İslam İsevi İttifakı

Risale-i Nur Külliyatında

İSLAM-İSEVİ İTTİFAKI

Asrımızda meydana çıkmış ve gelişen hâ­disat ve şartlar karşısında Kur’an ve Sünnete istinaden gereken tercihleri tesbit edip neşretmiş olan ve İslâm ve Hristiyan milletlerinin dikkat­lerini çeken Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin eserlerinden mevzu ile alâkalı bazı kısımlar, aşağıda sıralan­mıştır.

Yalnız bir hususun burada açıklanması hâssaten gerekiyor. Burada nakledilen parça­larda da görüleceği üzere, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Avrupa ve Amerika gibi Hristiyan dünyasını, menfî ve müsbet olarak ikiye ayırır.

Sefahet ve dalâlet içinde âhireti unutmuş olmakla bera­ber, dinsiz­lik cereyanla­rına bağlı olmayıp Ehl-i Kitab olan fakat aşırı gaf­lette bulunanlar, giderek müsbet İsevîlere il­tihakları bazı âyet ve hadislerin müjdesinden ümid ediliyor. (Bak: Kur’an Nisa Sures, 4:159)

MÜSBET VE MENFİ AVRUPA

Bediüzzaman Hazretleri eserlerinin muhte­lif yerlerinde Avrupa’nın bu iki kısmından bah­seder. Ezcümle, menfî Avrupa’ya hitab eden uzun bir bahiste şu ifadeye yer verir:

«Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir. Birisi: İsevînin din-i hakikîden ve İslâmiyet’ten aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi’ san’atları ve adâlet ve hakka­niyete hizmet eden fünunları takip eden Avrupa’ya hi­tap etmiyorum. Belki felsefe-i ta­biiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyi­atını mehasin zan­nederek, beşeri sefahete ve dalâ­lete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum.» (Lem’alar sh: 115) demek suretiyle mes­’eleyi açıkça ortaya koyar.


HAZRET-İ İSA’NIN (A.S.) NÜZULÜ

Bu tesbitlerden sonra Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın âhirzamanda nü­zûl edeceğine ve İslâm-İsevî ittifakına dair bazı hadîslere, Bediüzzaman Hazretleri tarafından yapılan izahlardan örnek olmak üzere seçilen bazı par­çalar:

«Âhirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm Deccal’ı öldürdükten sonra, insanlar ekseriyetle din-i hakka girerler. Halbuki, rivayet­lerde gelmiştir ki, “Yeryüzünde Allah Allah diyenler bulundukça kı­yamet kopmaz.” (*) Böyle umumiyetle imana geldikten sonra na­sıl umumiyetle küfre giderler?

Elcevap: Hadis-i sahihte rivayet edilen: “Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın geleceğini (**) ve Şeriat-i İslâmiye ile amel edeceğini, Deccal’ı öldürece­ğini” imanı zaif olanlar istib’ad edi­yorlar. Onun hakikatı izah edilse, hiç istib’ad yeri kalmaz. Şöyle ki:

O hadisin ve Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadislerin ifade ettikleri mâna budur ki:

Âhirzamanda, dinsizliğin iki cereyanı kuv­vet bulacak:

Birisi: Nifak perdesi altında Risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr ede­cek, Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın ba­şına geçecek, şeriat ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin sil­sile-i nuranîsine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan’ın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı mü­nafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

DECCAL VE REJİMİ

İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı Nemrudâne, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıta­sıyla intişar ederek kuvvet bu­lup, ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zâ­bitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşî bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûna hâkimiyet ve­rir.

Öyle de: Allah’ı inkâr eden o cereyan ef­radları, birer küçük Nemrud hükmünde ne­fislerine birer ru­bubiyet verir. Ve onların ba­şına geçen en büyükleri, ispirtizma ve manye­tizmanın hâdi­satı nev’inden müdhiş harika­lara mazhar olan Deccal ise; daha ileri gidip, cebbarâne surî hükûmetini bir nevi rububi­yet tasavvur edip ulûhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlûp olan ve bir sineğin kanadını bile icad ede­me­yen âciz bir insanın ulûhiyet dâvâ et­mesi ne derece ahmakçasına bir mas­karalık olduğu ma’lûmdur.

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek,Din-i Hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet; ittihad neti­cesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağı­tacak istidadında iken, âlem-i semâvatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak ce­reyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sâdık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’­dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kadir-i Külli Şey’ va’detmiş, elbette yapacaktır.» (Mektubat sh: 56) yani rahmet-i İlâhiyenin se­mâsından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hura­fattan ve tahri­fattan sıyrılacak, hakaik-ı İslâmiye ile birleşecek, mânen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkı­lâp ede­cektir. Ve Kur’ana iktida ede­rek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet met­bu’ makamında kala­cak.

Elhasıl: «Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek me­âlindeki hadisin sırrı şu­dur ki:

Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhi-yete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılâb edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı mânevîsi, vahy-i semâvî kılıcıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı mâ­nevîsini öldürür; öyle de, Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı mâ­nevîsini temsil ede­rek, dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil eden Deccal’ı öldü­rür .. yani in­kâr-ı ulûhiyet fikrini öldüre­cek.» (Mektubat sh: 6)

(*) Sahih-i Buhari Muhtasarı hadis: 2114 ve Sahih-i Müslim cilt: 1 sh: 195 hadis: 234 ve Tirmizî fiten/35 hadis 2217 ve Kenz-ül Ummal cilt: 14 hadis: 3485

(**) Sahih-i Buhari 60/49 ve Sahih-i Müslim 1/71

«Kat’î ve sahih rivayette var ki, “İsa Aleyhisselâm büyük Deccal’ı öldürür.” (*)

Vel’ilmü indallah, bunun da iki vechi var:

Bir vechi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispirtizma gibi istidracî hâ­rikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o deh­şetli Deccal’ı öldürebilecek, mesleğini değişti­recek; ancak hârika ve mu’cizatlı ve umumun makbulü bir zat olabilir ki: O zât, en ziyade alâkadar ve ekser insanların Peygamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dır.

İkinci vechi şudur ki: Şahs-ı İsa Aleyhisselâm’ın kılıncı ile maktul olan şahs-ı Deccal’ın, teşkil et­tiği dehşetli maddiyyunluk ve dinsizli­ğin azametli heykeli ve şahs-ı mânevîsini öl­dürecek ve inkâr-ı ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak İsevî ruhanîleridir ki; o ruhanîler din-i İsevî’nin haki­katını hakikat-ı İslâmiye ile mezcederek o kuvvetle onu dağı­tacak, mânen öldürecek. Hattâ, “Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir, Hazret-i Mehdi’ye na­mazda iktida eder, tâbi olur” diye rivayeti, bu itti­faka ve hakikat-ı Kur’aniyenin metbu­iyetine ve hâkimiyetine işaret eder.» (Şualar sh: 587)

(*) Sahih-i müslim 52. Kitab-ül fiten hadis: 34, 110, 116 ve İbn-i Mace 36. Kitab-ül fiten 33. bab hadis: 4075, 4077

«Her iki Deccal, Yahudinin İslâm ve Hıristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam bes­leyen gizli komitesinin muavenetini ve kadın hürriyetlerinin perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hattâ İslâm Deccalı, Masonların komitelerini aldatıp mü­zaheretlerini kazandıklarından, dehşetli bir ikti­dar zannedilir.» (Şuâlar sh: 594)

«Hazret-i Mehdi’nin cem’iyet-i nurani­yesi, Süfyan komitesinin tah­ribatçı rejim-i bid­’akârânesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ ede­cek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdî cem’i­yetinin mu’ci­zekâr mânevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtı­la­cak.

İSEVİ CEMAATI

Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet ni­yetiyle medeniyet ve mukad­desat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleş­tirmeye ça­lışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati namı al­tında ve “Müslüman İsevîleri” ünva­nına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı ulûhiyetten kurtara­cak.» (Mektubat sh: 441)

HAKİKİ İSEVİLİK

«Hem Deccal’ın rejimine ve teşkil ettiği komitesine ve hükûmetine ait garip halleri ve dehşetli icraatı, onun şahsıyla münasebettar rivayet edilmesi cihetiyle mânası gizlenmiş. Meselâ, “O kadar kuv­vetlidir ve de­vam eder; yalnız Hazret-i İsa (A.S.) onu öldürebilir, başka çare olamaz” rivayet edil­miş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öl­dü­recek; ancak semâvî ve ulvî, hâlis bir din İsevîlerde zuhur edecek ve haki­kat-ı Kur’aniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî di­nidir ki, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nüzulü ile o dinsiz meslek mahvolur, ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebi­lir.» (Şualar sh: 581)

«Nasrâniyet İslâmiyete Teslim Olacak.

Nasraniyet, ya intifa, ya ıstıfâ bulacak. İslâm’a karşı teslim olup terk-i silâh edecek.

Mükerreren yırtıldı, Purutluğa tâ geldi, Purutlukta görmedi ona salâh verecek.

Perde yine yırtıldı, mutlak dalâle düştü. Bir kısmı lâkin bazı yakınlaştı tevhide; onda felâh görecek.

Hazırlanır şimdiden.. yırtılmaya başlıyor. Sönmezse safvet bulup İslâm’a mal olacak.

Bu bir sırr-ı azîmdir. Ona remz ve işaret: Fahr-i Rusül demiştir: “İsâ, Şer’im ile amel edip ümme­timden olacak.”» (Sözler sh: 703)

KOMÜNİZİM, İSLÂM-İSEVÎ İTTİFAKINA KARŞIDIR

Bediüzzaman Hazretlerinin bir ikazı:

«Salahaddin’in, Asa-yı Musa’yı Amerikalı’ya vermesi münasebetiyle deriz:

“Misyonerler ve Hristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etme­leri elzemdir. Çünki, herhalde şimal cereyanı, İslâm ve İsevî dininin hü­cumuna karşı kendini müda­faa etmek fikriyle, İslâm ve mis­yonerlerin itti­faklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u ze­kât ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet et­mesi ve zu­lümden çekmesi cihetinde müslü­manları alda­tıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.”

Her ne ise, bu defa sizin hatırınız için ka­idemi bozdum, dünyaya bak­tım.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 159)

BAZI İSEVÎ MAZLUMLARIN DURUMU

Bediüzzaman Hazretleri, İkinci Cihan harbi’nde eziyet çeken ve vefat eden bazı Hristiyanların bir nevi fetret hakikatından isti­fadeleri hu­susunda şöyle der:

«Madem âhirzamanda Hazret-i İsa’nın (A.S.) din-i hakikîsi hükmede­cek, İslâmiyet’le omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektik­leri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 111)

Not: Ekser papazlar asırlardır İslâmiyet aley­hinde mesnedsiz telkinde bulunurlarken Peygamberimiz (A.S.M.) ise pek çok hadisleriyle Hazret-i İsa’nın (A.S.) âhirzamanda nüzûl edip dinsizlik cereyanını dağıtarak geniş bir sahada hakim olacağını bildirmekle, ümmetin nazarını Hazret-i İsa’ya (A.S.) çevirmiştir. Bu sebeple ümmeti, asırlardır Hazret-i İsa’nın nüzû­lünü bekler. İşte bu hu­sus açıkça gösterir ki; bazı pa­pazlar hâkimiyetlerini koruma taassubuna ka­pılmışlardır. Peygamberimiz (A.S.M.) ise daima hakka bağlı kalmış, hissî taassubları reddetmiş­tir. Şimdi hakiki İsevîler, bu yanlı­şın tashihini ciddî olarak ele almışlar ve sonunda muvaffak ola­caklardır inşâallah.

DİNSİZLİĞİN’İN SEMAVİ DİNLERLE MÜCADELESİ

Bediüzzaman Hazretleri, Cihan Harbi’nde dinsizlik cereyanlarının da mücadeleye girme­leri se­bebiyle iki muazzam dinin (yani İslâm ve İsevî dininin) barışması zarureti doğduğunu be­lirtirken şu ifadeye yer verir:

«…Çünkü, bu cihan harbinde iki hükûmet küre-i arzın hâkimiyeti için mürafaa ve mu­hakeme da­vasında bulunmaları içinde iki muazzam dinin musâlaha ve sulh mahkeme­sine barışmak davası açıla­rak ve dinsizliğin dehşetli cereyanı da semavî dinlerle müca­hede-i azîmesi başladı…» (Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 191)

Yazının devamında böyle karışık zaman ve şartlar içinde dünyevî bo­ğuşmalara değil, diya­net ha­yatına kuvvet vermek gerektiğine dikkat çeki­lir.

KUR’AN VE SAADET-İ EBEDİYYE

Beşeriyet dünyasında gaddarane boğuşmala­rın getirdiği çeşitli huzur­suzluklar sebebiyle ve bozuk Avrupanın aşılayıp alıştırdığı çılgınca se­fa­hetin ve bozuk siyasetin çirkin neticelerinin görünmesi gibi sebeblerle uyanan insanlar, Kur’anın hakikatlarına şiddetli ihtiyaç duya­caklarını ve o hakikatları kuv­vetli delillerle is­pat ve izhar eden Risale-i Nur eserleri be­şeriyeti ikaz ve irşad edeceğini nazara veren Bediüzzaman Hz. diyor ki:

«Nev’-i beşer bu son harb-i Umumînin

  • eşedd-i zulüm ve
  • eşedd-i istib­dadı ile ve
  • mer­hametsiz tah­ribatı ile ve
  • birtek düşmanın yü­zünden yüzer masumu perişan etmesiyle ve
  • mağlûpların dehşetli me’­yusiyetleriyle ve
  • ga­liplerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini mu­hafaza ve büyük tahribatla­rını tamir edeme­melerinden gelen dehşetli vicdan azaplariyle ve
  • dünya ha­yatının bütün bütün fâni ve mu­vakkat olması ve
  • medeniyet fantaziyeleri­nin aldatıcı ve uyutucu olduğu umuma görünme­siyle ve
  • fıtrat-ı beşe­riyye­deki yüksek istidada­tın ve mahiyet-i insaniyyesinin umumî bir su­rette dehşetli yaralanmasiyle ve
  • gaflet ve dalâ­letin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’anın el­mas kılıncı altında parçalanmasıyla ve
  • gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı en geniş per­desi olan siyaset-i ruy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakikî sureti görünmesiyle,
  • el­bette ve elbette, hiç şüphe yok ki:
  • Şimalde, garpta, Amerika’da emâreleri göründüğüne binaen, nev-i beşerin mâşuk-u mecazîsi olan hayat-ı dünyeviyye, böyle çirkin ve geçici ol­masından

fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği, ara­dığı hayat-ı bâkıyyeyi bütün kuvvetiyle araya­cak ve

  • el­bette hiç şüphe yok ki:

Bin üçyüzalt­mış senede, her asırda üç yüz elli milyon şa­kirdi bulunan ve her hükmüne ve davasına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hâfızla­rın kalbinde kudsiyet ile bulunup lisanlariyle beşere ders veren ve hiç bir kitapta emsali bulunmayan bir tarzda beşer için hayat-ı bâkıyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde veren ve bütün beşerin yara­larını te­davi eden Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyanın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtiyle, belki sarihan ve işa­reten on binler defa dâvâ edip haber veren ve sarsıl­maz, kat’î delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccet­leriyle hayat-ı bâkıyeyi kat’iyyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi,

elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kı­yamet başlarına kopmazsa; İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’anı kabul et­meye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehem­miyetli cem’iyyeti gibi rûy-i zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükûmetleri Kur’an-ı Mu’ciz-ül-Beyanı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlariyle sarılacaklar. Çünkü bu hakikat noktasında, kat’iy­yen Kur’anın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu’­cize-i ekberin yerini tutamaz.

Saniyen: Madem Risale-i Nur, bu mu’cize-i kübrânın elinde bir elmas kılınç hükmünde hizmetini göstermiş ve muannid düşmanla­rını teslime mecbur etmiş. Hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyatı tam tenvir edecek ve ilâç­larını verecek bir tarzda hazine-i Kur’aniyyenin dellâllığını yapan ve Ondan başka me’hazı ve mercii olmayan ve bir mu­cize-i mâneviyesi bu­lunan Risale-i Nur o vazi­feyi tam ya­pıyor.» (Sözler sh: 154)

İSA ALEYHİSSELAM HZ. MUHAMMED (A.S.M)’I HABER VERİYOR

«Evet kardeşlerim, Hazret-i İsa Aleyhisse­lâm İncil-i Şerif’te demiş ki: “Ben gidiyo­rum… tâ size tesellici gesin.” Yâni Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm gelsin, de­mesiyle Kur’an’ın beşere gayet büyük bir neti­cesi, bir gayesi bir hediyesi; tesellîsidir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 215)

İSLÂM BİRLİĞİ’NİN LÜZUMU

İşte böyle dünyevî mücadeleler ve anarşi­nin şiddetlenmesi karşı­sında Hristiyan devlet­lerin ve milletlerin müsbet kısmı, İslâm devlet­lerinin birliğini ve kuvvetlenmesini isteyecekle­rini ve İttihad-ı İslâm’ın elzemiye­tini ifade eden Bediüzzaman Hazretleri resmî makamata hitab ettiği yazı­sının bir kısmında şöyle diyor:

«Rehber Risalesindeki Leyle-i Kadir mes’elesi, şimdi hem Amerika, hem Avrupa’da eseri görü­lüyor. Onun için, şimdiki bu hükûmetimizin hakikî kuvveti, hakaik-ı Kur’aniyeye dayanmak ve hiz­met etmektir. Bununla, ihtiyat kuvveti olan üç yüz elli mil­yon uhuvvet-i İslâmiye ile itti­had-ı İslâm da­iresinde kardeşleri kazanır. Eskiden Hristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma taraftar değildi­ler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için, hem Amerika, hem Avrupa devlet­leri Kur’ana ve ittihad-ı İslâma taraftar ol­mağa mecburdurlar.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 54)

İttihad-ı İslâm teşekkül ettiğinde, onun mümessili olan zâtın, İsevî ruhanîleriyle ittifak edece­ğini anlatan Bediüzzaman Hazretleri, şu veciz ifadeyi kullanır:

«…O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle itti­fak edip din-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar feda­kârlarla tatbik edilebi­lir.» (Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 9)

DİNSİZLİK VE ANARŞİ KARŞISINDA İSLÂM-İSEVÎ İTTİFAKI

Mütecaviz dinsizliğe karşı İslâm-Hristiyan ittifakı, asrımızın ehemmiyetli mes’e­lelerinden biri olmuştur. Bununla alâkadar ola­rak mâ­nidar bir hadiste şöyle buyuruluyor:

“İstikbalde Rum ile emniyeti te’min eden bir sulh akdedeceksiniz ve birlikte ikinize de mu­halif olan bir düşmana karşı savaşacaksı­nız.” (Tac Tercemesi cilt: 4 hadis: 960; İbn-i mace 4089; Ebu Davud cihad: 156 ve melahim: 2; İbn-i Hanbel 4/91, 5/372, 9/40,65)

Bu hadis-i Şerif, beynelmilel dinsizlik ve anarşiliğe karşı, İslâm-Hristiyan ittifakını ha­ber verirken, metindeki “Sulhen âminen”“emniyet sulhu”, emni­yeti temin edebilmek için gereken kuvvete sahib ol­mak, ancak İslâm-Hristiyan ittifakıyla müm­kün olacak, diye işaret eder. ifa­desi, umumi huzur ve asayişi ciddi ihlâl eden anarşizmden zımnen ha­ber verir. Çünki mâna-yı muhalifi ile anlaşılıyor ki; anarşizmin şidde­tinden umumi emniyetin iadesine şiddetli ihti­yaç doğacak.. yani,

Aşağıdaki parçalar dahi bu hadis-i şerifin mana külliyetinden as­rımıza bakan vechiyle alâkalı izahlardır. Şöyle ki:

«Şimdi ehl-i iman, değil Müslüman kar­deşleriyle, belki Hristiyanın dindar ruhanîle­riyle ittifak et­mek ve medar-ı ihtilâf meseleleri nazara al­mamak, nizâ etmemek gerektir. Çünkü küfr-ü mutlak hücum ediyor.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 206)

«Hattâ, hadis-i sahihle: Âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları, ehl-i Kur’anla it­tifak edip, müşte­rek düşmanları olan zende­kaya karşı dayana­cakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i haki­kat, değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî din­dar ruhanîleriyle dahi, medar-ı ihtilâf nokta­ları, muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza etmeyerek, müşterek düşmanları olan müte­caviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar. (Lem’alar sh: 151)

A.B.D. VE İSLÂM DÜNYASI İTTİFAKI

İslâm dünyasına karşı giderek azgınlaşan Avrupanın menfi kısmına karşı, Amerikanın İslâma ta­raftar çıkacağını, 1946’larda yazdığı bir ikaz­namesinde haber veren Bediüzzaman Hz. aynen şöyle di­yor:

«Ehemmiyetli bir endişe ve bir tesellî kalbime geliyor ki:

Bu geniş boğuşmaların ne­ticesinde, eski harb-i umumîden çıkan zarar­dan daha bü­yük bir zarar, medeniyetin isti­nadı, menbaı olan Avrupa’da, Deccalâne bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi tesellîye medar, Âlem-i İslâmın tam in­ti­bahiyle ve Yeni Dünyanın, Hristiyanın hakikî dinini düstur-u hareket it­tihaz etmesiyle ve Âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ana ittihad edip tâbi olması, o dehşetli gelecek iki cere­yana karşı semavî bir muave­netle dayanıp, in­şaallah galebe eder.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 58)

EHL-İ KİTAB İLE İTTİFAKIN ESASLARI

Kur’anda, Ehl-i Kitab ile birleşmenin esa­sını beyan eden bir âyet-i kerime:

قُلْ يَا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْپًا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ

(Al-i İmran Suresi, 3:64) De ki: Ey Ehl-i kitab! Sizinle bizim ara­mızda müsavi bir kelimeye gelin. Şöyle ki: Allah’tan baş­kasına değil yalnız Allah’a iba­det edip bağlanalım. O’na hiçbir şeyi şerik yapmıyalım. Ve ba’zımız ba­’zı­mızı, rab ittihaz etmesin. Eğer bundan yüz çevirirlerse şöyle deyin: Şâhid olun ki biz hakikaten Müslimiz (müsâlemetkârız.)”

Burada muhtelif vicdanların, muhtelif mil­letlerin, muhtelif dinlerin, muhtelif kitabların bir vicdan-ı esasîde, bir kelime-i hakta nasıl tevhid olu­nabilecekleri, İslâm’ın âlem-i beşe­riyette nasıl vasi’, ne ka­dar vâzıh, ne kadar müstakim bir tarîk-ı hidayet, bir kanun-u hürriyet ta’lim eylemiş bulunduğu ve ar­tık bunun Arab ve Aceme inhisarı olmadığı ta­mamen gösterilmiştir.» (Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri sh: 1131)

Hristiyanların müsbet kısmının müslü­manlara meveddet ve yakın­lıklarını bildiren bir âyette de şöyle buyuruluyor:

وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذينَ اٰمَنُوا الَّذِينَ قَالُوا اِنَّا نَصَارَى

(Maide Suresi, 5:82) Ve yine kasem olsun ki, bütün bu nâsın mü’minlere meveddetçe en yakını: “Biz Nasarayız” diyen­leri bulacaksın. – Gerçi bun­lar da umumiyetle mü’min değildir. Ve mü’­minlere adavet bunlarda da vardır. Fakat cins cinse mülâhaza edildiği zaman, öbürlerinin adavette şiddeti ziyadedir. Yani onların me­veddetleri ihtimali büsbütün yok deği, lâkin bunların me­veddeti daha ziyade melhuz ve daha ziyade yakın bir ihtimaldir. Bunlarda iman kabiliyeti, ehl-i iman muhabbeti, öbür­lerinden fazla bulunur.

ذَلِكَ Bunların akreb bulunması şu sebeb­ledir ki: بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسِّيسِينَ bunlardan Kıssîs­ler, yani ilm ü ibadetle meşgul keşişler وَرُهْبَانًا ve rahibler, yani âhiret korkusuyla manastırlarda ne­fislerini ezen taabbüdat ile meşgul târiki dünyalar vardır. وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ Bir de bunlar mütekebbir değildirler. Mütevazi ve munistirler.» (Aynı eser sh: 1791)

AMERİKA ÂLİMLERİ VE RİSALE-İ NUR

Bediüzzaman Hazretleri, bir talebesinin İsevîlere gönderdiği kitab münasebetiyle şöyle der:

«Salahaddin’in mektubu, bir kaç cihette ehemmiyetlidir. Amerika âlimleri, elbette Asa-yı Musa Risalesi’ne lâkayt kalmayacak­lar. Eğer dini din için seven kısmının ellerine geçse, fütuhat yapar. Yoksa, bazı enani­yetli hocalarımız gibi, kıskançlık damarıyla neş­rine ve tervicine çalışmaları meşkûk­tür.»(Emirdağ Lâhikası-I sh:160)

KUR’AN’DA HRİSTİYANLARLA İLGİLİ BİR KISIM AYETLER

Kur’an-ı Kerim’de: (2:121) (3:113, 114, 115, 199) (13:36)) (28:52-55) ve emsali âyetler, Ehl-i Kitab’ın müsbet kısmının evsafını zik­rederken, diğer pek çok âyetler de çoğunun yoldan çıktı­ğını bil­dirir. (Bak: Kur’an 3:110)

Kur’an (4:159) âyetinde Ehl-i Kitab’ın Hazret-i İsa’ya (A.S.) kabl-el mevt iman edecekleri bildi­ri­lir. (4:90) âyeti de mütecaviz olmayan gayr-i müslime tanınan masuniyet hakkı ile alâkalı­dır.

KUVVETLİ BİR DEVLETİN İSLÂM’A DESTEĞİ

İbn-i mace 4090. hadisi de mealen şöyle:

«Melahim (çatışmalar-savaşlar) vuku bulduğu zaman, Allah Me­validen öyle bir ordu gönde­recek ki; atlar(ının cinsi) bakı­mından Arabların en kıymetlisi ve silâh yö­nünden en iyisi olup, Allah İslâm dinini onunla te’yid (takviye) edecektir.

…Bu hadiste geçen “Mevali”, “Mevla”nın cem’idir… Bilindiği gibi Arablar kendilerin­den olmayan­lara Mevali derler. Bu husus ta­rih kitabla­rında da görülebilir. Bu itibarla İslâmiyeti te’yid ve takviye edeceği haber veri­len toplumun, Arablardan başka bir millet olması ihtimali vardır…» (İbn-i Mace Tercemesi cilt:10, sh: 354-356)

Bu rivayetin işaretinden anlaşılıyor ki; harb tekniği çok yüksek olan İsevîlerden bir devlet, İslâma yardım edecek (Allahu a’lem).

BATILI MÜTEFEKKİRLERİN İSLÂMİYETİ TAKDİRLERİ

Bediüzzaman Hazretleri, 1911 senesinde Şam’daki Câmi-i Emevî’de büyük bir cemaata verdiği ve sonra kitab olarak neşredilen hut­be­sinde, Avrupanın bazı fikir adamları ve feyle­soflarının mevzu­muzu te­’yid eden beyanların­dan bahseder ve der ki:

«İşte yüzer misallerinden iki misal:

Birincisi: Ondokuzuncu asrın ve Amerika Kıt’asının en meşhur feyle­sofu Mister Karlayl, en yük­sek sadasıyla çekinmeyerek feylesoflara ve Hristiyan âlimlerine neşriyatla bağırarak böyle diyor, eserlerinde şöyle yazmış:

“İslâmiyet gayet parlak bir ateş gibi doğdu. Sair dinleri kuru ağacın dalları gibi yuttu. Hem bu yut­mak İslâmiyetin hakkı imiş. Çünki sair din­ler -Kur’an’ın tasdikine maz­har olmayan kısmı- hiç hük­mündedir.”

Hem Mister Karlayl yine diyor: “En evvel kulak verilyecek sözlerin en lâyıkı, Muhammed’in (A.S.M.) sözüdür. Çünki ha­kiki söz onun sözleri­dir.”

Hem yine diyor ki: “Eğer hakikat-i İslâmiyette şüphe etsen, bedihiyat ve zaruri­yat-ı kat’iyede işti­bah edersin.Çünki en bedihî ve zarurî hakikat ise, İslâmiyet’tir.”

İşte bu meşhur feylesof, İslâmiyet hak­kında bu şehadetini eserinde müteferrik yerde yazmış.

İkinci misal: Avrupa’nın asr-ı âhirde en meşhur bir feylesofu Prens Bismark diyor ki:

“Ben bütün Kütüb-ü Semâviyeye tetkik et­tim. Tahrif olmalarına binaen beşerin saadeti için aradı­ğım hakiki hikmeti bulamadım. Fakat Muhammed’in (Aleyhissalatü Vesselâm) Kur’an’ını umum kütüblerin fev­kinde gördüm. Her kelimesinde bir hikmet buldum. Bunun gibi, beşe­rin saadetine hiz­met edecek bir eser yoktur.

Böyle bir eser beşerin sözü olamaz. Bunu Muhammed’in (Aleyhissalatü Vesselâm) sö­züdür diyen­ler, ilmin zaruriyatını inkâr etmiş olurlar. Yani kur’an Allah kelâmı olduğu be­dihidir.”

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN 1911 YILINDA VERDİĞİ HABERLER

İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Karlayl ve Prens Bismark gibi böyle dâhî mu­hakkikleri mahsulât vermesine isti­naden, ben de bütün kanaatimle derim ki:

Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hâmiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasılki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu.

Ey Câmi-i Emevî’deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvan­larım! Acaba baştan buraya kadar olan mu­kaddemeler netice vermiyor mu ki; istikbalin kıt’alarında hakiki ve mânevi hâkim ola­cak ve beşeri, dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyet’tir ve İslâmiyet’e inkılab et­miş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakiki dinidir ki Kur’an’a tâbi olur, ittifak eder.» (Hutbe-i Şamiye sh: 30)

KUR’AN’IN, EHL-İ KİTABA ÇAĞRISI

Kur’anda Ehl-i Kitab’dan sarahatla bahse­den âyetler olduğu gibi, işaretle bahseden âyet­lerde vardır. Meselâ:

«(Bakara Suresi, 2:4) وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ : Bu gibi sıfatlarda bir teş­vik vardır. Ve o teşvikten sâmileri imtisâle sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor. Bu cümlenin mâ­kabliyle nazmına dair “dört le­taif” vardır.

1- Bu cümlenin mâkabline atfı, medlû­lün delile olan bir atfıdır. Şöyle ki:

“Ey insanlar! Kur’ân’a iman ettiğiniz gibi, kütüb-ü sâbıkaya da iman ediniz. Çünkü Kur’ân, onla­rın sıdkına delil ve şahittir.”

2- Yahut o atıf, delilin medlûle olan at­fıdır. Şöyle ki:

“Ey ehl-i kitap! Geçmiş olan enbiya ve kitap­lara iman ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile Kur’ân’a da iman ediniz. Zira on­lar, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve kitaplarının sıdkına olan deliller, hakikatiyle, ruhuyla Kur’ân’da ve Hazret-i Muhammed’de (a.s.m.) bulunmuştur. Öyleyse, Kur’ân Allah’ın ke­lâmı ve Hazret-i Muhammed (a.s.m.) de re­sulü ol­duğunu tarik-i evlâ ile kabul ediniz ve etmelisiniz.”

3- Zaman-ı Saadette Kur’ân’dan neş’et eden İslâmiyet, sanki bir şeceredir. Kökü Zaman-ı Saadette sabit olmakla, damarları o zamanın âb-ı hayat menbalarından kuvvet ve hayat alarak her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budakları da istikbal semâsına kadar uzanarak âlem-i beşere maddî ve mâ­nevî se­mereleri yetiştiriyor.

Evet, İslâmiyet, mâzi ile istikbali kanatları altına almış, gölgelendirerek, istirahat-i umumiyeyi temin ediyor.

4- Kur’ân-ı Kerim, o cümlede ehl-i ki­tabı imana teşvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühulet gösteriyor. Şöyle ki:

“Ey ehl-i kitap! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur; size ağır gelmesin. Zira, size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve ya­nınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’ân, bütün kütüb-ü sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlerinin kavaid-i esasiyelerini cem etmiş oldu­ğundan usulde muaddil ve mükemmildir. Yani, tâdil ve tekmil edicidir.

Yalnız, zaman ve mekânın tagayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebed­düle maruz olan füruat kısmında mü­essistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur. Evet, mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların te­beddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrele­rinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder.

Kezalik, hikmet ve masla­hatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ah­kâm-ı fer’iyede tebeddül vardır. Çünkü, fer’î hü­kümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa devâ iken, şahs-ı âhere dâ’ olur. Bu sırdandır ki, Kur’ân, fer’î hüküm­lerden bir kısmını nes­hetmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hük­metmiştir.”» (İşârât-ül İ’caz sh: 49-50)

«Evet, en ziyade kendine güvenen ve Kur’ân’ın sözlerine karşı kula­ğını kapayan şu asr-ı hazır ve şu asrın ehl-i kitap insanları, Kur’ân’ın “Yâ ehle’l-kitab, yâ ehle’l-kitab!” hi­tab-ı mürşidânesine o ka­dar muhtaçtır ki, güya o hitap doğrudan doğruya şu asra müte­veccihtir ve “Yâ ehle’l-kitab” lâfzı, “Yâ ehle’l-mekteb” mânâsını dahi tazammun eder; bü­tün şiddetiyle, bütün şebâbetiyle,

يَا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ

sayhasını âle­min aktârına savuruyor.» (Sözler sh: 407)

İşte bu hakikatı gören bir kısım Avrupa fikir adamları, Kur’anın hak­kaniyetine dair beyan­larda bulunmuşlardır.

PRENS BİSMARK’IN İSLÂMİYET LEHİNDE BEYANI

Ezcümle Prens Bismark diyor ki:

«Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare et­mek için taraf-ı Lâhutîden geldiği iddia olu­nan bütün mün­zel semavî kitapları tam ve et­rafıyla tetkik ettimse de, tahrif olundukları için, hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isa­beti göremedim. Bu kanunlar değil bir cemi­yet, bir hane halkının saadetini bile temin ede­cek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin Muhammedîlerin (A.S.M.) Kur’ân’ı, bu kayıt­tan âzâdedir. Ben, Kur’ân’ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gör­düm.

Muhammedîlerin (A.S.M.) düşmanları, bu kitap Muhammed’in (A.S.M.) zâde-i tab’ı ol­duğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel, hattâ en mütekâmil bir dimağdan böyle hari­kanın zuhurunu iddia etmek, haki­katlere göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak mânâsını ifade eder ki, bu da ilim ve hik­metle kabil-i telif değildir. Ben şunu iddia ediyorum ki, Muhammed (A.S.M.) mümtaz bir kuvvettir. Destgâh-ı kudretin böyle ikinci bir vücudu im­kân sahasına getirmesi ihtimalden uzak­tır. Sana muasır bir vücut olamadığımdan do­layı müteessirim, ey Muhammed (A.S.M.)! Muallimi ve nâşiri olduğun bu kitap, senin değildir; o Lâhutîdir. Bu kita­bın Lahutî oldu­ğunu inkâr etmek, mevzu ilimlerin butla­nını ileri sürmek kadar gülünçtür. Bunun için, be­şeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa gör­müş, bundan sonra göremeyecektir. Ben, huzur-u mehabetinde kemal-i hürmetle eğili­rim.» (İşârât-ül İ’caz sh: 213)

CARLYLE’NİN İSLÂMİYETE ŞAHİTLİĞİ

«Carlyle (Karlayl) şöyle diyor:

Kur’ân’ı bir kere dikkatle okursanız, onun hususiyetlerini izhara baş­ladığını görürsü­nüz. Kur’ân’ın güzelliği, diğer bütün edebî eserlerin gü­zelliklerinden kabil-i temyizdir. Kur’ân’ın başlıca hususiyetle­rinden biri, onun asliyetidir. Benim fikir ve kanaatime göre, Kur’ân, serapa samimiyet ve hakkani­yetle doludur. Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) cihana tebliğ ettiği davet, hak ve haki­kattır.» (İşârât-ül İ’caz sh: 216)

BATILI ŞARKİYATÇILARIN İSLÂMİYETE ŞAHİTLİĞİ

«Kur’ân, insanlara hukukullahı tanıtmış, mahlûkatın Hâlıktan ne bek­leyeceğini, mah­lûkatın Hâlıkla münâsebâtını en sarih şekilde öğretmiştir. Kur’ân, ahlâk ve felsefenin bütün esasatını câmidir. Fazilet ve rezilet, ha­yır ve şer, eşyanın mahiyet-i hakikiyesi, hülâsa her mevzu Kur’ân’da ifade olunmuştur. Hikmet ve felsefenin esası olan adalet ve müsavatı öğ­re­ten ve başkalarına iyilik etmeyi, faziletkâr ol­mayı talim eden esaslar, bun­ların hepsi Kur’ân’da vardır. Kur’ân, insanı iktisat ve iti­dale sevk eder, dalâletten korur, ahlâkî zaafla­rın karanlığından çıkarır, teâli-i ahlâk nu­runa ulaştırır, insanın kusurla­rını, hatala­rını i’tilâ ve kemâle kalb eyler. (Müsteşrik Sedio)» (İşârât-ül İ’caz sh: 218)

«Fransa’nın en maruf müsteşriklerinden Gaston Care, 1913 senesinde Le Figaro Gazetesinde, yer­yüzünden Müslümanlık kal­kacak olursa, mü­sa­lemetin muhafazasına imkân olup olmadığı hakkında makaleler sil­silesi yazmış ve o zaman bu makaleler Şark gazeteleri tarafından tercüme olun­muştu. Fransız müsteşriki diyor ki:

“Yüz milyonlarca insanın dini olan Müslümanlık, bütün sâlik­lerine naza­ran, dünyanın kıvamı olan bir din­dir. Bu aklî dinin menbaı ve düsturu olan Kur’ân, cihan medeniyeti­nin istinad ettiği temelleri muhtevîdir. O kadar ki, bu medeniye­tin, İslâmiyet tarafın­dan neşrolunan esasla­rın imtizacından vücut bulduğunu söyleyebili­riz. Filhakika, bu âlî din, Avrupa’ya, dünyanın imarkârâne inkişafı için lâzım olan en esaslı kaynakları temin etmiştir. İslâmiyetin bu fâ­ikiyetini teslim ederek, ona medyun olduğu­muz şükranı tanımıyorsak da, hakikatın bu merkezde olduğunda şek ve şüphe yoktur.”

Fransız muharriri, daha sonra, Kur’ân’ın umumî müsalemeti muhafaza hususundaki hizmetini bahis mevzuu ederek diyor ki: İslâmiyet, yeryü­zünden kalkacak ve bu suretle hiçbir Müslüman kalma­yacak olursa, barışı devam ettirmeye imkân kalır mı? Hayır buna imkân yoktur!

Gaston Care» (İşârât-ül İ’caz sh: 221)

«İngiliz mütefekkiri Bernard Shaw diyor:

“Demokrasiyi en ileri götü­ren millet İngilizlerdir. Bunun daha ötesi Müslümanlıktır.” (Nur Çeşmesi sh: 184)

“Müslümanların dini, Kur’ân dinidir. Bu din, müsâlemet, emniyet ve huzur dinidir.” (Piskopos Walter Meron’un Müsalemete En Doğru Yol adı ile Petersburg kilisesinde irad ettiği konferanstan) (Nur Çeşmesi sh: 190)

HAZRETİ MUHAMMED (A.S.M.)’IN İNCİL’DEKİ İSMİ VE BAHİSLERDEN BİR KISMI

«İncil’in âyeti:

قَالَ الْمَسِيحُ اِنِّى ذَاهِبٌ اِلَى اَبِى وَاَبِيكُمْ لِيَبْعَثَ لَكُمُ الْفَارَقْلِيطَا

Yani: "Ben gidiyorum, tâ size Faraklit gelsin!" Yani, Ahmed gelsin.

İncil’in ikinci bir âyeti:

اِنِّى اَطْلُبُ مِنْ رَبِّى فَارَقْلِيطًا يَكُونُ مَعَكُمْ اِلَى اْلاَبَدِ

Yani: "Ben Rabbimden; hakkı bâtıldan farkeden bir peygamberi istiyorum ki, ebede kadar beraberinizde bulunsun." Faraklit, اَلْفَارِقُ بَيْنَ الْحَقِّ وَ الْبَاطِلِ manasında Peygamber’in o kitablarda ismidir.» (Mektubat sh: 165)

«Hem Kütüb-ü Enbiya’da, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Muhammed, Ahmed, Muhtar manasında Süryanî ve İbranî isimleri var. İşte Hazret-i Şuayb’ın suhufunda ismi, Muhammed manasında "Müşeffah"tır.

Hem Tevrat’ta yine Muhammed manasında "Münhamenna", hem Nebiyy-ül Haram manasında "Hımyata". Zebur’da "El-Muhtar" ismiyle müsemmadır. Yine Tevrat’ta "El-Hâtem-ül Hâtem". Hem Tevrat’ta ve Zebur’da "Mukîm-üs Sünne". Hem Suhuf-u İbrahim ve Tevrat’ta "Mazmaz"dır. Hem Tevrat’ta "Ahyed"dir.

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm demiş:

اِسْمِى فِى الْقُرْاۤنِ مُحَمَّدٌ وَفِى اْلاِنْجِيلِ اَحْمَدُ وَفِى التَّوْرَيةِ اَحْيَدُ

buyurmuştur. Hem İncil’de, Esma-i Nebevîden "Sahib-ül Kadîbi ve-l Herave" yani "seyf ve asâ sahibi." Evet sahib-üs seyf enbiyalar içinde en büyüğü; ümmetiyle cihada memur, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Yine İncil’de "Sahib-üt Tâc"dır. Evet "Sahib-üt Tâc" ünvanı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a mahsustur. Tâc, ımame yani sarık demektir. Eski zamanda milletler içinde, milletçe umumiyet itibariyle sarık ve agel saran, Kavm-i Arabdır. İncil’de "Sahib-üt Tâc", kat’î olarak "Resul-i Ekrem" (Aleyhissalâtü Vesselâm) demektir.

Hem İncil’de "El-Baraklit" veyahut "El-Faraklit" ki İncil tefsirlerinde, "Hak ve bâtılı birbirinden tefrik eden hakperest" manası verilmiş ki; sonra gelecek insanları, hakka sevkedecek zâtın ismidir.

İncil’in bir yerinde, İsa Aleyhisselâm demiş: "Ben gideceğim; tâ dünyanın reisi gelsin." Acaba Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve bâtılı fark ve temyiz edip Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın yerinde insanları irşad edecek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan başka kim gelmiştir? Demek Hazret-i İsa Aleyhisselâm ümmetine daima müjde ediyor ve haber veriyor ki: Birisi gelecek, bana ihtiyaç kalmayacak. Ben, onun bir mukaddimesiyim ve müjdecisiyim. Nasılki şu âyet-i kerime:

وَاِذْقَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِى اِسْرَا ئِيلَ اِنِّى رَسُولُ اللَّهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَىَّ مِنَ التَّوْرَيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَاْتِى مِنْ بَعْدِى اسْمُهُ اَحْمَدُ

Evet İncil’de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, çok defalar ümmetine müjde veriyor. İnsanların en mühim bir reisi geleceğini ve o zâtı da bazı isimler ile yâdediyor. O isimler, elbette Süryanî ve İbranîdirler. Ehl-i tahkik görmüşler. O isimler, "Ahmed, Muhammed, Fârik-un Beyn-el Hakk-ı Ve-l Bâtıl" manasındadırlar. Demek İsa Aleyhisselâm, çok defa Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan beşaret veriyor.

Sual: Eğer desen: "Neden Hazret-i İsa Aleyhisselâm, her nebiden ziyade müjde veriyor; başkalar yalnız haber veriyorlar, müjde sureti azdır."

Elcevab: Çünki Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm, İsa Aleyhisselâm’ı Yahudilerin müdhiş tekzibinden ve müdhiş iftiralarından ve dinini müdhiş tahrifattan kurtarmakla beraber.. İsa Aleyhisselâm’ı tanımayan Benî İsrail’in suubetli şeriatına mukabil, sühuletli ve câmi’ ve ahkâmca Şeriat-ı İseviye’nin noksanını ikmal edecek bir şeriat-ı âliyeye sahibdir. İşte onun için çok defa, "Âlemin Reisi geliyor!" diye müjde veriyor.

İşte Tevrat, İncil, Zebur’da ve sair suhuf-u enbiyada çok ehemmiyetle, âhirde gelecek bir peygamberden bahisler var, çok âyetler var. Nasıl bir kısım nümunelerini gösterdik. Hem çok namlar ile o kitablarda mezkûrdur. Acaba bütün bu Kütüb-ü Enbiyada bu kadar ehemmiyetle, mükerrer âyetlerde bahsettikleri, Âhirzaman Peygamberi Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan başka kim olabilir?» (Mektubat sh: 170)

İşte bunun gibi naklettiğimiz kaynak kitabta, Semavî Kitab ve Suhuflardan bir hayli nakiller mevcuttur ki, hepsi Muhammed Aleyhisselatü Vesselam’ın geleceğini haber verir ve müjdeler.

İtihad İlmî Araştırma Heyeti

Tarafından Hazırlanmıştır

İstanbul – 2000

KAYNAK KİTAPLAR

Elmalı Tefsiri (Hak Dini Kur’an Dili) Elmalı Hamdi Yazır Eser Neşriyat İstanbul 1991

Emırdağ Lâhikası, Bediüzzaman Said Nursi Envâr Neşriyat – İstanbul 1992

Hutbe-i Şamiye, Bediüzzaman Said Nursi Envâr Neşriyat – İstanbul 1993

İbn-i Mace Tercemesi, Kahraman Yayınları – İstanbul 1982

İşarat-ül İ’caz, Bediüzzaman Said Nursi Envâr Neşriyat – İstanbul 1993

Kastamonu Lâhikası, Bediüzzaman Said Nursi Envâr Neşriyat – İstanbul 1990

Lem’alar, Bediüzzaman Said Nursi Envâr Neşriyat – İstanbul 1992

Mektubat, Bediüzzaman Said Nursi Envâr Neşriyat – İstanbul 1993

Nur Çeşmesi, Bediüzzaman Said Nursi Envâr Neşriyat – İstanbul 1980

Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Bediüzzaman Said Nursi Envâr Neşriyat – İstanbul 1993

Sözler, Bediüzzaman Said Nursi Envâr Neşriyat – İstanbul 1993

Şualar, Bediüzzaman Said Nursi Envâr Neşriyat – İstanbul 1994

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …