İslam Deccalı-Süfyan

ZAMANIMIZIN MÜHİM ŞAHISLARINDAN

(İSLÂM DECCALI-SÜFYAN)

"Bir hadîs-i şerifin ihbarıyla, Kur’ana zararlı öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi."

Bediüzzaman Said Nursi

Bütün zamanlar için en büyük mesele olarak haber verilen deccal fitnesi, her asrın insanlarınca bilhassa manevi korku ve endişe olmuştur. Bütün dinlerde bu fitne korkusu vardır. Fakat müslümanlarca bu tehlike daha da ehemmiyetlidir. Çünkü İslam Deccalının doğrudan hak din İslamiyeti ortadan kaldırmak için çalışacağı ve devresinin bir hayli zaman süreceği yine rivayetlerden anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman Hazretleri ve talebeleri, Risale-i Nur ile giriştikleri hizmeti imaniyelerinde bu Deccal Komitesinin devamlı baskılarına ve tarassutlarına maruz kalmışlardır. Mahkemelere verilmişler ve aleyhlerinde propoğandalar yapılmıştır.

1926 yılından 1950 yılına kadar üç defa imha için topluca ağır ceza mahkemesine verilen Bediüzzaman Hazretleri ve Nur Talebeleri, bu vesile ile mahkemelerde gereken beyanları, müdafaaları hem mahkemeye hem efkâr-ı ammeye yapmışlardır. Bu mahkemeler, sırasıyla 1935’de Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi, 1944’de Denizli Ağır Ceza Mahkemesi ve 1948’de Afyon Ağır Ceza Mahkemesidir. İslam için en dehşetli devre, bir çeyrek asır süren bu istibdad-ı mutlak devridir. İslam tarihi böyle bir fitne görmemişti.

1948’de Afyon Ağır Ceza Mahkemesinde de bu mesele mevzu edilmiş ve kahraman ve âlim Nur Talebelerinden Ahmed Feyzi Ağabey müdafaasında şöyle demiştir:

“Âhirzamanda hadîsin haber verdiği şahısların mes’elesine gelince: Bu mevzuları biz kendimiz uydurmadık. Bunların aslı dinde mevcuddur. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm bazı hadîslerle ümmet-i Muhammediyenin (A.S.M.) ömrünün binbeşyüz seneyi pek geçmeyeceğini söylüyor. O zamana kadar da ümmet-i Muhammediyenin (A.S.M.) ve dünyanın hayatında mühim tesir yapacak büyük tarih hâdiselerini, "Kıyamet alâmetleri" diye haber veriyor.

Bunların şerri üzerine ümmet-i İslâmiyenin nazar-ı dikkatini celbediyor. Gaflet ve cehaletle bu şerlere düçar olanların ebedî şekavet ve helâket ile karşılaşacaklarını söylüyorlar. Bunlara dair sayısız dinî bürhanlar mevcuddur. Biz ki; Allah’a ve Resulüne ve Kur’ana inanmışız. Şimdi bu imanın ve peygamberin sıdkına olan bu itikadın neticesi olarak kendimizi helâk-i ebedîden kurtarmak için çalışmayalım mı? Etrafımızda olup bitenleri görmeyelim mi? "Acaba bu tehlikeli zaman gelmiş midir? Sakın bu tehlikelere düşen nesil biz olmayalım!" diye bunları mevcud dinî hakikatlara tatbik cehdini göstermeyelim mi?” Şualar (563)

İşte bir hakikat kahramanı böyle diyor.

1944 yılında hapishanede iken bir mahkeme celsesinde, tahliye beklerken tutukluluk hallerinin devamına karar veren mahkemenin bu kararını bakınız Bediüzzaman Hazretleri nasıl değerlendiriyor:

“Aziz, sıddık kardeşlerim!

اَلْخَيْرُ فِى مَا اخْتَارَهُ اللّهُ sırrıyla, bu mes’elemizin te’hiri hayırdır. Çünki bütün mekteblerde ve dairelerde ve halkta, o ölmüş dehşetli adamın muhabbeti telkin ediliyor. Bu hal ise, âlem-i İslâma ve istikbale pek elîm ve acı bir tesiri olacaktı. Şimdi ihtiyarımızın haricinde onun mahiyeti ne olduğunu, en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine kat’î hüccetler ile gösteren ve isbat eden Risale-i Nur geçmesi, kemal-i merak ve dikkatle okunması öyle bir hâdisedir ki; bizler gibi binler adam hapse girse, hattâ i’dam olsalar, Din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur. Hiç olmazsa küfr-ü mutlaktan ve irtidaddan en mütemerridleri bir derece kurtarır, meşkuk bir küfre çıkarır, mağrurane ve cür’etkârane tecavüzlerini ta’dil eder.” Şualar (339)

Demekki âhir zamanın dehşetli şahsı ve şahıslarını bilmek ve tanımak bu kadar önemlidir. Onun ve onların muhabbetinin telkin edilmesi de bu kadar dehşetlidir.

Afyon savcısının tesbitleri çok enterasanlıklarla doludur. Bediüzzaman Hazretleri hata-savab cetveli adıyla bunları madde madde Şualar kitabına derc etmiştir. İşte bunlardan birisi:

“Bu inkılabları mevki-i mer’iyete koyan devletin bir kısım yeni kanunlarına, cebr-i keyfî-i küfrî; cumhuriyete, istibdad-ı mutlak; rejime, irtidad-ı mutlak ve bolşeviklik ve medeniyete sefahet-i mutlaka demiş.” Şualar (435)

O zaman tatbik edilen rejimin adı irtidad-ı mutlak ve bolşeviklikdir.

Risale-i Nur’un şakirdlerinden en müdhiş bir muhalif ve rejim müessisini tel’in de etse, bilfiil idareye ilişmese, onun mefkûresine kanunen ilişilmez. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir, onları tebrie eder.” Kastamonu Lahikası ( 265 )

Deccal ve rejim-i bid’akârânesi lanetlense de, fikir hürriyeti sınırlarında değerlendirilmelidir.

Bediüzzaman Hazretleri 1947 de Afyon Emirdağ’da mecburi ikamete tabi iken, o zaman o zamanın cumhurbaşkanına bir istida (dilekçe) yazmış ve bazı hakikatleri o makama bildirmiştir. Bu istida şimdi binler hatta milyonlarca basılan Nur Risalelerinde vardır ve yayınlanmaktadır. Orada Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri der ki:

“Reisicumhur’a gönderilen istidanın zeylidir ki, mecbur oldum yazmağa.

Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi; Mustafa Kemal’in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki: Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir hadîs-i şerifin ihbarıyla, Kur’ana zararlı öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi.

Ben de beşyüz seneden beri kahramanlığıyla ve hakperestliğiyle dünyaya meydan okuyan kahraman bir ordunun şerefini ve zaferini, hilaf-ı hakikat olarak M. Kemal’e vermediğim için, garazkâr dostları beni yirmi senedir bahanelerle tazib ediyorlar.

Evet -mahkemede isbat ettiğim gibi- "Şerefler, müsbet hayırlar, maddî-manevî ganîmetler orduya, cemaata verilir, tevzi’ edilir; kusurlar, menfî icraatlar başa, reise verilir" diye bir kaide-i hakikatla, kahraman ordunun ve bilfiil asker ve asker başında çalışan cesur zabitlerin zaferleri ve şerefleri Mustafa Kemal’e verilmez.

Belki kusurlar, hatalar yalnız ona verilir diye beni onu sevmemekle ittiham edenleri, kahraman orduyu sevmemekle ve şereflerini kırmakla ittiham edip onlara hain-i millet nazarıyla bakıyorum. Bu hakikatı mahkemede isbat ettiğim gibi, onun muannid dostlarına da isbat etmeye hazırım.

Ben bu mübarek milletin bahadır ordusunun milyonlar efradı ve zabitlerini severim. Hürmetlerini, haysiyetlerini elimden geldiği kadar muhafaza ediyorum. Benim karşımdaki garazkâr muarızlarım, bir tek adamı sevmek yolunda, milyonlar efrada manen ihanet, belki adavet ediyorlar.

Evet çok emarelerle bildik ki; bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal’e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebebler bahanedir. Bunun için mecbur oldum ki, o muarızlarıma derim: O beni taltif etmek ve bütün vilayat-ı şarkıyeye vaiz-i umumî yapmak için Ankara’ya istedi. Ben oraya gittim. Bu gelen üç madde, beni onun dostluğundan vazgeçirdi. Yirmi sene inzivada azab çektim, dünyalarına karışmadım.

Birinci Madde: Bir hadîs-i şerifin, âhirzamanda an’anat-ı İslâmiyenin zararına çalışacak diye haber verdiği adam, bu olduğunu ef’aliyle göstermesidir. Ben otuzaltı sene evvel o hadîsi tefsir etmiştim. Aynen bu adama manası çıkmış. Mahkemedeki müdafaatımın "Üçüncü Esas"ında izahı var…” Emirdağ Lahikası-1 (284)

Yani bir kısmını aldığımız, reisicumhura yazılan bu istidada özellikle deniliyor ki; evvela hadîs-i şerifin haber verdiği, Kur’an zararına bir adam hadisesini bu zamanda gördüğümüz içindir. Sonra da ordunun ve askerlerin ve milletin elbirliğiyle kazanılan zaferin bir tek zata verilmesi haksızlıktır ve biz ona dost değiliz denmektedir.

Risale-i Nurlardan tesbitlere devam edeceğiz. İnşaallah…

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …