İSLAM ALEMİNE NEDEN SAHİP ÇIKAMADIK?
Birinci Dünya savaşı neticesinde mağlubiyetimizin sebeblerini ve hikmetlerini beyan eden Bediüzzaman Hazretleri der ki:
"Galip olsaydık, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye, belki daha şedîdâne kapılacak idik. Hâlbuki o cereyan hem zâlimâne, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi, hem ehl-i imanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsaydık, âlem-i İslâmı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecektik. Şu medeniyet-i habise ki, biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiatı hasenatına galebe ettiğinden, maslahat-ı beşer fetvâsıyla mensuh ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz, sefih, mütemerrid, gaddar, mânen vahşi bir medeniyetin himayesini Asya’da deruhte edecektik.”
Yirminci yüzyılda hakim olan tabiatperestlik, dünyevileşme ve fen ve fesefeden gelen dalalet ve hayvancasına belki hayvandan da aşağı hayat tarzını deruhte eden Fransızlar, İngilizler gibi Avrupa devletlerinin hayat tarzlarına daha da isteyerek ve zevkle ve keyifle sahip çıkacaktık.
Bediüzzaman Hazretleri der ki:
"Evet يستَحِبُّونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلاَخِرَةِ işaretiyle bu asır, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye, ehl-i İslâm’a da bilerek severek tercih ettirdi. Hem bin üçyüz otuzdört (1334) tarihinden başlayıp, öyle bir rejim ehl-i İslâm içine de sokuldu.
Evet عَلَى اْلاَخِرَةِ cifir ve ebced hesabıyla 1333 veya dört ederek, aynı vakitte eski Harb-i Umumî’de İslâmiyet düşmanları galebe çalmakla, muahede şartlarını, dünyayı dine tercih rejimi mebdeine tevafuk ediyor. İki-üç sene sonra bilfiil neticeleri görüldü."
1334 yani miladi 1918 de başlayan ve 1923 de Lozan anlaşmasına kadar süren bir dizi anlaşmalar da gösterdi ki; dini hayatın dünya hayatına her cihette tercih edilmesinin alt yapısı hazırlandı. Fakat mağlubiyete ve perişanlık olduğu için milletimiz o hayatı tam benimseyemedi. Risale-i Nurlar ve Nur hizmeti başlayınca herşeye rağmen milletimiz, Anadolunun sinesi sahip çıktı ve imanını muhafaza etti.
Yine İkinci Dünya Savaşının başlarında Almanlar tamamen galipken ve bizlerle de dost iken ve hatta Birinci dünya Savaşında elimizden alınan İslam devletlerini tekrar almak ve ittifaklar kurmak varken o zamanın siyasetçileri bunu akılarına getirememelerinin hikmetini ve İslama faydasını Üstad Hazretleri şöyle anlatır:
"Yirmi sene evvel tab’edilen Sünuhat Risalesi’nde, hakikatlı bir rü’yada âlem-i İslâm’ın mukadderatını meşveret eden ruhanî bir meclis tarafından, bu asrın hesabına Eski Said’den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir. O zaman, o manevî meclis demiş ki:
"Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harbde, Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetinin hikmeti nedir?"
Cevaben Eski Said demiş ki: Eğer galib olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. -Nasılki yedi sene sonra edildi.- Ve medeniyet namıyla Âlem-i İslâm hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki’-i mübarekeye Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnayet-i İlahiye ile onların muhafazası için, kader mağlubiyetimize fetva verdi.
Aynen bu cevabdan yirmi sene sonra, yine gecede: "Bîtaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind’i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken; şübheli, dağdağalı, faidesiz bir düşmana (İngiliz) tarafdarlık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dâhî insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?" diye sual benden oldu.
Gelen cevab manevî canibden geldi. Bana denildi ki: "Sen, yirmi sene evvel manevî suale verdiğin cevab, senin bu sualine aynı cevabdır. Yani: Eğer galib taraf iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibane mümanaat görmeyecek bir tarzda bu rejimi Âlem-i İslâm’a, mevâki’-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üçyüzelli milyon İslâm’ın selâmeti için bu zahir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler." (Kastamonu Lahikası sh:19)
Burada en önemli nokta, Anadoluda tatbik edilen dine muhalif bu rejimi, o İslam ülkelerine elimizle götürecektik. Hatta o müslüman memeleketlerin kabul etmelerine sebep olacaktık. Şimdi de istibdad altında inleyen İslam devletlerinde Türkiyenin tam etkili olamaması yine buradaki rejimi devlet himayesinden çıkaramayaşımız ve anayasal hak ve anayasanın amir hükmü olarak devam etmesidir.
Yani kader diyor ki: Siz evvela kendi müzahrafatınızı bir temizleyin, tatbikattaki ve kanunlardaki milletin zararına maddeleri "üç-dört adamın" yanlışları deyin ve anayasadan temizleyin ve tahribatı tamir edin.
Ondan sonra kolaylıkla Alem-i İslamdaki diğer müstebidler ve zorbalar temizlenir. Orada bir rivayette deccal vazifesi gören adamların zorbalığı, esas deccalın sistemi ile temizlenmez.
İnşaallah Cenabı Hak bizlere ve İslam Alemine pahalı satmasın. Baştakilerin başına akıl versin hakikatı görsünler.. Vesselam….