FAİZİN SEBEB VE ÇARELERİ
FAİZ: (Feyz’den) Lügatta taşan, dolan manasındadır.
Faiz: فائِيض kelimesi aynı şu şekliyle Kur’anda geçmiyor. Ancak kelimenin masdarı olan (feyz: فيض den müştak olarak çeşitli şekilleriyle geçer ve haram olan faizden başka manaları ifade ederler.
Kur’anda haram olan faiz, “Riba” kelimesiyle ifade edilmiştir. Lisanımızda bu haram olan ribaya (faiz: فائِيض de denir. Nasıl ki, Kur’anda geçen “salât” ve “savm”a, lisanımızda “namaz” ve “oruç” dediğimiz gibi…
Şeriatta faiz, “ödünç verilen mal veya para için alınan ve şer’an haram olan kâr’dır. Faizin iş hayatındaki manası, “sen çalış, ben yiyeyim” dir. Küçük tasarruf sahiplerinin paraları bankalarda toplanıp, büyük yekûnlere ulaşır.
Banka, bu parayı aldığından daha büyük faizle iş sahiplerine kredi olarak verir. İstihsal edilen (üretilen) malların fiatına masraf olarak bu faiz eklenir. Bu sebeble malların fiatı, faiz nisbetine göre artar.
Bu malı satın alanlar ödedikleri fiatla birlikte, vaktiyle yatırımcının ödediği faizi kendileri ödemiş olurlar. Böylece tasarruf sahipleri bankadan aldıkları faizden çok daha fazlasını, bu malı satın almakla geri ödemiş olurlar.
Ayrıca fiatların yükselmesiyle dar gelirlilerin haklarına tecavüz etmiş olurlar. Çalışmadan para alıp vermekle zenginleşen bir zümrenin türemesine de sebeb olurlar. İslâm, faizi haram kılmakla bu haksızlıkları önler.
İbn-i Mesud rivayet ediyor: “Peygamberimiz (A.S.M.) faiz yiyeni, yedireni, şahitlerini ve yazıcısını lanetlemiştir” (Bu hadisi Ahmed bin Hanbel, Ebu Davud, İbn-i Mâce ve Tirmizî rivayet etmiştir. Ayrıca İbn-i Hebban ve Hakim inceleyerek sahih kabul etmişlerdir.)
“–Şu âlemin ihtilâli nedir?
–Sa’yin sermaye ile mücadelesidir.
–Acaba ikisini barıştırmak çaresi yok mudur?
–Evet vücûb-u zekat, hurmet-i riba, karz-ı hasen şerait-i sulhiyedir. Şu riba taşını altından çeksen, şu zalim medeniyet kasrı çökecektir.” (Bediüzzaman Said Nursi, Asar-ı Bediyye sh: 80)
Faiz verilmesi ve alınmasının kolaylaştırıldığı yerler bankalardır. Bankaların faiz alıp vermesi, dinimizde kat’iyetle haramdır.
“Riba atalet verir, şevk-i sa’yi söndürür. Ribanın kapıları hem de onun kapları olan bu bankaların her dem nef’i ise, beşerin en fena kısmınadır; onlar da gâvurlardır.
Gâvurlardaki nef’i en fena kısmınadır; onlar da zalimler.
Her dem zalimlerdeki nef’i en fena kısmınadır; onlar da sefihlerdir.
Âlem-i İslâm’a bir zarar-ı mutlaktır. Mutlak beşer her dem refahı nazar-ı şer’îde yoktur. Zira harbî bir gâvur hürmetsiz, ismetsizdir; demi hederdir her dem.” (S.730)
Bediüzzaman Hazretleri, Yahudilerin gizli komitesi her çeşid fesad komitelerine parmak karıştırdıklarını nazara veren âyetin izahında diyor ki:
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلَى حَيَوةٍ * وَتَرَى كَثِيرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِى اْلاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِم السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ * وَيَسْعَوْنَ فِى اْلاَرْضِ فَسَادًا وَاللَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ * وَقَضَيْنَا اِلَى بَنِى اِسْرَائِيلَ فِى الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِى اْلاَرْضِ مَرَّتَيْنِ * وَلاَ تَعْثَوْا فِى اْلاَرْضِ مُفْسِدِينَ
Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’anî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müdhiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip fukarayı zenginlerle çarpıştıran, muzaaf riba yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem’-i mal eden o millet olduğu gibi, mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükûmetlerden ve galiblerden intikamlarını almak için her çeşit fesad komitelerine karışan ve her nevi ihtilale parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.” (Sözler sh: 402)
“Hem Salahaddin’in, Asâ-yı Musa’yı Amerikalıya vermesi münasebetiyle deriz:
"Misyonerler ve Hristiyan Ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünki her halde Şimal Cereyanı; İslâm ve İsevî Dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve Misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak.
Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde Müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir."
Her ne ise, bu defa sizin hatırınız için kaidemi bozdum, dünyaya baktım. Said Nursî” (Emirdağ:159)
“Beşerin hayat-ı içtimaîsinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilalatın menşe’i iki kelimedir:
Birisi: "Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölse bana ne?"
İkincisi: "Sen çalış, ben yiyeyim."
Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı riba ve terk-i zekattır. (M:273)
“Eğer sahife-i âlemde tarihî bir nazarla dikkat ve cem’iyet-i beşeriyenin mesavîsinin esasları teftiş edilse görülecektir ki; bütün ihtilâlât ve fesadın aslı ve madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin mahrek ve menbaı, tek iki kelimedir. O iki kelimenin imtizacından bomba gibi Küre-i Arz patladı ve izdivacından, medenî insanlardan canavarlar doğdu.
Birinci Kelime: Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!.
İkinci Kelime: İstirahatım için zahmet çek, sen çalış ben yiyeyim!.
Merhametsiz nefisperest olan birinci kelime-i gaddaredir ki; âlem-i insanı zelzeleye getirip, kıyameti kopmak üzeredir. Şu kelimenin ırkını kesecek tek bir devası var ki, o da zekattır ve zekatın mükemmili olan sadakattır. Ve onun mütemmimi olan karz-ı hasendir.
Harîs, hodgâm, zalim olan ikinci kelimedir ki, beşerin terakkiyatını öyle sarsıyor ki, herc ü merc ateşine atmak üzeredir.
Şu dâhiye-i dehyanın tek bir devası var; o da hurmet-i ribadır ve faizin bütün vesailini hayat-ı içtimaîden ref’ etmektir. Hodgâm ellerde servetin inhisarına vesile olan riba kapları, bankaları seddir. Evet bu kapılar ile servet ve temellük, kalil adamlarda toplanır. Bu iki düstur ile tevzi’ edilmezse, gasbedilecektir.
Evet heyet-i içtimaiyedeki intizâmın şartı, tabakat-ı beşer birbirinden uzaklaşmamak; tabaka-yı havas tabaka-yı avamdan, taife-i ağniya taife-i fukaradan ayrılmasın ki, sıla-i rahm kopmasın. Halbuki ribanın hayatı ve zekatın mevti ile, geniş bir mesafe açılmış, öyle bir uzaklık olmuş ki; hayt-ı vasl kopmuş.
Tabaka-yı süflâdan, tabaka-yı ulyâya karşı ihtiram, itaat, tahabbüb yerine; yalnız ihtilal sadâsı, hased sayhası, kin enîni, nefret velvelesi, intikam feryadı yükselip işitilir.
Tabaka-yı ulyâdan, tabaka-yı süflâya merhamet, ihsan ve taltife bedel; yalnız zulmün ateşi, tahakkümün saikası, tahkirin ra’dı iniyor.
İşte bu halet-i ruhiyedendir ki, sebeb-i tevazu ve terahhum olan havastaki meziyet, tekebbür ve gurura sebeb olmuştur. Şefkate, acımaya ve yardıma sebeb olan fukara aczi, avamın fakrı; esaretlerine, sefaletlerine sebeb olmuştur.
Eğer şahid istersen; âlem-i medenînin fesad ve rezaletine bak! zaman çok şahidleri gösterecektir.
Elhasıl: Tabakatın musalahası, birbirine yakınlaştırmasının çare-i yegânesi:
Erkân-ı İslâmiyetten olan zekatı, heyet-i içtimaiyenin tedvirine vâsi’, âlî düstur ittihaz etmektir. İslâmiyette en büyük kebire olan ribayı vesailiyle ilga etmektir. Adalet-i Kur’âniye âlem kapısında durup, ribaya yasaktır, girmeye hakkın yoktur, der.” (Asar-ı Bediyye sh: 88)