İKTİDARI ELEŞTİRMEK. BÖLÜM-1 :

Meşrutî sistemlerde vatandaş; iktidarın küçük ortağı olması hasebiyle; ikaz, taleb, şikayet eleştiri, hatta denetim hakkına, tabii ki sahiptir. Sistemin yapısı ve özelliği budur. Ancak meşrutî sistem, bugün için, bütün kurum ve kuralları ile yürürlükte midir? Vatandaşa, çok geniş haklar ve hareket alanı sağlayan, gerçek meşrutiyetin, bu günkü şartlarda uygulanabilme oranı nedir.?

Meşrutiyet; ’’hakimiyet-i millet’’ olduğuna göre; millet gerçekten idareye hakim midir? Veya ne nisbette hakimdir?

Mesela, bugün,vatandaş olarak, sadece istediğimiz partiye rey verebiliyorken, istediğimiz adayı belirleme ve seçme yetkimiz yok.. Bürokratik kurumları yeniden düzenleme gücü, milletin ve temsilcilerinin elinde olmadığı gibi, salahat ve maharet sahibi gerekli eleman sayısı da, kifayetten çok uzak…

Öte yandan, seçilmiş meclis tarafından yapılabilmış bir sivil anayasaya da henüz sahip değiliz. Darbe dönemlerinin anayasası idare edilmekteyiz…

Yani bugün için, Üstadın tabiriyle meşrutiyetin ancak ‘’ onda biri’’nin yürürlükte olduğu söylenebilir.

Ayrıca,siyasi partilerin,ideolojik yapıları; vatan ve millet sevgisinden önde gelmektedir. İmaret çarkı, hamiyetten çok, menfaat üzerine dönmektedir. Şu halde, gerçek meşrutiyetin henüz çok uzağında olarak, ‘’olağan dışı’’ bir dönem yaşadığımızı söyleyebiliriz.

Normalde iktidarlar, ekip ve bürokratlarıyla vaad ve taahhüdlerini yerine getirebilirler. Mevcut bürokratik yapı ise,büyük ölçüde eski zihniyetin, yani resmi ideolojinin devamı mahiyetinde… ‘’Mademki öyle,iktidar bu yapıyı değiştirsin’’ denebilir. Bugünkü şartlarda, bu o kadar basit ve kolay mı acaba?

Zira kenarından köşesinden bu yapıyı değiştirmeğe teşebbbüs eden iktidarların başına gelenleri biliyoruz. Diyelim ki bu yapı; yönetmelik ve kanunlarla tamamen istenilen şekilde değiştirildi. Ancak yetişmiş bürokrat konusundaki durum nasıl halledilecek?

‘’Cism-i devletin birden memurini ref’ ve yenilerini ikame eylemesi, muhal olmasa da müteazzirdir (zordur). Binaenaleyh, istidadı habis ve kabil-i ıslah olmayan adamları devlet def’i tabii ile ifraz edecektir. Amma kabil-i ıslah olanlar zaten güneş garbdan tulu etmediğinden tevbenin kapısı açıktır. Bunların tecrübelerinden istifade etmeli.Bunların yerini dolduracak kırk sene lazım.’’ (Asar-ı Bediiyye:462) .

Sual:‘’Neden makine-i ahval güzelce işlemiyor? Cevap: Zira tecrübe, hamiyet, nur-u kalb ve nur-u fikri cemedenler, vezaife kifayet etmezler…..Demek bize bir nesl-i cedid lazımdır’’ (Asar-ı Bediiyye:315)

Bu prensipler, sabır ve teenni ile hareket etmeği zaruri kılmaktadır.

Yine Üstad; ‘’Bir hasta hekime karşı üç halde bulunur’’ diye başlayan makalesinde:

A-Hastanın doktora hiçbir açıklama ve beyanda bulunmaması veya bulunamaması.(mutlakıyet dönemi)

B-Hastanın; durumu ve istekleri ile ilgili doktoru bilgilendirmesi,taleblerini belirtmesi.(meşrutiyet dönemi)

C-Hastanın kendisini doktor yerine koyması, ve doktor adına açıklamalar yapması. (başıbozukluk veya çok başlılık ).

İdeal sistemin ‘’B’’ şıkkı olduğunu belirttikten sonra ,’’Millet hastadır.Hükümet de hekimdir.’’ Diyerek vatandaşın hükümet karşısında olması gereken konumuna açıklık getirmektedir.’’ (Asar-ı Bediiyye:475)

İçinde bulunduğumuz şartların, anormal olmasından şunu kastediyorum: Ülke olarak, yüz yıllık birikmiş ve kemikleşmiş problemlerle karşı karşıyayız. Bu problemlerin yanında, adeta içerden ve dışardan da ‘’kuşatma’’ altındayız.

Bu şartlar altındaki bir iktidardan, elbette ki fazla bir icraat beklenilemez. Bu bakımdan, istek ve temennilerin makul olması, hayali olmaması ve tatbikinin bu gün için mümkün olup olmadığı iyi araştırılarak, tenkidlerin ona göre yapılması gerekir.

Kuşatma altında olduğumuz, bazılarınca mübalağa ve abartı olarak değerlendirilebilir. Ancak gerçek şu ki; ülkemiz maddi ve manevi olarak savaş halindedir. Böyle bir durumda iken, haklı olsak bile, cebhede komutanı eleştirerek, ordu içerisinde bir takım kargaşa ve fitnelere sebebiyet vermek, orduyu zaafa uğratmak, isabetli bir davranış değildir.

Ayrıca; eleştirdiğimiz konu hakkında, bilgi beceri ve ehliyetimizin; devletin bu konudaki bilgilerine ne ölçüde vakıf olduğumuzun da, gözden geçirilmesi gerekir.

Şayet idarenin başında, biz olsaydık ‘’ne yapar ve nasıl davranırdık’’ diye empati yapılması da icab eder.

Halk tabiri ile; ‘’bekara karı boşamak ‘’kolaydır.Oturduğumuz yerden devletin dengeleri ile ilgili bilgi ve belgelere sahip olmadan, kahvehane ağzı ile atıp tutmak, ’’Ben olsam şöyle Yapardım ‘’ şeklinde açıklamalar yapmak,insaf ve sorumlulukla ne ölçüde bağdaşır?

Gerçi, meşruti sistemde herkesin söz söyleme hakkı ve hürriyeti elbette ki vardır. Ancak gerçek meşrutiyet eğer yürürlükte ise…

Ayrıca, ‘’hikmet-i hükumeti’’ bilmek şartıyla… Tabii ki, bu konuda araştırma ve tetebbuatı olan ihtisas ehli kişiler, fikirlerini açıklamalı ve yol göstermelidir..

Bediüzzaman’ın; bu sorumluluk çerçevesinde, yaşadığı; dönemlerin bütün idarecilerine ve ilgili makamlara, ikaz ve uyarıda bulunduğu,isteklerini dile getirdiği belgelerle sabit olan bir gerçek.

Bunu bizlerin de yapmasında herhangi bir mahzur yoktur. Ancak zaman, zimin ve şartların gözardı edilmemesi yanında, konu hakkında detaylı malumat sahibi olmak da gerekir.

Öte yandan; kullanılan dil ve üsluba, nezaket ve nezahetin elden bırakılmamasına da dikkat edilmelidir. Kendimizi hükümet üstü bir konuma yerleştirip, adeta muhalif bir parti lieri gibi, amirane bir tavır takınılmaması son derece mühimdir.

Mesela Bediüzzaman meşrutiyetin ismen ilanından sonra hükümete verdiği dilekçede:

‘’ Millet-i Osmaniye meyanında mühim bir unsur teşkil eden,Vilayat-ı Şarkıyye ahalisinin ahvali hükumetçe malum ise de, hizmet-i mukaddese-i ilmiyeye dair bazı metalibatı arz etmeğe müsaade dilerim ‘’ (Asar-ı Bediiyye:481)

şeklinde, gayet nazik ve kibar bir uslubla, şark vilayetlerinin eğitimi hususunda taleblerini dile getirmektedir. Keza yüksek makamlara gönderdiği dilekçelerde de bu nezaket ve saygılı tavrı açıkça görebiliyoruz.

Diğer önemli bir husus; eleştiri yaparken; tercih edilen iktidarın yıpratılmaması, desteğin azaltılmamasıdır.

Zira yapılan bazı eleştiriler; bahaneye bakan ve kararsız durumdaki bazı safdil seçmene gerekçe olurken; muhalif tarafa da malzeme teşkil etmektedir.

Bu durum da; iktidarın zaafa uğramasına ve yıpratılmasına, desteğin azalmasına sebep olmaktadır. Bu önemli husus hafife alınmamalıdır.

‘’Bu suretle, ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan, safdil taraftarla, ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine, belki teşdidine kader-i İlahiyeye fetva verirler; “Biz buna müstehakız” derler.’’(Kastamonu L:24)

İstanbul seçimleri,bu hususta canlı örnektir.

Gerçekte muhafazakar kitlenin rey oranı, % 65 ila % 70 civarında iken; çözülme ve fikri dağınıklık neticesi olarak, bu gün bu oran farklı partiler altında; % 52 ler civarında seyretmektedir.

Bunun sebebi, eften püften bahanelerle iktidarın tenkid edilip tırtıklanması ve altının oyulmasıdır..

Kusur bulmak her zaman mümkün ve kolaydır. ‘’Müteferrik büyük işlerde, yalnız kusurları görmek cerbezeliktir; aldanır ve aldatır. Cerbezenin şe’ni, bir seyyieyi sünbüllendirerek hasenata galib etmektir.’’
(Sünuhat-Tuluat-İşarat: 83 )

Önemli olan hükümetin iyi taraflarına ve bu hükümet gittiğinde yerine kimin geleceğine bakmaktır. Armudun sapı ,üzümün çöpü daima olacaktır. Zaten iktidar bıçak sırtındadır.%1 lik bir oy kayması dengeleri değiştirebilecektir.

Bundan dolayı basit bahanelerle iktidarın yıpratılması, akıllıca bir davranış değildir.

‘’Bence yol ikidir: Mizanın iki kefesi gibi; birinin hıffeti, ötekinin sıkletine geçer.’’ (Sünuhat-Tuluat-İşarat:55)

Diyen Bediüzzaman’ın bu ifadesi, meselenin ciddiyetini göstermesi bakımından önemlidir.

Keza; ‘’Benim Nur âhiret kardeşlerim, “ehvenüşşer” deyip bazı biçare yanlışçıların hatâlarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil… Çünkü dahilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; “ehvenüşşer” olarak bakınız. Daha “âzamüşşer”den kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun.’’ ( Emirdağ Lahikası:459)

beyanı ve

‘’onların az bir kısmı dine verdikleri zararı, vücudun parçalanmasına bedel, yalnız bir parmağı kesmek gibi pek cüz’î bir zararla pek küllî bir zarardan kurtulmamıza sebep oluyorlar’’ (Emirdağ 2:208)

Bu ifadeler açık bir şekilde , müsbet iktidarın yıpratılmaması ve desteğin korunması hususunda bizleri ikaz etmektedir.

Daha iyi bir iktidar alternatifi çıkıncaya kadar, bu konuda hassasiyet gösterilmesi, daha büyük bir tehlikeye zemin hazırlamamak açısından önemlidir.

Bir diğer önemli husus; şikayetlerin bizzat ilgili makamlara iletilmesidir !

Sosyal medyada beğeni toplamak amacıyla; ‘’Bakın ben tarafsızım, rey verdiğim hükümeti bile eleştiriyorum’’ ‘’Emr-i Bi’l Maruf yapıyorum’’ gerekçeleriyle, yapılan tenkidlerin, faydadan çok zarar getireceğinde şübhe yoktur..

Bediüzzaman’ın kendi döneminde sosyal medya yoktu. Şayet bu gün sağ olsaydı nasıl kullanacağını bilmiyoruz. Ancak, herhalde onu müsbet bir şekilde, hizmete vesile olarak ve fitneye alet olmayacak şekilde kullanırdı…

Nitekim kendi döneminde, eldeki imkanlar ölçüsünde, İlgili makamları, bilgilendirip,taleblerini ilettiği belgelerle sabittir:

‘’Bir kardeşimiz Ankara’ya gitsin. Eski partinin müfettişi Hilmi Uran ve Afyon vilayetinin müfettişi, mebus Celal i ve Diyanet Riyasetinde Ahmed Hamdi ve ehl-i vukuftaki Yusuf Ziya gibi zatları görsün, bize edilen kanunsuz ve keyfi muameleyi değiştirmeye çalışsın.’’ (Emirdağ Lahikası. Sayfa:203)

“Ankara’da bulunan Emniyet-i Umumi Müdürü Beye!” (Emirdağ Lahikası. Sayfa:68)

“Afyon Emniyet Müdürlüğüne!” (Emirdağ Lahikası. Sayfa:69)

“Reis-i Cumhura gönderilen istidanın zeylidir ki; mecbur oldum yazmağa!..” (Emirdağ Lahikası. Sayfa:247)

“Reis-i Cumhura, Hey’et-i Vekileye, Başbakanlığa, Adliye Yüksek Katına, Diyanet Riyasetine: Ankara” (Emirdağ Lahikası. Sayfa:270)

“Mahkeme Reisi Ali Rıza Beyefendi!” (Şualar. Sayfa: 251)

“Heyet-i Vekileye gayet ehemmiyetli bir ricam var!” (Şualar. Sayfa:346)

“Kardeşlerim: Biriniz benim bedelime Diyanet Riyasetine gitsin; benim selam ve hürmetlerimle Ahmet Hamdi Efendiye desin ki;” (Emirdağ Lahikası. Sayfa: 255)

“Başbakanlığa, Adliye Bakanlığına, Dâhiliye Bakanlığına!” (Şualar. Sayfa:425)

‘’Kardeşlerim sizce münasip ise, başvekile ve dindar mebuslara verilmek üzere, ihtara binaen yazdırılmış gayet ehemmiyetli bir hakikattir.’’ (Emirdağ Lahikası. Sayfa:318)

‘’Heyet-i Vekileye ve Tevfik İleri’ye arz ediyoruz ki:’’ (Emirdağ Lahikası. Sayfa:402 )

“Reis-i Cumhur Celal Bayar ve Hey’et-i Vükelasına: Ankara: Reis-i Cumhur ve Hey’et-i Vekileyi tebrik ile beraber, bir hakikati ifşa ediyorum. ” (Emirdağ Lahikası. Sayfa:264)

“Demokrat dindar milletvekillerine bir hakikati ihtar:” (Emirdağ Lahikası. Sayfa:310)

‘’Demokratlara büyük bir hakikati ihtar’’ (Emirdağ Lahikası. Sayfa:423)

Şeklindeki ifadelerinden,doğrudan ilgili makamlara dilekçeler yazarak veya talebelerini göndermek suretiyle bilgilendirmeler yaptığını ve isteklerini dile getirdiğini açıkça görmekteyiz.

Şimdi sosyal medyada, Risale-i Nur müktesebatı benden çok fazla olan, samimiyet ve iyi niyetlerinden asla şübhe etmediğim bazı arkadaşların, geçmişten gelen yanlış icraatların, düzeltilmesi, bazı temenni ve arzuların yerine getirilmesi ile ilgili olarak, Hükümeti ulu –orta eleştirdiklerini, hatta bu yapılmazsa 2023 seçimlerinde rey vermeğeceklerini, böylece iktidarın kaybedeceğini belirten; adeta reyini ve desteğini pazarlık konusu yapan beyanlarını okuyoruz.

İyi niyetle yapılan bu temenniler; şahsen bizim de candan arzu ettiğimiz hususlardır. Ancak sadece niyetin iyi olması, meseleyi halletmiyor.

‘’Çok iyiler var ki,iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar’’(münazarat)

açıklaması tam da konumuzla ilgilidir.

Zaman ve zeminin hassasiyeti ve iktidarın bu husustaki gücü nazara alınmadan yapılan bu temenni ve tenkidler; ‘’Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan’’ olunmasına sebebiyet verebilecek niteliktedir.

Nihayetinde bugünkü iktidar bir koalisyondur. Sadece kendi programını uygulayamaz. Konuya Risale ölçüleri çerçevesinde bakılması, teenni ve sabır ile hareket edilmesi son derece önem arzetmektedir.

Hükümeti yıpratma konusunda içeriden ve dışarıdan yeteri kadar, hatta fazlasıyla eleştiren mihraklar zaten var. Bu kervana bizlerin de katılması ne ölçüde doğrudur?

‘’Ben tokadımı, Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halime vurmam.Nazarımda vuran da sefildir’’ (Sünuhat:67 )

diyen bir Üstadın ölçüleri ile ne derece bağdaşır?

Eleştirdiğimiz konuda haklı olsak bile, daha büyük ve tehlikeli bir düşmana yardım edildiği için haksız duruma düşmüş olmaz mıyız?

“Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dâhilî adavetleri unutmak ve bırakmak” olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-ı İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adavetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir.(Mektubat: 269 )

‘’İşte ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz?

Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler ehl-i dalalet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehval ve mesaibine kadar birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var.(Mektubat:269 )

Eğer düşmanlık etmek istersen; kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adavet et. (Mektubat ( 265 )

Bu ifadelerden ülkemiz ve ehl-i imanın bir kuşatma altında olduğu anlaşılmıyor mu?… Bu açıklamalara, ‘’mübalağa’’ diyebilir miyiz?

Mehmet Erdoğan
2.5.2021
Devam edecek…

Kontrol et

HAKİKİ ŞAKİRD / TALEBE VASIFLARI

Risaletü’n-Nur’un hakikî ve sadık şakirdleri mabeynindeki düstur-u esasî olan iştirak-i a’mal-i uhreviye kanunuyla ve samimî …