Üstad Bediüzzaman zamanımızın, yani âhirzamanın şartlarını tesbit ederken, dinsizliğin iki cereyan halinde toplanacağını ve bu iki akımın zaman zaman ayrı, zaman zaman da beraber hareket edeceklerini beyan etmektedir.
Üstad Said Nursi hazretlerinin kendi ifadelerinde göreceğimiz üzere bu iki cereyanın biri İslâm merkezinde din düşmanlığı yapacak ve diğeri de tüm insanlık dünyasında bütün dinleri hedef alarak, bütün beşeriyeti anarşi-terör belasına maruz bırakacaktır.
Bediüzzaman Hazretleri bu iki cereyana karşı gelebilecek ve dayanacak çareleri Kur’an ve Hadislere dayanarak göstermiştir.
Biz Risale-i Nur Külliyatının muhtelif yerlerine serpiştirilmiş bu bahisleri burada nazara vermek istiyoruz. Eğer ilgililer bunları dikkate alırlarsa hem İslâm âlemi hem insanlık dünyası, müslüman coğrafyayı saran ve bütün dünyada masumların hayatına kasdeden bu beladan büyük ölçüde kurtulacaktır.
İmam-ı Buharî, Müslim gibi büyük hadîs kitaplarında rivayet edilmiştir ki:
“Hazret-i Peygamber (A.S.M.) işaret etmiştir ki: Hazret-i İsa gelecek, ümmetimden olacak; aynı şeriatımla amel edecektir.” (Âsar-ı Bediyyye sh: 100)
Bediüzzaman hadîsi izah sadedinde der ki:
“Hadîs-i sahihte rivayet edilen: “Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın geleceğini ve şeriat-ı İslâmiye ile amel edeceğini, Deccal’ı öldüreceğini” imanı zaîf olanlar istib’ad ediyorlar. Onun hakikatı izah edilse, hiç istib’ad yeri kalmaz. Şöyle ki:
O hadîsin ve Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadîslerin ifade ettikleri mana budur ki: Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:
Birisi: Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır.
Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.
İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı Nemrudane, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, uluhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir.
Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zabitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşi bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûna hâkimiyet verir. Öyle de: Allah’ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rububiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispirtizma ve manyetizmanın hâdisatı nev’inden müdhiş hârikalara mazhar olan Deccal ise; daha ileri gidip, cebbarane surî hükûmetini bir nevi rububiyet tasavvur edip uluhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlub olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın uluhiyet dava etmesi, ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur.
İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur’ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi’ ve İslâmiyet metbu’ makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.
Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kadir-i Külli Şey’ va’detmiş, elbette yapacaktır.
Evet her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’eden (Hazret-i Cibril’in “Dıhye” suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm’in hikmetinden uzak değil.. belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için va’detmiş ve va’dettiği için elbette gönderecek.” (Mektubat sh: 56)
Dinsizliğin birisi olan ve Süfyan da denilen İslam Deccalı, İslam devleti olan Osmanlı Hilafet devletinin yıkılmasını netice veren bir çok olaylardan sonra devlete hakim olmuş İslamiyeti bütün bütün kaldırmağa çalışmıştır. O İslam Deccalına mukabil ve Büyük Deccal olan beynelmilel dinsizlik akımlarına karşı fikri ve ilmi hakikatlarla Cenab-ı Hak Risale-i Nur eserlerini ve onun müellifi olan Bediüzzamanı manen vazifedar kılmıştır. Her iki Deccalın fikri küfrilerinin belini kırmıştır.
Fakat her iki Deccalın maddi güçleri devam etmektedir. İslam Deccalı olan Süfyanî Deccalın gücü anayasalara konulan maddelerle ve “ilke ve inkılaplarla” bilhassa eğitim sistemiyele devam etmektedir. Büyük Deccalın gücü de materyalizmle, anarşistlerle, terörle devam etmektedir.
Tam da İsa Aleyhisselamın vazifesini yapma zamanıdır. Bediüzzamanın Ye’cüc ve Me’cücden daha tehlikeli dediği her iki Deccalî sistemlerinin meyvesi olan anarşiyi durduracak ve mağlup edecek ve sulhu umumiye muhtaç insanlık alemini ve İslâm âlemini memnun edecek İsa Aleyhisselamdır ve onun cemaatıdır.
“Hem Deccal’ın rejimine ve teşkil ettiği komitesine ve hükûmetine ait garib halleri ve dehşetli icraatı, onun şahsıyla münasebetdar rivayet edilmesi cihetiyle manası gizlenmiş. Meselâ: “O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsa (A.S.) onu öldürebilir, başka çare olamaz.” rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öldürecek; ancak semavî ve ulvî, hâlis bir din İsevîlerde zuhur edecek ve hakikat-ı Kur’aniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nüzulü ile o dinsiz meslek mahvolur ölür.” (Şualar sh: 581)
İsa Aleyhisselamın hayatta olduğunu ve melek hayatı yaşadığını ve ahirete gitmediğini ve semavatta olduğunu belirten Üstad der ki:
“Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâm’ın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbeder.
Âdeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar. Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki:
Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasılki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür; öyle de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal’ı öldürür.. yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek.” (Mektubat sh: 6)
İsa Aleyhisselamın Cenab-ı Haktan hayatının devam etmesini arzu etmesinin en önemli sebebi ahirzamanın bütün dinlere savaş açan ve insanlığın saadetini bozan ve anarşiyi yetiştiren büyük Deccalı ve cereyanının hakimiyetine son vermektir. Ve kendine tabi hrıstiyanları İslâma, Mehdinin ihya ettiği din-i İslama tabi yapmaktır. Bunun hangi tarzda ve şekilde olacağını Bediüzzaman Hazretleri beyan etmiştir.
“Kat’î ve sahih rivayette var ki: “İsa Aleyhisselâm büyük Deccal’ı öldürür.”
Vel’ilmü indallah, bunun da iki vechi var:
Bir vechi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispirtizma gibi istidracî hârikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccal’ı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek; ancak hârika ve mu’cizatlı ve umumun makbulü bir zât olabilir ki: O zât, en ziyade alâkadar ve ekser insanların peygamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dır.
İkinci vechi şudur ki: Şahs-ı İsa Aleyhisselâm’ın kılıncı ile maktul olan şahs-ı Deccal’ın teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı manevîsini öldürecek ve inkâr-ı uluhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak İsevî ruhanîleridir ki; o ruhanîler, din-i İsevî’nin hakikatını hakikat-ı İslâmiye ile mezcederek o kuvvetle onu dağıtacak, manen öldürecek. Hattâ “Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir. Hazret-i Mehdi’ye namazda iktida eder, tâbi’ olur.” diye rivayeti bu ittifaka ve hakikat-ı Kur’aniyenin metbuiyetine ve hâkimiyetine işaret eder.” (Şualar sh: 587)
Bediüzzaman İslama tabi olan hrıstiyanlara “Müslüman İsevîleri” diyerek farklı bir yol takip etmiştir. Şöyle ki:
“Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cem’iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.” (Mektubat sh: 441)
Risale-i Nurlarda geçen müjdeli ve mübarek bahislerde bazıları da şöyledir:
“Ahmed’in rü’yası çok mübarek ve güzeldir. Hazret-i İsa’nın (A.S.) kuvvetli sadâsını işitmek, İsevîlerden kuvvetli bir imdad Hizb-ül Kur’an’a iltihak etmeye işaret olabilir.” (Kastamonu sh: 133)
Hakiki Risale-i Nur hizmetlerini düstur yapanların esas alınacağı anlaşılmaktadır.
“Üstadımızın Kur’an-ı Hakîm’den aldığı ve neşrettiği Risale-i Nur vasıtasıyla Nasara’nın bir kısmı İslâmiyeti kabul edecek ve Nasara Müslümanları veya Hristiyan mü’minleri hükmüne geçip Üstadımızın sözlerini İsa Aleyhisselâm’ın sözleri nev’inden hüsn-ü kabul edeceklerine işarettir.
Evet Risale-i Nur’da öyle bir kuvvet vardır ki, Avrupa’nın en muannid feylesoflarını dahi teslime mecbur eder. Her ruhun bir ihtiyac-ı hakikîsi olan, hakikî iman nurunu arayan Hristiyan muvahhidler, elbette Risale-i Nur’u görseler (Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın vesayası nev’inden) kabul edip sarılacaklardır.
Dereli Mutaf Hâfız Ahmed” (Barla sh: 156)
Üstadın tashih ve tasvibinden geçen ve Sikke-i Tasdikte yayınlanan bir mektup da şöyledir.
“İkincisi: Bu hakir talebeniz Hüsrev de, bu fıkranın vüsulünden bir gün evvel Re’fet Beyle konuşurken demiştim. “Aziz Re’fet! Biz, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın nüzûlüne intizar ediyoruz. Bu peygamber-i âlîşân, din lehinde hareket eden cereyanın başlarına nüzul etse gerektir; ve o millet de müslüman olacaktır. Sevgili üstadımızın son mektublarından böyle anlıyorum. Bu hususta ümidim kuvvetlidir. İnşâallah öyle de olacaktır” demiştim.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi sh: 46)
Hülasa:
Âhirzaman olan şu zamanımız, geçmiş asırlardan çok farklıdır. Çünkü en başta “her iki Deccal” zuhur etmiştir. O deccaliyet ki bütün peygamberler deccal fitnesine karşı ümmetlerini ikaz etmişlerdir. Bu deccaliyet fitnesinin içinde en önemlisini Peygamberimiz (A.S.M.) ümmetine haber vermiştir.
Âhirzamanın deccal fitnesinden Peygamberimiz (A.S.M.) bahsederken bu İslam Deccalı, bu da Büyük deccal demiyerek genel olarak daha çok icraatlarından bahsederek “Deccal” demiştir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri deccalden bahseden hadîslerin hangisi hrıstiyanlara musallat olan deccaldan, hangisi müslümanlara musallat olan İslâm Deccalinden bahsediyor, Risale-i Nur’da çok net olarak beyan etmiştir.
Her iki deccalden ve maddi ve manevi tahribatlarından muhafaza edecek imkanları da Rabbimiz halk etmiştir.
İslam Deccalının tahribatını ve Büyük Deccalın manevi tahribatını Risale-i Nurlarla büyük miktarda tamir etmiştir ve daha da edecektir. İnşaalllah…
Fakat maddi maddi olarak da mağlup edilmesi, Kur’anın önderliğinde Hrıstiyanların içinde zuhur edecek olan İsa Aleyhisselam ve cemiyetiyle olacaktır. Yani İsa Aleyhisselamı ve hakiki dininin esasa alan ve Kur’an ve İslâmiyete tabi devletle veya devletlerle olacaktır.
Gerek Türkiyede malum olaylar ve gerek tüm hrıstiyan dünyasındaki hadiseler İsa Aleyhisselamın bu vazifesini hızlandırmıştır.