u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz!
İşte o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır ve Hazret-i Mehdi’nin en has ordusudur.
Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senedlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt’ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar.
Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak ve hakikata sevkedecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.” Mektubat sh: 440
Burada bildirilen “hadisat-ı azime”, vereceği neticesiyle düşünülür. Yani, “hadisat-ı azime” “feveranı”, “feveran” dahi anarşizmi dağıtacağı ve sulh-u umumiyeye vesile olacağı neticeleri bildiriliyor. Bu anlatılanın başı varsa, sonu da vardır; sonu varsa, başı da vardır. Yani, vesile varsa, netice de var; netice varsa, vesile de vardır. Yani böyle beyanların mefhumlarına ihatalı bakılmalıdır. Yalnız şu var ki, zalimin zulmü, aldatıcı ve nifakkârane olmamalı ki mazlum zulmun fecaatını anlayıp hissetsin. Çünkü hissî feveran, zulmün hissedilebildiği derecesinde ve fiilî feveran dahi mukabele gücü nisbetinde olur. Fakat en şiddetli zulüm karşısında bu feveran beklenmedik şekle döner.
Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle:
كَمَا اَنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ كَذلِكَ تُسَهِّلُ الْمُشْكِلاَتِ
Korkaklıkta darb-ı mesel hükmünde olan tavuk, çocukları yanında iken şefkat-i cinsiyesiyle camuşa saldırır. İşte dehşetli bir cesaret.
Hem darb-ı mesel olmuş, keçi, kurttan havfı, (ızdırar) vaktinde mukavemete inkılab eder, boynuzuyla kurdun karnını deldiği vaki’dir. İşte hârika bir şecaat.
Fıtrî meyelan, mukavemetsûzdur. Bir avuç su, kalın bir demir gülle içinde atılsa, kışta soğuğa bırakılsa, meyl-i inbisat demiri parçalar.
Evet şefkatli tavuk cesareti, hamiyetli keçi ızdırarî şecaatı gibi fıtrî bir heyecan, demir güllede su gibi zulmün bürudetli husumet-i kâfiranesine maruz kaldıkça herşeyi parçalar. (Rus mojikleri buna şahiddir.)
Bununla beraber imanın mahiyetindeki hârikulâde şehamet, izzet-i İslâmiyenin tabiatındaki âlempesend şecaat, uhuvvet-i İslâmiyenin intibahıyla her vakit mu’cizeleri gösterebilir.
Bir gün olur elbette doğar şems-i hakikat
Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i âlem.” (Sünuhat Tulûat İşarat sh: 54)
Şu bir hakikat ki, kader beşerin liyakatına göre hükmeder. Asrın gafletli sefahet hayatı, musibetlerin gelmesine sebeb olduğunu hatırlatan Bediüzzaman Hz. Şu ibret levhasını nazara veriyor:
“Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip, seyyiatı hasenatına râcih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zir ü zeber edip öyle bir kusdu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşâallah istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de te’min edecek.” Tarihçe-i Hayatı sh: 94
Yukarıdaki parağrafta geçen: “Dağıtacak” kelimesi, ibretlik ve caydırıcı tenkil cezalarını hatılatıyor.Nitekim Bediüzzaman Hazretlei gelecekteki güçlü ve muhafazakâr iktidarlara anarşizme karşı önleyici çare makamında şu ifadeleri kullanır:
“Halbuki din terbiyesi olmasa, Müslümanlarda istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlakadan başka çare olamaz. Çünki nasıl bir Müslüman, şimdiye kadar hakikî Yahudi ve Nasrani olmaz belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de bir Müslüman, Bolşevik olamaz. Belki anarşist olur, daha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez.” (Şualar sh: 516)
“Hem bir müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 219) gibi beyanlar dikkate alınmalıdır.
İSLAM DECCALI’NIN HAKİMİYETİ İSEVİLERİN TEMSİLCİLİĞİNDE DAĞITILACAK
Keza âlem-i İslâm ve insaniyeti ifsad ve ihlak etmek mesleğinde yürüyen anarşist ve nifak cereyenları, belli mahallerinde tecemmu’ ve irtibat ile bir şahs-ı manevî teşkil ederek ifsad etmek gücünü kazandıklarından, Hz. İsa’nın (A.S.) temsil ettiği İslâm ve hakikî İseviler kuvveti, Risale-i Nur eserlerinin muhtelif yerlerinde geçen “dağıtacak” ifadesinin manasını nazara almaları gerektir.
Risale-i Nur eserlerinde Amerika ile alâkalı kısımların araştırılmasına devam ediyoruz.
Dinsizlik cereyanının Müslümanları aldatmak için dindarlık kisvesinde görünüp içten tahrib etmek plânları, umum zaman ve mekânlarda meydana gelen benzer hadiselerde de nazara alınacak bir ölçü ve ikazdır. Şöyle ki:
“Nurcular, çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları lâzımdır. Çünki manevî fırtınalar var, bazı dessas münafıklar her tarafa sokulur. İstibdad-ı mutlaka dinsizcesine taraftarken, hürriyet fırkasına girer; tâ onları bozsun ve esrarlarını bilsin, ifşa etsin.
Hem Salahaddin’in, Asâ-yı Musa’yı Amerikalıya vermesi münasebetiyle deriz:
"Misyonerler ve Hristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünki her halde şimal cereyanı; İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir." Her ne ise…(Emirdağ Lahikası-l sh: 160)
Burada geçen “misyonerler” tabiri, kelime manasiyle olup, dini tebliğe çalışan muvahhid İsevî ruhanileri kasdedilir.
İşte böyle dehşetli boğuşmaların neticesinde huzur ve umumî emniyeti kaybeden ve böylece dünya hayatının çirkinliğini gören nev-i beşer Kur’ana sahib çıkacağını anlatan Bediüzzaman Hazretleri şu izahatı veriyor:
“Gaflet ve dalaletin en boğucu, aldatıcı en geniş perdesi olan siyasetin rûy-i zeminde pek çirkin, pek gaddarane hakikî sureti görünmesiyle elbette hiçbir şübhe yok ki:
Şimalde, garbda, Amerika’da emareleri göründüğüne binaen nev-i beşerin maşuk-u mecazîsi olan hayat-ı dünyeviyesi böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtraten beşerin hakikî sevdiği ve aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak. Ve elbette hiç şübhe yok ki: Bin üçyüzaltmış senede, her asırda üçyüzelli milyon şakirdi bulunan ve her hükmüne ve davasına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile bulunup lisanlarıyla beşere ders veren ve hiç bir kitabda emsali bulunmayan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde verip bütün beşerin yaralarını tedavi eden Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarihan ve işareten onbinler defa dava edip haber verip sarsılmaz kat’î delillerle, şübhe getirmez hadsiz hüccetlerle hayat-ı bâkiyeyi kat’iyyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev-i beşer, bütün bütün aklını kaybetmezse ve maddî ve manevî bir kıyamet başlarında kopmazsa; İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere‘nin Kur’anın kabulüne çalışan meşhur hatibleri ve din-i hakkı arayan Amerika’nın çok ehemmiyetli dinî cem’iyeti gibi rûy-i zeminin kıt’aları ve hükûmetleri Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 248
Yine aynı manayı te’yid eden şu ifadeler:
"İşte Amerika ve Avrupa tarlaları böyle dâhî muhakkikleri (Mister Karlayl ve Bismark gibi) mahsulât vermesine istinaden ben de bütün kanaatimle derim: Avrupa ve Amerika İslâmiyet ile hamiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak." (Emirdağ Lahıkası-ll sh: 143)
“Küre-i Arz’da çarpışan, mücadele eden cereyanlardan her halde birisi İslâmiyete ve Kur’ana ve Risale-i Nur’a ve mesleğimize tarafdar olacak” (Kastamonu Lahikası sh: 150)
“Kat’iyyen haber aldık ki: Hariçte bazı yerde bir milyon gençler "Müsalemet-i umumiyyeyi temin edecek Risale-i Nurdur" demişler. Sulh-u umumî taraftarı Almanya ve Amerika gibi bazı ecnebilerin de Risale-i Nur’u tercümeye başladığını haber aldık.” (Tarihçe-i Hayat sh: 705)
“Küre-i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlarına taraftar çıkması ve İslâmiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükûnet ve musalaha bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslâm devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırkbeş sene evvel olan bu müddeayı isbat ediyor, kuvvetli bir şahid olur.
Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki Küre-i Arz’ın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.” (Hutbe-i Şamiye sh: 23)
Kısaca yaptığımız bu tesbitler, bilhassa böyle karışık zamanlarda umarız ki, hadisat-ı aleme bakışta isabetli nokta-i nazar kazandırır ve aldanma ve aldatılmayı önler.
(HAŞİYE) Hattâ onlardan bir tanesi olan Seyyid Ahmed-üs Sünusî, milyonlar müride kumandanlık ediyor. Seyyid İdris gibi diğer bir zât, yüzbinden fazla müslümanlara kumandanlık ediyor. Seyyid Yahya gibi bir başka seyyid, yüzbinler adamlara emirlik ediyor ve hâkeza… Bu seyyidler kabilesinin efradlarında böyle zahirî kahramanlar çok olduğu gibi; Seyyid Abdülkadir-i Geylanî, Seyyid Ebulhasen-i Şazelî, Seyyid Ahmed-i Bedevi gibi manevî kahramanların kahramanları dahi varlarmış.