MHP-CHP İLE BERABER OLMASI DİN İÇİN FELAKETTİR

BEDİÜZZAMAN HZ. İKAZ EDİYOR!
BU MİLLET VE VATAN İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKE

CHP-MHP BERABERLİĞİDİR 

Malumdur ki, bu âlemde iyiler de kötüler de; iyilikler de kötülükler de derecelidir. Yani iyinin daha iyisi, kötünün daha kötüsü vardır. İyi ve kötü değerlendirme­leri bu nisbiyete göre yapılır.

Bu gün iktidarda olan parti (Allah korusun) iktidardan düşse Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçilerin bugünkü partisi olan (MHP) ile ortak veya ayrı ayrı başka hilelerle iktidara gelir. Bu hal hem vatan için hem millet için, hem dindarlar için felaket olur. Herkes aklini başına almalıdır. Geçmiş 27 Mayıs, 28 Şubat ve ara devreler bu ikilinin ortaklıklarına şahittir.
Bediüzzaman Hazretleri Kur’andan aldığı ders ile Halkçılar gelirse ne olur, Milliyetçilerle gelirse ne olur? İsim vererek, açıkça tereddüdsüz açıklamıştır.
Bugünlerde serseri mayın gibi ortada dolaşan sözde cemaat hareketi vardır ki, bunların tarihte İslam merkezini dağıtan Cengiz-Hülagu deccalına yol gösteren, yardımcı olan Cafer hocadan farkları yoktur.
Dindar ve dine hürmetkar bugünün partisi (AK Parti) düşerse ne olur? Bediüzzaman Hazretleri bir mektupta diyor ki:

«Üstadımızdan, niçin Demokrat Partiyi muhafa­zaya çalıştığını sorduk.

Cevaben:
“Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halbuki, Halk Partisi İttihatçıların bozuk kısmının ci­nayetleri ve hem Cumhuriyetin Birinci Reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icba­riyle on beş senede yaptığı icraatının kısm-ı âzamı tamamıyla eski Partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o Partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek.

Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, Ko­münist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki, bir Müslüman kat’iyen Komünist olamaz, Anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman Ecnebîlerle mukayese edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza deh­şetli bir tehlike teşkil eden bu Partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’ân ve Va­tan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.» (Emirdağ Lâhikası-II, s.206)

HALK PARTİSİ MEMURA GÜVENİYOR

Halk Partisi ise: Hakikaten acip ve zevkli bir rüşvet-i umumîyi kanunlar perdesinde bazı me­murlara verdikleri için, yirmi sekiz senelik bütün cinâyatıyla başkaların cinâyâtı ve İttihatçıların ve Mason kısmının seyyiatları da o partiye yükletil­diği halde, Demokratlara bir cihette galip hük­mündedirler. Çünkü ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrutçuluklar çoğalır. Bu benlik zamanında, memuriyet hakikatta bir hiz­metkârlık olduğu halde, bir hâkimiyet, bir ağalık, bir nemrutçulukla nefse gayet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdiği için, bütün o acip cinayetlerle ve kendin­den olmayan ceridelerin neşriyatıyla beraber ba­na yapılan muamelelerinden hissettim ki, bir ci­hette mânen Demokratlara galip geliyorlar.
Hal­buki, İslâmiyetin bir kanun-u esasîsi olan, hadis-i şerifte   
سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ   yani, “Memuriyet, Emir­lik ise, reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır.”
Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyetin bu Ka­nun-u Esasîsine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanun­da olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur.» (Emirdağ Lâhikası-II, s.164)
HALKÇILARA KARŞI ÇARE İSLAM BİRLİĞİDİR

«Şimdi milletin arzusuyla şeâir-i İslâmiyenin ser­bestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevki­lerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çâre-i yegânesi, ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır.

Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mâni olurdular. Şimdi men­faatleri ve siyasetleri buna muarız değil, belki muhtaçtırlar. Çünkü Komünistlik, Masonluk, Zın­dıklık, Dinsizlik, doğrudan doğruya Anarşistliği in­taç ediyor. Ve bu dehşetli tahrip edicilere karşı ancak ve ancak Hakikat-ı Kur’âniye etrafında itti­had-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmaya vesile olduğu gibi, bu vatanı istilâ-yı ecanipten ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.

Ve bu hakikate binaen, Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikate istinad edip Ko­münist ve Masonluk cereyanına karşı vaziyet al­maları zarurîdir.

Bir ezan-ı Muhammedînin (a.s.m.) serbestiye­tiyle kendi kuvvetlerinden yirmi defa ziyade kuv­vet kazandılar. Milleti kendilerine ısındırdılar, minnettar ettiler. Hem mânen eski İttihad-ı Mu­hammedîden (a.s.m.) olan yüz binler Nurcularla, eski zaman gibi Farmason ve İttihatçıların Mason kısmına karşı ittifakları gibi, şimdi de aynen İtti­had-ı İslâmdan olan Nurcular büyük bir yekün teşkil eder. Demokratlara bir nokta-i istinaddır. Fakat Demokrata karşı eski Partinin müfrit ve Mason veya Komünist mânâsını taşıyan kısmı, iki müthiş darbeyi Demokratlara vurmaya hazırlanı­yorlar.

Eskiden nasıl Ahrarlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) ef­radının çoklarını astılar. Ve “Ahrar” denilen De­mokratları kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalıştılar. Aynen öyle de, şimdi bir kısmı dindarlık perdesine girip Demokratları Din aleyhine sevk etmek veya kendileri gibi tahribata sevk etmek is­tedikleri kat’iyen tebeyyün ediyor. Hattâ ulemâ­nın resmî bir kısmını kendilerine alıp Demokrat­lara karşı sevk etmek ve Demokratın tarafında, onlara mukabil gelecek Nurcuları ezmek, tâ Nur­cular vasıtasıyla ulemâ, Demokrata iltica etmesin­ler. Çünkü Nurcular hangi tarafa meyletseler ulemâ dahi taraftar olur. Çünkü onlardan daha kuvvetli bir cereyan yok ki, ona girsinler.

İşte madem hakikat budur, yirmi beş seneden beri ehl-i ilmi, ehl-i tarikatı ezen, ya kendilerine dalkavukluğa mecbur eden eski partinin müfrit ve mason ve komünist kısmı bu noktadan istifade edip Demokratları devirmemek için, Demokratlar mecburdurlar ki hem Nurcuları, hem ulemâyı, hem milleti memnun ve minnettar etmek, hem Amerika ve müttefiklerinin yardımlarını kaybet­memek için bütün kuvvetleriyle Ezan meselesi gibi şeâir-i İslâmiyeyi ihyâ için mümkün oldukça tamire çalışmaları lâzım ve elzemdir.

Maatteessüf, bazı müfrit ve Mason ve Komünist­ler, Demokrat aleyhinde olduğu halde kendini Demokrat gösteriyorlar ki, Demokratları tahribata sevk etsin ve Din aleyhinde göstersin, onları devir­sin.» (Emirdağ Lâhikası-II, s.24)

İKİNCİ BÜYÜK TEHLİKE OLAN IRKÇILIĞA KARŞI ÇARE:
Memleketimiz ve İslâm Dünyası için bir mühim tehlike de ırkçılık yani Menfi Milliyetçiliktir. İslâm nezdinde menfi “Arap ırkçılığı” veya menfi “Türk Milliyetçiliği” veya menfi “Kürt Milliyetçiliği” gibi ırkçılığın her türlüsü menfurdur.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri menfi milliyetçiliğin İslâm tarihindeki zararlarını Devletin en üst makamı olan Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a anlatır ve çarelerini de gösterir. Şöyle ki:

“Reis-i Cumhura ve Başvekile,
Size iki hakikati beyan ediyorum: ..…
Saniyen:
Irkçılık fikri, Emevîler zamanında (Mi. 661-750) büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında (Mi. 1908) “Kulüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve birinci harb-i umumîde (Mi. 1914-1918) yine ırkçılığın istimali ile mübarek kardeş Arabların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-ı umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeğe çalıştıklarına emareler görünüyor. Halbuki menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek, ırkçılığın seciye-i fıtrîsi olduğu halde; evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. Türk gibi Arablarda da Arablık ve Arab milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.

Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymettar ittifakınız, (24 Ocak 1955 Bağdat Paktı) inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş milyon ırkçıların yerine, 400 milyon kardeş Müslümanları ve 800 milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir Dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına ruhuma kanaat geldiğinden, size beyan ediyorum.

Salisen:
Altmış beş sene evvel bir Vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz Müstemlekât Nâzırı (Lord Gladstone) Kur’­ân’ı elinde tutup konferans vermiş. Demiş ki: “Bu İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara hakikî hâ­kim olamayız, tahakkümümüz altında tutamayız. Ya Kur’ân’ı sukut ettirmeliyiz veyahut Müslüman­ları ondan soğutmalıyız.”

İşte bu iki fikirle, dehşetli ifsat komitesi bu bi­çare fedakâr, mâsum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalışmışlar. Ben de, altmış beş sene ev­vel bu cereyana karşı, Kur’ân-ı Hakîm’den istim­dat eyledim. Hakikate karşı kısa bir yol ve bir de pek büyük bir “Dârülfünun-u İslâmiye” tasavvuru ile, altmış beş senedir, âhiretimizi kurtarmak ve onun bir faydası olarak hayat-ı dünyeviyemizi de istibdad-ı mutlaktan ve dalâletin helâketinden kurtarmaya ve akvam-ı İslâmiyenin mâbeyninde­ki uhuvvetini inkişaf ettirmeye iki vesileyi bulduk.» (Emirdağ Lâhikası-II, s. 222)

IRKÇILIĞA KARŞI ÇARE

«
Risale-i Nur’dur ki, uhuvvet-i imaniyenin inkişafına kuvvet-i iman ile hizmet et­tiğine kat’î delil, emsalsiz bir mazlumiyet ve âciz­lik hâletinde telif edilmesi ve şimdi âlem-i İslâmın ekseri yerlerinde ve Avrupa ve Amerika’ya da te­sirini göstermesi ve ihtilâlcilere ve dinsiz felsefeye ve otuz seneden beri dehşetli bir surette Maddi­yun ve Tabiiyun gibi Dinsizlik fikrine karşı galebe çalması ve hiçbir mahkeme ve ehl-i vukuf dahi onları cerh edememesidir. İnşaallah bir zaman da, sizin gibi uhuvvet-i İslâmiyenin anahtarını bu­lan zatlar, bu mucize‑i Kur’âniyenin cilvesini âlem-i İslâma işittireceksiniz.
İkinci vesilesi:

Altmış beş sene evvel Câmiü’l-Ezhere gitmek istiyordum. Âlem-i İslâmın Medre­sesidir diye, ben de o mübarek Medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat kısmet olmadı. Cenab-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki:

Câmiü’l-Ezher Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya Afrika’dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir Darülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat et­mesin.
Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milli­yet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile  اِنَّمَااْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ  Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikiyle tam musalâha etsin. Ve Anadolu’daki ehl-i mektep ve ehl-i med­rese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye, vilâyât-ı şarkiyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Tür­kistan’ın ortasında, Medresetü’z-Zehra mânâsın­da, Câmiü’l-Ezher üslûbunda bir Darülfünun, hem Mektep, hem Medrese olarak bir üniversite için, tam elli beş senedir Risale-i Nur’un hakaikine çalıştığım gibi ona da çalışmışım. Said Nursî» (Emirdağ Lâhikası-II, s.222)
Menfî milliyetçiliğin bu ülkeye zarar vermesini önlemek için en evvel Dini hayatın yaşandığı bir Türkiye görünmelidir. Bu meselede en mühim Din hizmeti, dinî neşriyat ve İslâm Kardeşliğini temine vesile olarak Risale-i Nur bulunmaktadır. Said Nursi Hazretleri bu hakikati eserlerinde tekraren anlatır. Bu eserler bütün dünyaca hususan İslâm dünyasınca takdirle tanınmaktadır. Irkçılığın zararlarını bertaraf etmede Said Nursi Hazretlerinin çare olarak gösterdiği ikinci vesile de, İslâm Dünyasının ortası olan Doğuda, bütün İslâm milletlerine hitap eden, tedrisat programını kendisinin çizdiği bir üniversite kurulmasıdır.

DIŞ MÜDAHELE TEHLİKESİNE ÇARELER

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, memleketimizde Milliyetçiliği veya Dindarlığı esas alan Siyasîlerin dikkat etmeleri gereken hususları dört Siyasî Görüşü tahlil ettiği bir mektubunda şöyle der:

«Milletçilere gelince:

Eğer bu partide sırf İslâmi­yet esas olsa,
(HAŞİYE)Demokrat Partiye yardım et­tiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz. Eğer bu parti, ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise, birden hakikî Türk olma­yan bu vatandaki ekseriyetin ancak onda üçü Türktür, kalan kısmı da başka milletlerle karış­mıştır. O zaman, Hürriyetin başında olduğu gibi, bu asil ve mâsum Türk milleti aleyhine bir milli­yetçilik tarafgirliği meydana gelecek. O vakit ha­kikî Türkleri, Ecnebîler boyunduruğu altına gir­meye mecbur edecek. Veya Türkleşmiş sair un­surdan olan ve bu vatanda mevcut ırkçılık ve un­surculuk damarıyla bir Ecnebîye istinad ile ma­sum Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar. Bu durum ise, dehşetli, tehlikeli olduğundan, Kur’ân ve Vatan ve Millet hesabına, dindar ve di­ne hürmetkâr Demokrat Partinin iktidarda kal­masını temin etmeleri için ders veriyorum.» (Emirdağ Lâhikası-II, s.207)
Bu memleketin Milliyetçileri veya Dindarları ayrı ayrı Parti olsalar bile, “Ahrar” denilen Dindar Demokratların iktidarda kalmaları için onlara yardım etmeleri ve Demokratların muhalifleriyle işbirliği yapmamaları ve onların aleyhlerinde bulunmamaları gerekmektedir. Zikredilen bu şartlara riayet edilmemesi halinde diğer farklı Müslüman milletlerden olan vatandaşların dostluğunu kaybetmenin yanında, Said Nursi Hazretlerinin “asil ve masum” dediği Türk milletinin yabancıların boyunduruğu altına girmesine sebebiyet verebilir.
“50 SENE SONRA” İKAZI (1996-97 VE SONRASI)

Bu zamanımıza yani 1996’dan sonraki tehlikelere 1946-47 yılında dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur eserleriyle ortaya konulan hakikatlere ve bir kısım gerçek Nur Talebelerine çok büyük vazifeler düşeceğini hatırlatır. 1945-47 yıllarında bulunduğu Emirdağ’da yazmış olduğu ikaz mektubunda der ki:

«Risale-i Nur ve Hakiki şakirtleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyor­lar.

…Evet, Hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâubalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ah­lâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihe­tinden, şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtisi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye ci­hetinde ne şekle girecek, elbette anlıyorsunuz.

Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur’ân’ın hizmetinde emsalsiz kahraman­lık gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mâzisini dehşetli lekedar, belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtinin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikati verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiği­mizden, bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz.

Evet, efendiler! Gerçi Risale-i Nur sırf âhirete bakar; gayesi Rıza-yı İlâhî ve imanı kurtarmak ve şakirtlerinin ise, kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebedîden ve ebedî haps-i münferitten kur­tarmaya çalışmaktır.

Fakat dünyaya ait ikinci de­recede gayet ehemmiyetli bir hizmettir; ve bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i âtinin biçareler kısmını dalâlet-i mutlakadan kur­tarmaktır.

Çünkü bir Müslüman başkasına ben­zemez. Dini terk edip İslâmiyet seciyesinden çı­kan bir Müslim dalâlet-i mutlakaya düşer, anar­şist olur, daha idare edilmez.

Evet, eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde el­lisi meydanda varken ve an’anât-ı milliye ve İslâ­miyeye karşı yüzde elli lâkaytlık gösterildiği halde, elli sene sonra yüzde doksanı nefs-i emmâreye tâbi olup millet ve vatanı anarşiliğe sevk etmek ihtimalinin düşünülmesi ve o belâya karşı bir çare taharrisi, yirmi sene evvel beni Siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan kat’iyen menet­tiği gibi; Risale-i Nur’u, hem şakirtlerini, bu za­mana karşı alâkalarını kesmiş; hiç onlarla ne mü­bareze, ne meşguliyet yok. Said Nursî.» (Emirdağ Lâhikası-I, s.21)

Risale-i Nur’dan tesbit edilen bu iki tehlike, eserlerde anlatılan diğer tehlikelerin yanında daha ciddi tahribat ve zararlara sebebiyet verebileceğin­den dolayı, kısmî teyakkuz için ve bilerek veya bilmeyerek alet edilip zarar ve mesuliyetlere girmemek için ve nihayet selamet-i millet için bu hakikatler nazara verilmiştir.

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …