İnsana Uygun İdare Şekli




İNSANİYETE UYGUN İDARE ŞEKİLLERİNİN MAHİYETİ

Demokrasi, hukuk devletine ve millet ekseriyetinin hâkimiyetine dayalı olup, kişi veya azınlık hâkimiyetini reddeder.

Bu idare sisteminde, de­mokrasinin temellerine aykırı olmayan herhangi bir inanış ve fikir sahibleri; zora, tehdide baş vurmamak veya idareyi ele geçirmek üzere isyana teşebbüs yahut açıkça teşvik et­memek şartlarıyla, kendi inanış ve fikirlerini neşir, teb­liğ ve telkin etmekte hürdür. Bu, demokrasinin temel bir prensibidir.

Ancak din, vicdan ve söz hürriyetleri, ser­best seçim, hukuk devleti ve kanun hâki­miyetine dayanmak gibi, demokrasinin te­mellerine aykırı düşen fikirler, fikir hürriyeti sahasında dahi yasaklanır. Çünki temel hürriyetleri tahrib etme hür­riyeti olamaz.

Serbest seçim, insanın insana hâkim olmasını kaldıran hukuk devleti olmak prensibi, din vicdan ve söz hürriyetleri gibi esasları 14 asır önce en ekmel ve hakka müstenid şekliyle İslâmiyet getirdi. O halde demok­ratlık iddia edenler, iddia­larında sâdık olmaları halinde, İslâmiyet’e muhalefet etmeleri şöyle dursun, aksine ona hürmet etmeleri gerekir.

Demokrasiye dayanmış bir idarede en önemli unsur, halk ekseriyetinin vicdanî olan temayülünü birinci derecede nazara almaktır. Aksi halde idare eden ve edilen­ler arasında milli bir ahenk sağlanamaz. Bu ise tabansız ve halk iradesine dayanmayan idare olur.

Bu gibi anlayışlarda ve ortaya çıkan anlaşmazlıklarda son bir çare referanduma baş vurmaktır. Yani millî iradenin, yani halk hakimiyetinin tahakkuku medenî insanlar dairesinde bağlayıcıdır ve olmalıdır.

Türk milleti asırlardan beri dine bağlı yaşayışının neticesi olarak din duy­gusu vicdanlarda yerleşmiştir. Bu millî temayül devlet sisteminin temelinde açıkça yerini bulmalıdır. Aksi halde devlet makamlarında bulunan bazı ide­olojik temayül sahibleri din, vicdan ve fikir hürriyetlerinin elastikliğini istis­mar ederek istedikleri istikamette ve millî temayülü rencide edecek şekilde daraltma ve genişletme yoluna sapacak ve millî ahenk düzelemiyecektir.

Anayasanın referandumdan geçmesi halkın, ilmî inceleme neticesi olarak gö­rüşlerinin alınması için değildir. Çünkü avam tabakası demokrasinin, tarihi gelişme ve doğuş sebeblerini ve sosyoloji ve hukuk felsefesini bilmez ki in­celesin.

Şu halde referandum; halkın vicdanî temayüllerine mutabakatının sağlanması hikmetine da­yanır. Tâ ki idare mekanizması, tabana istinadsız kalmasın ve halkın tepkisiyle ezil­mesin veya idare eden ve edilenler arasında daimi anlaşmazlıkla içtimaî huzur bo­zulmasın.

Bilindiği gibi aristokrasi ihtisas, dirayet ve liyakat esasına dayan­dığından halkın iktidarına yer vermez. İktidarı, imtiyazlı azınlığın hakkı ola­rak kabul eder. Demokrasi ise halk ekseriyetine dayanır.

İslâmiyet ise, -şer’î ahkâmla tayin edilme­miş sahalarda teşri’ için- havastan kurulan şûra heyeti vasıtasıyla ihtisas, dirayet ve ahlâk cihetlerinden liyakatlı olan meb’us namzetlerinin tesbitinden sonra bu şahıs­ları, milletin re’yine arzeder. Seçilen va­zifeyi deruhte eder. Böylece İslâm, kendine has ulvî meziyetleri yanında hem aristokrasinin liyakat ve hem de demokrasinin halk iradesi gibi maslahatlı ta­raflarını da cem’ eder.





İnsanların ekserisi nefsanî temayüllere sahip oldukları cihetle, böyle bir ekseriyeti temsil eden demokrasilerde içtimaî hayattaki neticelerinin müsbet olması ihtimali zayıftır. Bu mevzu ile alâkalı olarak, merhum Prof. Dr. İbra­him Canan tarafından kaleme alınan “Âhirzaman Fitnesi ve Anarşi” adlı ese­rin 404. sahifesinde şu ifadeye yer verilmiştir:

«Yeri gelmişken şunu da belirtmemiz gerekir: Siyasî tarih araştırıcıları, demok­rasinin en eski yurdu sayılan kadîm Yunanistan’dan zamanımıza ka­dar cereyan eden hâdiseleri değerlendirince -her seferinde muttarid ve kesin olmamakla beraber- umûmiyet itibariyle demokratik idarelerin peşini anarşi­nin takip ettiğini, anarşinin de yerini kan ve diktatör idarelere bıraktığını mü­şahede etmişlerdir.» (Parkinson, L’Evolution de la Pensée Politique, l,22; 2, 60, 211.)

Cemiyette ekseriyetçe yaşanan hayat tarzı, çok defa cemiyetin ekserisine tesir eder ve aşılanır. Bu müessiriyet içtimaî (sosyolojik) bir kanundur. Eğer cemiyetin hayat tarzı kısmen de olsa nefsanî ise, daha çabuk yayılır. Bediüzzaman Hazretleri âhirzaman fitnesine ait bir hadîsi izah ederken der ki: “Müştehiyat ise, nefisler ta­raftar olduğundan çabuk sirayet eder” (Ş.586) der.

Bozuk cemiyetlerde fikir yoluyla ya­pılan müsbet telkin ve tebliğler, az olan bazı iyi niyetliler için fayda sağlar. Fakat mezkûr kaide ve nokta-i nazara göre, sefih ve nefisperest bir cemiyeti düzeltmeye alâkasız kalan ve böyle bir cemiyetin ekseriyetine dayanan demokrasilerde, ıslahtan daha çok ifsad ve anarşi artar.

Ancak şu husus var ki, kuvvetli ve müessir bir İslâmî ıslah ve tebliğ faaliyetine mümanaat etmeyen bir demokrasi anlayışı tatbik edilse du­rum değişebilir. Böyle müsbet faaliyetlerin neticesi olarak cemiyette umumî bir ıslah ve düzelmenin mümkün olacağını beyan eden Bediüzzaman Haz­retleri bu hususu şöyle ifade eder:

«Ma’lûmdur ki; bir adamın bir günde harab ettiği bir sarayı, yirmi adam yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lâzım gelirken; şimdi, binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamir­cinin bu derece muka­vemeti ve te’siratı pek hârikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede ol­saydı, onun tamirinde mucizevâri muvaffakiyet ve fütuhat görülecektir.» (K.L.149)

Yani tatbikattaki demokrasi, nazariyattaki demokrasiye muhalif şekil ide­olojik bir gaye takibiyle dini hizmetlere ve hakikî ıslah faaliyetlerine müma­naatı ve baha­nelerle müdahalesi olmasa idi, hiç değilse bîtaraflık prensibi ile ifsad ve ıslah faali­yetleri arasında hakem makamında kalsa idi, anarşik hâdi­selerin önlenmesinin mümkün olacağını bazı hâdiseler münasebetiyle devlet ricaline ihtar eden Bediüzzaman Hazretleri Eskişehir Mahkemesinde de şunu hatırlatır:

«Evet Hükûmet-i Cumhuriye, o gizli müfsidlerin vatana ve millete muzır ef­kârlarını elbette terviç etmez ve tarafdar olamaz. Menetmek, Cumhuriyetin kanun­larının muktezasıdır. Ve öyle müfsidlere tarafdarlık ile, Cumhuriyetin esaslı prensiblerine zıddı zıddına gidemez.

Hükûmet-i Cumhuriye, bizim ile o müfsidler mabeyninde hakem hük­münü al­sın. Hangimiz zâlim ise ve tecavüz ediyorsa; o vakit hakem hük­münü versin ve hâ­kimlik noktasında hükmünü icra etsin.

Evet inkâr edilmez ki; kâinatta, dinsizlik ile dindarlık, Âdem zamanından beri cereyan edip geliyor ve kıyamete kadar gidecektir. Bu mes’elemizin künhüne vakıf olan herkes, bize olan bu hücumun, doğrudan doğruya din­sizlik hesabına dindarlığa bir taarruz olduğunu anlar.

Ekser-i hükemanın garbda ve Avrupa’da zuhuru; ve agleb-i Enbiyanın şarkta ve Asya’da tulu’ları kader-i ezelînin bir işaret ve remzidir ki;

Asya’da hâkim, galib, din cereyanı­dır. Elbette Asya’nın ileri kumandanı olan bu Hükûmet-i Cumhuriye, Asya’nın bu fıtrî hasiyetinden ve madeninden istifade ede­cek. Ve bîtarafane prensibini, değil dinsizlik tarafına, belki dindarlık tarafına tema­yül ettirecek­tir.» (T.H.241)

«Her halde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa, hakaik-ı İslâmiye, beşeri esfel-i safilîn derece-i sukutundan kurtarmaya ve ruy-i zemini temizlemeğe ve sulh-u umumîyi temin etmeğe vesile olmasını Rahman-ı Rahîm’in rahme­tinden niyaz edi­yoruz ve ümid ediyoruz ve bekliyoruz.» (H.Ş.43)

Yukarda anlatılan doğru düşünceleri, yanlış düşüncelerden tefrik edip selamete giden yolları bozmak için gizli ve sinsi cereyanlar hakkında Hz. Bediüzzaman şu ikazı yapar:

“Sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle, vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka “cumhuriyet” namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla sefahet-i mutlaka “medeniyet” ismini vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükûmeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.” Ş:287

Evet, “Dinin şiddetle menettiği şey fitne ve anarşidir. Çünkü, anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhir zamanda "Ye’cüc" ve "Me’cüc" komitesi olduğuna Kur’ân-ı Hakîm işaret buyurmaktadır.” T:653

Mezkûr nakillerde görüldüğü üzere, Kur’an en yüksek medeniyeti, yani farklı anlayışlara veya dinlere bağlı olup mütecaviz olmayan milletlerin, sulh içinde yaşa­malarını te’min eden umumî düsturları câmi’dir.

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …