İman Kurtarma Hizmeti Esası

06- İMAN KURTARMA HİZMETİ ESASI

Risale-i Nur mesleğinde, iman kurtarma hizmeti en birinci vazife ve esas­tır. Evet iman, sonsuz bir sa­adeti netice verdiği için kıymeti de sonsuzdur. İmandan başka hiçbir şey iman gibi sonsuz değere sahib değildir. O halde iman kur­tarma hizmetinin değerine de başka bir şey eşde­ğerde ola­maz ve bu hizmet hiçbir şeye vesile ve alet edil­mez.

Bediüzzaman Hazretleri iki has ve hâlis talebesinin iman hizmetindeki gayretlerine ve bu hizmeti esas gaye yap­mala­rına dikkat çekip teşvik eden mektubunda diyor ki:

1- «Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksat­ları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’âna hizmet; bili­yorlar. Dünya hayatı­nın ne­tice-i hakikiyesinin ve dünyaya gel­mekteki vazife-i fıtriyelerinin en mü­himi, hakaik-i ima­niyeye hizmet olduğunu telâk­kileri­dir.» (Barla Lâhikası sh: 21)

2- «Ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek gay­reti, en yüksek de­recede taşımaları ve ehl-i imanın kalbine gelen şü­behat ve evhamdan hasıl olan yaraları tedavi et­mek iştiyakı, yüksek bir derece-i şef­katte his­setmele­ridir.» (Barla Lâhikası sh: 22)

3- «Aziz kardeşlerim, siz kat’î biliniz ki, Risale-i Nur ve şakirdlerinin meşgul oldukları vazife, rû-yi zemin­deki bütün muaz­zam mesâilden daha büyüktür. Onun için, dün­yevî merak-âver me­se­lelere bakıp, vazife-i bâki­yenizde fütur getir­meyiniz. Meyvenin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz kuvve-i mâneviyeniz kı­rılmasın.» ( (Emirdağ Lâhikası-I sh: 43)

Bediüzzaman Hazretleri iman hizmetini maddî-manevî ve meşru hiçbir menfaatın te’siri olmadan fıtrî ubudi­yet ile, rıza-yı İlâhiyi tazammun eden emr-i İlâhî ol­duğu için yap­mayı esas alır ve bu hâlisiyete tekraren teşvik edip der ki:

4- «Rıza-yı İlâhîden başka fıtrî vazife-i ilmiyenin sevkiyle, yalnız ve yalnız imana hizmet hususu bana gös­terildi. Çünkü şimdi bu zamanda hiçbir şeye âlet ve tâbi olmayan ve her gayenin fevkinde olan ha­kaik-i imani­yeyi fıtrî ubudiyetle, bilmeyenlere ve bilmek ihtiya­cında olan­lara tesirli bir su­rette bildirmek bu keşmekeş dünyasında imanı kur­tara­cak ve muannidlere kat’î ka­naat vere­cek bir tarzda, yani hiçbir şeye âlet olmayacak bir tarzda, bir Kur’ân dersi vermek lâzımdır ki, küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inatçı da­lâleti kırsın, herkese kat’î ka­naat verebil­sin.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 79)

İşte bunun bir vesilesi olarak menfî siyaset-i ha­zı­radan içti­nab eder.

5- Evet, «En mühim, en lüzumlu, en saf ve en ha­ki­katli olan hizmet-i iman ve Kur’ân için şiddetle si­ya­setten kaçıyor.» (Mektubat sh: 62)

6- «Eğer Risale-i Nuru tenkid fikriyle tet­kik eden ad­liye memur­la­rı, imanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar, sonra beni idamla mahkûm etseler; şahid olunuz, ben hak­kımı onlara helâl ediyo­rum. Çünkü biz hizmetkâ­rız. Risale-i Nur’un vazifesi imanı kuv­vet­lendi­rip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek hizmet-i imaniyeyi hiçbir tarafgirlik girmeye­rek yap­maya mükel­lefiz.» (Şualar sh: 393)

İman hizmeti yolunda çekilen hapishane ve sair me­şakkat­lerin ilahî cihet­ten yapılan imtihanın şehadet­name­sini almaya vesile olduğunu müjdeleyen Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

7- «Vazifemiz olan hizmet-i imaniyeyi ih­lâsla yap­maya çalışmalı, va­zife-i İlâhiye olan mu­vaffakiyet ve hayırlı ne­ticeleri vermek cihetine ka­rış­mamalı­yız. خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا deyip bu çile­hanedeki sıkıntı­lara sa­bır içinde şükretmeliyiz. Amelimizin makbu­liyetine bir alâ­met ve kudsî mücahedemizin imti­ha­nında tam bir şeha­detnâme almamıza bir emâ­redir bilme­liyiz.» (Şualar sh: 482)

8- «Ehl-i vukufun hocaları, tam dikkatle Siracü’n-Nur’u okumaya mecbur oluyorlar. Hem bu sırada çık­mamızla, bir iki cihetle hizmet-i imaniye­mize bir nok­san gelmek ihti­mali var. Ben sizler­den şahsen çok ziyade sıkıntı çektiğim halde çıkmak is­temiyorum. Siz de müm­kün ol­duğu kadar sabır ve ta­hammüle ve bu tarz-ı hayata alışmaya ve Nurları yaz­mak ve oku­maktan teselli ve fe­rah bulmaya çalışınız.» (Şualar sh: 515)

Hizmet-i imaniye herşeye tercih edilmelidir:

9- «Risale-i Nur’un hizmet-i imaniyesinde bu za­manda bin­ler tahribat­çılara mukabil yüz binler tami­ratçı lâzım gelirken, hem benimle lâakal yü­zer kâtip ve yar­dımcı bulunmak ihtiyaç varken, değil çekinmek ve temas etmemek, belki millet ve ehl-i idare tak­dirle ve teşvikle yardım ve temas etmek zarurî iken ve o hiz­met-i imaniye hayat-ı bâkiyeye baktığı için ha­yat-ı fâniyenin meşgale­lerine ve faydalarına tercih et­mek ehl-i imana vâcip iken…» (Şualar sh: 680) ..diyerek hizmet-i imaniye­nin herşeyin üs­tünde bir esas gaye olduğunu bildirir.

10- «Cazibedar bir Nakşî evliyasından bir zat dört ay müte­madiyen Ri­sa­le-i Nur’un elli altmış şakirdleri içinde celbkârâne sohbet ettiği halde, yalnız birtek şa­kirdi mu­vakkaten kendine çeke­bildi. Mütebakisi, o cazi­bedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur’un yüksek, kıymet­tar hizmet-i imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.

O şakirdlerin gayet keskin kalb basireti şöyle bir hakikati anlamış ki: Risale-i Nur’a hizmet ise, imanı kur­tarıyor ta­rikat ve şeyhlik ise, velâ­yet mer­tebeleri kazan­dırıyor. Bir adamın imanını kurtar­mak ise, on mü’mini velâyet derecesine çıkar­maktan daha mühim ve daha sevab­lıdır. Çünkü iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü’mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı baki­yeyi temin eder. Velâyet ise, mü’minin Cennetini ge­nişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on ne­feri paşa yap­maktan ne kadar yüksek ise, bir ada­mın imanını kurtar­mak, on adamı velî yapmaktan daha sevablı bir hizmettir.

İşte bu dakik sırrı, senin Ispartalı kardeşlerin bir kısmının akılları gör­me­se de umumunun keskin kalb­leri görmüş ki, benim gibi biçare gü­nah­kâr bir adamın arka­daşlığını evliyalara, belki de eğer bulunsaydı müc­tehidlere dahi tercih ettiler.

Bu hakikata binaen, bu şehre bir kutub, bir Gavs-ı Âzam gelse, “Seni on günde velâyet derecesine çıkaraca­ğım” dese, sen Risale-i Nur’u bıra­kıp onun yanına git­sen, Isparta kahramanlarına arka­daş olamazsın.» (Kasta­monu Lâhikası sh: 83)

11- «Benim eskiden beri tekrar ettiğim bir dâ­vâm ki; Risale-i Nur’un hakikî şakirdleri, hiz­met-i imaniyeyi herşeyin fevkinde görür kutbi­yet de ve­rilse ihlâs için hizmetkârlığı tercih eder.» (Kastamonu L. sh: 251)

12- «Risale-i Nur’un o kadar dehşetli muannid­lere karşı gali­bâne mu­kavemeti, sırr-ı ihlâstan ve hiçbir şeye âlet edilmemesin­den ve doğrudan doğruya saadet-i ebe­diyeye bakmasından ve hiz­met-i imaniyeden başka bir maksad takip etmemesinden ve bazı ehl-i tarika­tın ehemmiyet ver­dikleri keşif ve kerâmât-ı şah­siyeye ehemmiyet vermemekten ve velâyet-i kübrâ sahipleri olan Sahabîler gibi, veraset-i Nübüvvet sır­rıyla, yal­nız iman nurla­rını neşretmek ve ehl-i imanın imanlarını kurtarmak­tır.» (Kastamonu Lâhikası sh: 263)

13- «Bu zamanda herşeyin fevkinde hiz­met-i ima­niye en ehemmi­yet­li bir vazifedir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 89)

14- «Üstad, muhtelif istidatta olan her ziyaretçi­nin derece-i fehim ve id­rakine göre konuşur, nazarları Risale-i Nur’a ve hiz­met-i imaniyeye çe­virir, Risale-i Nur hakikat­leriyle imana hizmetin bu millete maddeten ve mânen en büyük menfa­atleri te­min edeceğini dâvâ ve izah ederdi.» (Tarihçe-i Hayat sh: 462)

15- «Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kur­tarmak değil belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devamla olur.» (Kastamonu Lâhikası sh: 202)

16- Bediüzzaman Hazretleri iman hizmetini esas alır, «Risale-i Nur hizmetini herşeye tercih eder, Risale-i Nur’a ait, yetişecek acele bir iş zamanında diğer meşguli­yetlerini bırakır, evvelâ o işi tamamlardı.» (Tarihçe-i Hayat sh: 168)

17- Zaman iman kurtarma zamanıdır. Çünkü: «Bu za­man, eski za­man gibi değildir. Eski zamanda imânı kur­taran on el varsa, şimdi bire inmiş. İmânsızlığa sevk eden sebepler eskiden on ise, şimdi yüze çık­mış. İşte, böyle bir za­manda imâna hizmet için, dünyaya el atmadım, dünyayı terk ettim.» (Sözler sh: 760)

18- «Sözler namındaki envâr-ı Kur’âniye ise, en mü­him iba­det olan ibadet-i tefekküriye nev’indendir. Şu za­manda en mü­him vazife, imana hizmet­tir. İman saâdet-i ebediyenin anah­tarıdır.» (Barla Lâhikası sh: 328)

19- «Bu zaman, imanı kurtarmak zamanı­dır. Seyr-i sülûk-ü kalbî ile tarikat mesleğinde bu bid’a­lar zamanında çok müşkilât bulunduğun-dan, Nur da­iresi hakikat mesle­ğinde gidip, tarikatlerin faidesini temin eder.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 242)

20- «Risale-i Nur’un gaye ve maksadı ta­mamen uh­revî ve rıza-yı İlâhî dairesinde imana hizmet etmek ol­duğundan, netice verdiği sair dün­yevî iyilikler dolayısıyla, hayat-ı içtimaiyeye ait bir faidesidir.» (Emir­dağ Lâhikası-II sh: 197)

21- «Risale-i Nur öyle câzibedar bir eserdir ki Risale-i Nur’la Kur’ân’a ve imana hizmet et­menin kudsiyet ve büyüklüğünü anla­dık­ça, dünyada iken sizleri Cennete dâvet etseler, böyle mukaddes bir va­zifeyi, böyle ulvî bir sa­adeti şimdi bırakıp gitmek istemeyecek­siniz. İmân cihe­tiyle ve imânı kurtarmak dâvâsına hizmet et­mek ga­ye­siyle dünya­nın bir mânevi cennet hükmünde olduğunu hissedeceksiniz.

Risale-i Nur’a çalışanlar, imân ve İslâmiyet hizmeti uğrunda öyle bir feragat ve fedakârlığa sahip olmuşlar ki, onlarda men­faat-i şahsiye deni­len âdi ve bayağı mak­satlar yer bulamamış ve tutunamamıştır. Zira Nur tale­be­le­rinde en birinci maksat ve en büyük gaye rıza-i İlâhîdir.» (Gençlik Rehberi sh: 251)

22- «Eğer perde-i gayb açılsa, bu sebatsız zamanda böyle sebat göste­ren ve bu yakıcı, ateşli hallerden sarsıl­mayan bu samimî din­darlar ve ciddî Müslümanlar eğer herbiri bir velî, hattâ bir kutub görünse, benim naza­rımda şimdi verdiğim ehemmiyeti ve alâkayı pek az zi­yadeleşti­recek ve eğer birer âmî ve âdi görünse, şimdi ver­diğim kıymeti hiç noksan etmeye­cek diye karar ver­dim. Çünkü böyle pek ağır şerait altında iman kur­tarmak hizmeti, herşeyin fevkindedir.» (Şualar sh: 307)

23- «Eskiden beri, “İman kurtarmak zama­nıdır” de­diğimiz ve ihti­yarım olmadan tek­rarla erkân-ı imani­yeye dâir bürhanlardan tahşidat-ı azîmeyi yaptığımız çok haklı ve lü­zumlu oldu­ğunu zaman gösterdi. Size, bir ay ev­vel mânevî bir muhaverede Risale-i Nur’un azîm tahşida­tına dair gayptan gelen bir cevabı yazmıştım.» (Kast. Lâhikası sh: 34)

24- «Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehli­kesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bo­zulması ve imanın zede­lenmesidir. Bunun çare-i yegâ­nesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfir­ler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, to­puz böyle bir zamanda kalbi ıslah et­mez.» (Lem’alar sh: 104)

Bir şeyhin itirazına hikmet-i İlâhiye nokta-i nazariyle bakıp, bu hadisenin; hizmet ehli­nin, geniş siyaset-i İslâmiye da­irelerine bedel iman hizmetine ka­naat edilmesi için kaderin himayetkâr mü­daha­lesi olduğunu anlatan Bediüzzaman Hazretleri yazısı­nın bir kısmında diyor ki:

25- «Kader-i İlâhî, bu yanlışı tashih etmek ve o ih­ti­mali izale etmek ve öyle ümid besleyenlerin ümidlerini tâdil etmek için, en zi­yade öyle ci­hetle­rde yardım ve ilti­haka koşacak olan ulemadan ve sâdâttan ve me­şayihten ve ahbabtan ve hemşehriden birisini mu­arız çıkardı, o if­ratı tâdil edip adalet etti. “Size, kâinatın en bü­yük mese­lesi olan iman hizmeti yeter diye, bizi mer­hamet­kârâne o hadiseye mahkûm eyledi.» (Kasta­monu Lâhikası sh: 193)

Taklidî imanın mukavemet edemediği ahirzaman fit­nesi ce­reyanına karşı Risale-i Nur ve onun hâlis ve sâdık ta­le­belerinin çâre olduğunu nazara veren Bediüzzaman Hz.nin yazdığı mektu­bun bir kısmında deniliyor ki:

26- «Bu .âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden, hem o fit­ne­lerin savletinden mü’minlerin imanla­rını kur­tarması nokta­sından, Risale-i Nur öyle bir ehemmi­yet kesb etmiş ki Kur’ân ona kuvvetli işaretle iltifat et­miş. Ve Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) üç kerametle ona be­şa­ret vermiş. Ve Gavs-ı Âzam (K.S.) kerametkârâne on­dan haber verip ter­cümanını teşci etmiş.

Evet, bu asrın dehşetine karşı taklidî olan itikadın istinad kaleleri sarsılmış ve uzak­laş­mış ve perdelenmiş olduğundan, her mü’min, tek ba­şıyla dalâletin cemaatle hücu­muna mukavemet etti­re­cek gayet kuvvetli bir iman-ı tahkikî lâzımdır ki dayanabilsin. Risale-i Nur, bu vazi­feyi en deh­şetli bir zamanda ve en lüzumlu ve nazik bir vakitte, herke­sin an­laya­cağı bir tarzda, hakaik-i Kur’âniye ve imani­yenin en derin ve en gizlile­rini gayet kuvvetli bürhan­larla isbat ederek, o iman-ı tahkik­îyi taşıyan hâlis ve sâdık şakirdleri dahi, bulundukları kasaba, karye ve şe­hir­lerde, hizmet-i imaniye itibarıyla âdetâ birer gizli ku­tub gibi, mü’minlerin mânevî birer nokta-i isti­nadı ola­rak, bilinmedikleri ve gö­rünmedikleri ve görü­şülme­dik­leri halde, kuvve‑i mâneviye-i itikadları cesur birer zâbit gibi, kuvve-i mâneviyeyi ehl-i imanın kalble­rine verip mü’minlere mânen mukavemet ve cesaret ve­riyor­lar.» (Mektubat sh: 466)

Aynı mevzuda şu beyanlar da sarihtir:

27- «Ben dünyanın hâlini bilmiyorum, fakat Avrupa’da isti­lâkârane hükmeden ve edyân-ı semâvi­yeye dayanmayan dehşetli cereyanın istilâ­sına karşı Risale-i Nur hakikatları bir kal’a olduğu gibi, âlem-i İslâm’ın ve Asya kıt’asının hâl-i hazırdaki itiraz ve itti­hamını izâle ve eskideki mu­hab­bet ve uhuvvetini iade etmeye vesile olan bir mu’cize-i Kur’âniyedir.

Bu memleketin vatanperver siyasîleri çabuk ak­lını başına alıp Risale-i Nur’u tab’ederek resmen neş­retme­leri lâzımdır ki, bu iki belâya karşı si­per olsun.

Acaba bu yirmi sene zarfında imân-ı tahkikîyi pek kuv­vetli bir su­ret­te bu vatanda neşreden Risale-i Nur olma­saydı bu dehşetli asırda, acib inkılâp ve infilâklarda bu mübarek vatan, Kur’ân’ını ve ima­nını deh­şetli sadme­lerden tam muhafaza edebilir miydi?» (Mektubat sh: 482)

28- «Evet, evvelâ: Başta لاَ اِكْرَاهَ ﴿فِى الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ cümlesi, ma­kam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç yüz elli (1350) tarihine par­mak basar ve mânâ-yı işârî ile der: Gerçi o ta­rihte, dini, dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla ci­hada mu­arız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde bir ka­nun-u esasî, bir düstur-u siyasî olu­yor ve hükümet, lâik cumhuriyete dö­ner. Fakat ona mukabil mânevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kı­lıcıyla ola­cak. Çünkü, dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve ha­kikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli bür­hanla­rı izhar edip tebyin ve tebey­yün eden bir nur Kur’ân’dan çıka­cak diye haber verip bir lem’a-i i’caz gös­terir.» (Şualar sh: 271)

29- «Şimdi şu zamanda iman-ı tahkikînin dersini vermek; pek bü­yük bir fazilettir ve kudsî bir vazifedir. İman-ı tahkikîyi taşıyan bir mü­’min, çok mü’minlere bir nokta-i istinad olur ki, şuur­suz olarak avâm-ı mü’minîn o iman-ı tahkikî sa­hibinin kuvvet-i imanına istinad ederek kuvve-i mâ­neviyeleri kı­rılmaz dalâletlere karşı dayanırlar. İşte şöyle bir derste bulundu­ğunuz için Cenab-ı Hakka şük­retmelisi­niz.» (Barla Lâhikası sh: 250)

30- «Kur’ân-ı Hakîmin sırr-ı hakikatiyle ve i’câ­zının tılsı­mıyla, be­nim ve Risale-i Nur’un prog­ramımız ve mes­leğimiz ve bilfiil semeresini gördüğü­müz ve çalış­tığımız ve gaye-i hareke­timiz ve hede­fimiz, ölü­mün idam-ı ebedîsinden iman-ı tah­kikî ile bi­çareleri kurtarmak ve bu müba­rek mil­leti de her nevi anarşilikten muhafaza et­mektir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 28)

31- «Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâ­tın üç vazi­fesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymet­tarı olan iman-ı tahkikîyi neşir ve ehl-i imanı dalâletten kurtar­mak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazi­feyi aynen bitemâ­mihâ Risale-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı Âzam ve Osman‑ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta için­dir ki, o gelecek zatın ma­kamını Risale-i Nur’un şahs-ı mâ­nevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler.» (Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 9)

32- «Hadîs-i şerifte vardır ki: “Bir adam se­ninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kır­mızı koyunlardan daha hayırlıdır.” [1] “Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur.”[2] » (Emirdağ Lâhi­kası-I sh: 104)

[1] Buhari, Cihad: 102, 143; Müslim, Fadâilü’s-Sahâbe: 34; Dârimî, İlim: 10; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr: 6:359, hadis no: 9606.

[2] El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:310; Gazâlî, İhyâ u Ulû­mi’d-Dîn, 4:409 (Kitâbu’t-Tefekkür); el-Heysemî, Mec­meu’z-Zevâid, 1:78.

33 «İmânın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya in­kâr, dinin teferruatında yapılan lakayt­lıktan pek çok defa daha felâketli ve za­rarlıdır. Bunun içindir ki şimdi en mühim iş, taklidî imânı tah­kikî imâna çevire­rek imânı kuvvet­lendirmek­tir, imânı takviye etmektir imânı kurtarmak­tır. Herşeyden ziyade imânın esasatıyla meşgul olmak kat’î bir za­ruret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet ha­line gelmiştir. Bu, Tür­kiye’de böyle olduğu gibi, umum İslâm dünyasında da böyle­dir.» (Sözler sh: 749)

34- «Böyle bir zamanda en lüzumlu, en ehemmi­yetli, en birinci va­zife imanı kurtar­mak olduğundan, bu zamana ve bu seneye bakan be­şâ­ret-i Kur’âniye ve

[4] فَضْلاً كَبِيرًا [3] * فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَآءُ âyetlerin müjdesi en büyük bir fütuhat suretinde Risaletü’n-Nur’un mâ­nevî fütuhat-ı imaniyesini gösteriyor.

Evet, bir adamın imanı, ebedî ve dünya ka­dar bir mülk-ü bâki­nin anahtarı ve nurudur. Öyleyse, imanı teh­likeye mâruz her adama, bü­tün küre-i arzın saltana­tın­dan daha faydalı bir saltanat, bir fütu­hat kazandıran Risaletü’n-Nur, elbette bu âyetlerin, bu asırda, bu beşa­ret­lerinin kastî bir medâr-ı nazarlarıdır.» (Kastamonu Lâhikası sh: 22)

[3] Mâ­ide Sûresi, 5:54.

[4] Ahzâb Sûresi, 33:47.

35- «En muazzamı iman hakikatleri olduğundan, bu hakaik-i ima­niye-i Kur’âniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilme­mek ve elmas gibi o Kur’ân’ın hakikatleri, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indir­memek ve en kudsî ve en bü­yük vazife olan imanı kur­tar­mak hiz­metini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur’un has ve sâdık talebeleri, gayet şiddet ve nefretle siya­setten ka­çıyor­lar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 146)

36- «Biz, imanı kurtarmak ve Kur’âna hizmet için, Mekke’de ol­sam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü, en zi­yade burada ihtiyaç var. Bin­ler ruhum olsa, binler hasta­lıklara mübtelâ olsam ve zah­metler çek­sem, yine bu mil­letin imanına ve saade­tine hizmet için burada kal­maya Kur’ândan al­dığım dersle karar verdim ve vermişiz.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 195)

37- «Şimdi dehşetli ejderhalar hakaik-i imaniye cep­hesinde ehl-i imana gözümüz önünde saldırmala­rın­dan ve çokları ısırma­larından, ehl-i imanı kur­tar­mak mecburi­yeti Kur’ânın emriyle varken, bu zamanı bırakıp, eski zamana gidip, Ehl-i Beyte gelen dehşetli zulümleri temâşâ etmek, daha ziyade ruhumu ezer ve kuvve-i mâneviyeyi kırıp ruhuma azab azab üs­tüne gelmek­tir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 209)

38- «Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, be­şer içine intişar etmesiyle, her­şey­den evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır…. Şimdi haki­kat-i hal böyle ol­duğu halde, en bi­rinci va­zifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kur­tarmak ve imanı, tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, mânen ve hakikaten hida­yet edici, irşad edici mânâsının tam sara­hatini ifade ettiği için, Nur şakirdleri bu vazifeyi ta­ma­mıyla Risale-i Nur’da gördük­lerinden, ikinci ve üçüncü vazi­feler buna nisbeten ikinci ve üçüncü de­re­cedir diye, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini haklı ola­rak bir nevi Mehdî telâkki edi­yorlar.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 266)

39- «Risale-i Nur imanı kurtarması cihe­tiyle o dar dairesi madem hayat-ı bâkıye ve ebediyeyi imanla kur­ta­rıyor. Bir milyon tale­besi bir milyar hükmündedir. Yani bir milyon değil, belki bin insanın hayat-ı ebedi­yesini te­mine çalışmak, bir milyar insanın hayat-ı fâ­niye-i dün­yevi­ye ve medeniyetine çalışmaktan daha kıymettar ve mâ­nen daha ge­niş olması, Eski Said’in o rüya-yı sâdıka gibi olan hiss-i kab­lelvuku ile o dar daireyi bütün Osmanlı memleketini ihata edeceğini görmüş.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 112)

40- «Madem, bin seneden beri iman ve Kur’ân aley­hinde te­raküm eden Avrupa feylesoflarının itiraz­ları ve şüpheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor. Ve bir sa­adet-i ebediyenin ve bir hayat-ı bâkiyenin ve bir Cennet-i daimenin anahtarı, medarı, esası olan er­kân-ı imaniyeyi sarsmak istiyorlar. Elbette herşeyden evvel imanımızı taklitten tahkike çevirip kuvvetlen­dirmeliyiz.» (Şualar sh: 166)

41- «Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, ima­nını kurtar­maktır, başkaların ima­nına kuvvet vere­cek bir surette çalışmaktır.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 62)

42- «Biçare hocalar, Nurların kıymetini bilmiyor­lar değil belki derd‑i maişet veyahut o heyet-i ulema­daki bü­yük hocalara itimad edip ve kendi tahsil ettiği ilm-i dinî kendi imanını kurtaracak derecesin­de­dir zan­nıyla lâkayd kalıp, ruh­satla amel et­meye kendine fetva buluyor.» (Emir­dağ Lâhikası-I sh: 214)

43- «Kur’ân-ı Hakîmin işârât-ı gaybiyesi ile, kah­ra­man Türk ve Arap milletleri içinde lisan-ı Türkî ve Arabî ile bu asrı kurtara­cak bir mucize-i Kur’âniyenin Risale-i Nur namıyla bir dersi inti­şara başlamış. Ve on altı sene evvel 600 bin adamın imanını kurtar­dığı gibi, şimdi mil­yonlardan geçtiği sabit olmuş.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 244)

44- «Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannedi­yorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtar­mak yolunda dünyamı da feda et­tim, âhi­retimi de…. Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin –adedini de bilmiyorum ya, öyle diyor­lar. Af­yon Savcısı beş yüz bin demişti. Belki daha zi­yade– ima­nını kurtar­maya ve­sile oldu. Ölmekle yalnız ken­dimi kurtaracaktım fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşak­katlere tahammül ile bu kadar imanın kur­tulma­sına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd ol­sun.» (Tarihçe-i Hayat sh: 629)

45- «Hayatın iman erkânına karşı remizlerine ve bil­hassa kazâ ve ka­der rüknüne hayatın işaretine ve ism‑i Kayyûmun Birinci Şuâına herkesin fikri yetiş­mez, fakat hissesiz de kalmaz. Belki herhalde imanını kuv­vet­lendirir. Saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanın kuvvetleşmesi ehemmiyeti çok az­îm­dir. İmanın bir zerre kadar kuvveti ziyade ol­ması, bir hazine­dir. İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî diyor ki: “Bir kü­çük mesele-i imaniyenin inki­şafı, benim na­zarımda yüzler ezvak ve ke­rametlere mürec­cah­tır.» (Lem’alar sh: 340)

46- «Hususi vazifemiz de, Kur’ân’ın imanî hakikat­lerini tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî haps-i mün­feridden kurtar­maktır.» (Şualar sh: 313)

47- «Rivâyât-ı hadisiyede, tecdid-i din hak­kında zi­yade ehemmi­yet ise, imanî hakaikteki tecdid itibarıyla­dır. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatpe­rest insanların naza­rında zâ­hiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtima­iye-i İslâmiye ve siyaset-i diniye cihet­leri daha ziyade ehemmiyetli gö­ründüğü için, o adese ile, o nokta-i nazardan bakı­yorlar, mânâ veriyorlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 190)

48- «İmam-ı Rabbanî ve Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-i Farukî (R.A.) demiş: “Hakaik-i imaniyeden bir­tek meselenin inkişafı ve vu­zuhu, be­nim in­dimde binler ezvak ve kerâ­mâta müreccahtır. Hem bütün tarikatlerin gayesi ve neticesi, hakaik‑i ima­niyenin inkişafı ve vuzu­hudur.”

Madem şöyle bir tarikat kahramanı böyle hükme­di­yor. Elbette, hakaik-i imaniyeyi kemâl-i vuzuhla be­yan eden ve esrar-ı Kur’âniyeden tereşşuh eden Sözler, velâ­yetten matlub olan netice­leri verebilirler.» (Mektubat sh: 355)

49- «Eğer Ankara’ya gönderilen Risale‑i Nur’un şid­detli to­katları için beni idama mahkûm eden zâtlar, Risale-i Nur ile imanlarını kurtarıp idam-ı ebedîden ne­cat bulsalar, siz şahit olunuz, ben onları da ruh u canımla helâl ederim.» (Şualar sh: 289)

50- «Biz, Risale-i Nur vasıtasıyla en meşru bir ha­re­ket ve hizmet-i imaniye yüzünden altı yedi ay hayırlı bir sıkıntıdan neden şekvâ ediyo­ruz?” diyorlar. Ben de, “Bin Bârekâllah” onlara derim.

Evet, beş on sene hem imanını, hem başkala­rının iman­larını kurtar­mak niyetiyle zevkli, tatlı, hayırlı, kudsî bir hizmet ve yüksek bir ubudi­yet-i fik­riye yü­zünden beş on ay zahmet çekmek, medar-ı şükür ve ifti­hardır.

Bir hadiste ferman etmiş ki: “Birtek adam se­ninle hidâ­yete gelse, sahrâ dolusu kırmızı ko­yun, keçilerden daha hayırlıdır.”[*] İşte burada, mahke­mede ve Ankara’da, sizlerin ya­zılarınız ve hiz­metleriniz vasıta­sıyla ne ka­dar insanlar iman­larını dehşetli şüphelerden kurtardığını ve kur­ta­racağını düşününüz, sabır içinde kemâl-i rıza ile şükrediniz.» (Şualar sh: 336)[*] Buharî, Cihâd: 102; Ebu Dâvud, İlim: 10; Dârimî, İlim:10.

51- Sa’îd ve Mes’ud kılınanlar cennetliktir mealindeki 11:108. ayetin işarî manasının müjdesini bildiren Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

«Bu âyette işaret ve beşaret‑i Kur’âniyede ifade eder ki, ‘Risale‑i Nur dairesi içine gi­renler tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla kabre giriyor­lar ve Cennete gidecek­ler’ diye müjde veriyor­lar.» (Ş: 698)

52- «Çoktan beri sukut-u ahlâka ve hayat-ı dün­ye­viyeyi her cihetle ha­yat-ı uhreviyeye tercih ettirmeye sevk eden dehşetli esbap altında Ri­sale-i Nur’un şim­diye ka­dar fütuhatı ve zındıkların ve dalâletlerin sav­letlerini kırması ve yüz binler biçarelerin iman­la­rını kurtarması ve her­biri yüze ve bine mukabil yü­zer ve binler hakikî mü’min talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdıkın ih­barını aynen tasdik etmiş ve vu­ku­atla isbat etmiş, inşaal­lah daha edecek.» (Kastamonu Lâhikası sh: 107)

53- «Risale-i Nur hiçbir şeye âlet olamadığını ve rıza-yı İlâhiyeden başka hiçbir maksada vesile olamadı­ğını ve doğrudan doğruya herşeyden evvel iman haki­katlerini ders vermek ve biçare zayıfların ve şüp­heye dü­şenlerin imanlarını kurtarmak oldu­ğunu, elbette sizin gibi nurun has şakirdleri biliyorlar.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 272)

54- «Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zat­lar bu zaman­da olsaydılar, bütün himmetlerini, ha­kaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin tak­viyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediye­nin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şeka­vet-i ebedi­yeye se­bebiyet verir. İmansız Cennete gidemez fa­kat tasavvuf-suz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz in­san yaşayamaz, fakat mey­vesiz yaşayabilir. Ta­savvuf mey­vedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk gün­den tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı ha­kaik-i imaniyeye ancak çıkı­labilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bu­lunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl de­ğil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.

Madem hakikat budur. Esrar-ı Kur’âniyeye ait ya­zı­lan Sözler, şu za­manın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulü­matın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdile­rinde hay­rete düşenler için en doğru bir rehber ol­duğu îtikadın­dayım.» (Mektubat sh: 23)

55- «[5] مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِاَةِ شَهِيدٍ(ev kemâ kàl). Yani, “Bid’aların ve dalâletlerin istilâsı zama­nında Sünnet-i Seniyyeye ve hakikat-i Kur’âniyeye te­messük edip hizmet eden, yüz şehid seva­bını kazanabi­lir.”

Ey tembellik damarıyla yazıdan usanan ve ey sôf­î­ meşrep kar­deşler! Bu iki hadisin mecmuu gösterir ki, böyle zamanda ha­kaik-i imaniyeye ve es­rar-ı Şeriat ve Sünnet-i Seniyyeye hizmet eden mü­ba­rek, hâlis kalem­lerden akan siyah nur veya âb-ı hayat hükmünde olan mürek­keplerin bir dir­hemi, şühedanın yüz dirhem kanı hük­münde yevm-i mahşerde size fayda verebilir. Öyleyse onu kazanmaya çalışı­nız.» (Lem’alar sh: 167)

[5] Buharî, Cihâd: 102; Ebu Dâvud, İlim: 10; Dârimî, İlim:10.

56- «Bugünlerde Rumuzat-ı Semaniyeye ait iki ri­sa­leyi ehemmiyetli talebelerle bir yere gönderdim. Yol ka­pandı, gitmedi. O iki risaleyi tekrar dikkatle mütalâa ettim. Fikren dedim ki: “Bu zevkli, güzel, meraklı, şirin bir mak­sada giden bu tevafuklu yolda ne için sevk edil­meden perde indi, başka yolda sevk edildik, çalıştı­rıl­dık?”

Birden ihtar edildi ki: O gaybî esrarı açacak olan mes­lekten yüz derece daha ehemmiyetli ve kıymetli ve umumî ihtiyaca medar ve her­kes bu za­manda ona şid­detle muhtaç ve İslâmiyetin temel taşları olan hakaik-i imaniye hazinesine hizmet etmeye ve istifadeye zarar ge­lecekti. En büyük ve en yüksek maksat olan hakaik-i imaniyeyi, ikinci derecede bırakacaktı. Onun için idi.» (Kastamonu Lâhikası sh: 112)

57- «Bir hakikatten, çok defa beyan ettiği gibi yine bir parça ondan bahsetmek lüzum oldu. Şöyle ki:

Hakaik-i imaniye, herşeyden evvel bu za­manda en birinci maksad olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dör­düncü derecede kal­mak ve Risa­le-i Nur’la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve me­dâr-ı me­rak ve maksud-u bizzat olmak lâzım iken, şimdiki hâl-i âlem hayat-ı dünye­viyeyi, hususan hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa hayat-ı si­yasiyeyi ve bil­hassa medeniyetin sefahet ve dalâletine ceza olarak gelen gadab-ı ilâhi­nin bir cilvesi olan Harb-i Umumînin tarafgirâne, damarları ve âsabları teh­yîç edip bâtın-ı kalbe kadar, hattâ hakaik-i imaniye­nin el­masları derecesine o zararlı, fâni arzuları yerleştirecek dere­cesinde bu meş’um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşı­la­mış ve aşılıyor ki, Risale-i Nur dairesi ha­ri­cinde bulunan ulema­lar, belki de velîler o siyasî ve iç­timaî hayatın rabıta­ları sebebiyle, hakaik-i imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bıra­kıp, o cereyanla­rın hükmüne tâbi olarak, hemfikri olan münafıkları se­ver. Kendine muhalif olan ehl-i hakikati, belki ehl-i ve­lâyeti tenkid ve adâvet eder, hattâ hissiyat-ı diniyeyi o ce­re­yanlara tâbi yaparlar.

İşte bu asrın bu acib tehlikesine karşı, Risale-i Nur’un hizmet ve meş­galesi, şimdiki siyaseti ve cera­yanlarını o derece nazarım­dan ıskat etmiş ki, bu Harb-i Umumîyi bu dört ayda merak etme­dim, sormadım.» (Kasta­monu Lâhikası sh: 117)

58- «Risale-i Nur’un hizmet ettiği hakaik-i imaniye herşeyin fev­kinde olduğu gibi, bu za­manda herşeyden zi­yade onlara ihtiyaç var. Fa­kat kalbini öldürmüş, nefsini heve­satla şımartmış mülhidler, imandaki hakikatın derece-i ihtiyacını inkâr ettiklerinden, “Ehl-i diyanet ve ehl-i ilmi sevk eden, tah­rik eden makasıd-ı dünyeviye ve ihtiyaca­tıdır” diye it­ham edi­yorlar. O ithama göre de pek insafsız­casına on­lara ilişiyorlar. Bu bed­baht mülhidleri kat’î bir su­rette iskât etmek, bilfiil, maddeten öyle fe­da­kârlar lâzım ki, dünyanın en mühim meşgaleleri, belki büyük za­rar­ları onla­rın hakaik-i imaniye ihtiyaçlarını susturmu­yor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 230)

59- «Dahilde tarafgirâne adâvet ve münakaşalara vesile olan fürûatı de­ğil, belki bütün nev-i beşerin en ehemmiyetli mese­lesi olan erkân-ı imani­yeyi ve beşerin medar-ı saadeti ve umum İslâmın esas ve ra­bıta-i uhuv­veti bulunan Kur’ânın ha­kaik-i imaniyesini bulmak ve muhtaç­lara bul­durmaya hayatımı vakfettim.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 8)

60- «Biliniz ki, şu zamanda şu vazife-i ima­niye çok mü­himdir. Be­nim gibi zayıf, fikri çok cihet­lerle inkısam etmiş bir bi­çareye yükletme­meli, elden geldiği kadar yar­dım etmeli.» (Barla Lâhikası sh: 138)

Mezkûr tercihli nakillerde açıkça görülüyor ki, Risale-i Nur’un ve Nurculuk hareketinin en birinci ve asıl vazifesi olan, hakaik-i imaniyeyi keşf ve neşr ile iman kurtarmak değişmez bir esastır.

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …