Bediüzzaman Hazretlerinin
İRTİCA TARİFİ
“Bunu da derim ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan bazı adamlar, kabahatını setr için başkasını irtica ile ve dinini, siyasete âlet yapmakla itham ederler.” (Divan-ı Harbi sh: 12)
İslâm Şeriatı, gelişen beşerî ve içtimaî hayatın seviye ve iktizasına göre her türlü terakki ve tekemmülün ve en ileri medeniyetin üstadı olmuş ve olacaktır. Bu hakikat, 1927 senesinde Lahey’de toplanan Dünya Hukuk Kongresi’nde te’yid edilmiştir. İslâmiyete irtica diye dil uzatan, ya koyu cehaletini ilan eder veya dine muhalif cereyanı hesabına din aleyhinde propaganda yapmış olur ki; hiçbir müslüman buna değer vermez ve aldanmaz. Hatta böyle propagandalar karşısında dinine daha sarılır ve ona hizmet eder.
Elhasıl, geçmişte, biri Asr-ı Cahiliye, diğeri Asr-ı Saadet olarak yalnız iki hayat şekli bulunduğuna göre, menfi ve müsbet iki yaşama şeklinden söz edilebilir.
İslâm Şeriatı, gelişen beşerî ve içtimaî hayatın seviye ve iktizasına göre her türlü terakki ve tekemmülün ve en ileri medeniyetin üstadı olmuş ve olacaktır. Bu hakikat, 1927 senesinde Lahey’de toplanan Dünya Hukuk Kongresi’nde te’yid edilmiştir. İslâmiyete irtica diye dil uzatan, ya koyu cehaletini ilan eder veya dine muhalif cereyanı hesabına din aleyhinde propaganda yapmış olur ki; hiçbir müslüman buna değer vermez ve aldanmaz. Hatta böyle propagandalar karşısında dinine daha sarılır ve ona hizmet eder.
Elhasıl, geçmişte, biri Asr-ı Cahiliye, diğeri Asr-ı Saadet olarak yalnız iki hayat şekli bulunduğuna göre, menfi ve müsbet iki yaşama şeklinden söz edilebilir.
Birisi: Asrımızda asr-ı cahiliye hayatını yaşamak isteyenler, asr-ı cahiliye mürtecileri; diğer tarz- hayat ise: Asr-ı Saadet’teki en yüksek fazilete sahib olan sahabe hayatına uymak isteyenler demek olur.Amma bazı cahil müslümanlardan hurafeli anlayış sahibi olanları varsa, o irtica değil, cehaletli taassubdur. İslâm ise, cehaleti kabul etmiyor.
İslâmdan önceki cahiliye devrinde, sefaheti tahrik unsuru ve fitnede büyük rol oynayan hayasız kadınlar, erkekler arasında açık-saçık ve dikkati kendilerine çekecek süs ve eda ile gezerlerdi. (Bakınız: Kur’an (A’raf 7:26-28) âyetleri)
İslâmdan önceki cahiliye devrinde, sefaheti tahrik unsuru ve fitnede büyük rol oynayan hayasız kadınlar, erkekler arasında açık-saçık ve dikkati kendilerine çekecek süs ve eda ile gezerlerdi. (Bakınız: Kur’an (A’raf 7:26-28) âyetleri)
Seksen belki yüz seneden beri müslümanlara takılmak istenen bu irtica yaftasını esas itibariyle bu ithamı yapanlara takmamız gerekiyor. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinden dinlediğimiz ders bunu gösteriyor. Bu kasıtlı gizli dinsizlerin dinsizliklerini saklayarak ehl-i imana attıkları bu iftirayı yüzlerine savuruyoruz. İlan ediyoruz ki, müslümanları kastederek “irtica tehdidi”nden bahseden ve beyanat verenler; gizli İslam düşmanı, hakiki mürtecilerdir.
İKİ İRTİCA
Asrımızda bilhassa müslümanların aleyhine kullanılan irtica hakkında Bediüzzaman Hazretleri şu izahatı yapar:
“Gazeteleri dinlemediğim halde bir-iki senedir "irtica ile ittiham" kelimesi mütemadiyen tekrar edildiğini işitiyordum. Eski Said kafasıyla dikkat ettim, kat'iyyen gördüm ki:
Siyaseti dinsizliğe âlet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedeviliğin bir kanun-u esasîsine irticaa çalışan ve hamiyet maskesini başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları gaddarane bir ittiham ile; ehl-i İslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle değil dini siyasete âlet yapmak, belki de siyaseti dine âlet ve tâbi' yapmakla; tâ İslâmiyet'in kuvvet-i maneviyesinden bu hükûmet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dörtyüz milyon hakikî kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım zalim Avrupa'nın dilenciliğinden kurtulmak için çalışanlara pek haksız olarak irtica damgasını vurup onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri, yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır.
Nümunelerinden birinci nümunesi, bu asrın dehşetli zulmüne karşı bir sed olarak İkinci Nokta'da beyan etmek zamanı geldi.
Menşeleri iki kanun-u esasiyeye istinad eden iki irtica var:
Biri: Siyasî ve içtimaî ki, hakiki irticadır. Onun kanun-u esasîsi çok su-i istimale ve zulme medar olmuştur.
İkincisi: İrtica namı verilen hakiki bir terakki ve adaletin esasıdır. …
Beşerin vahşet ve bedevilik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine medeniyet namına dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedeviliğe dönüyorlar. Beşerin selâmet, adalet ve sulh-u umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu biçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârane ve anudane particilik gibi bazı cereyanları aşılamağa başlaması gibi bir ihtilaf görülüyor. O kanun-u esasî de budur.
Bir taifeden; bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatasıyla o taifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün ferdleri mahkûm v
e düşman ve mes’ul tevehhüm ediliyor. Bir hata, binler hata hükmüne geçiriliyor.
İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti zir ü zeber ediyor.
Evet birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zaiflendiği için millete ve memlekete ve vatana âdilane hizmete muvaffak olunamadığından maddî ve manevî bir nevi rüşvet vermeğe mecbur oluyorlar ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için… O gaddar, engizisyonane ve bedeviyane ve vahşiyane bu mezkûr kanun-u esasîye karşı; ayn-ı adalet olan bu semavî ve kudsî (6:164) وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى nass-ı kat’îsiyle Kur’anın bir kanun-u esasîsi muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi te’min eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki:
Birisinin hatasıyla başkası mes’ul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevî günahkâr olup âhirette mes’ul olur; dünyada değil.
Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye iki harb-i umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle esfel-i safilîn olan o vahşi irticaa düşecek.
İşte Kur’an’ın bu gibi kudsi kanun-u esasîsine irtica namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedeviliğin dehşetli bir kanun-u esasîsi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: “Cemaatin selâmeti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz’î zulümler nazara alınmaz” diye, bir tek cani yüzünden bir köyü mahvetmekle bin masumun hakkını nazara almaz. Bir tek caninin yüzünden bin adamın kılınçtan geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanması ile binler masumu sıkıntıya verdirir. Ve ikiyüz adamı kurşuna dizilmesini o bahane ile nazara almaz. Birinci Harb-i Umumîde üçbin adamın caniyane siyaset hatalarıyla otuz milyon biçare nev’-i beşer aynı harbde mahvedildiği gibi, binler misaller var.İşte bu vahşiyane irticaın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur’an şakirdlerinin Kur’anın yüzer kanun-u esasîsinden وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى (6:164) âyetinin ders verdiği kanun-u esasîsi ile adalet-i hakikiyeyi ve ittihadı ve uhuvveti te’min etmeğe çalışan ehl-i iman fedakârlarına “mürteci” namını verip onları müttehem etmek, mel’un Yezid’in zulmünü, adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillü en vahşi ve zalimane bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur’anın mezkûr kanun-u esasîsine tercih etmek hükmündedir. (E.L.II.82)
MEHMED AKİF’İN İRTİCA TARİFİ
Böyle irticaî cemiyetlerde kaviler zayıfları ezer, merhametsizlik ve vahşet hükmeder. Mehmed Akif Ersoy “Safahat” adlı eserinde bu hakiki mürtecilere şiirle şu müskit cevabı veriyor:“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim.
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç, git diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zalimin hasmıyım ama, severim mazlumu.
İrtica’ın şu sizin lehçede manası bu mu!…”Beşer dünyasında yer-yer ve zaman-zaman bu tarz vahşet hayatına dönerek medeniyet maskesi altında bir kısım mürteciler türerler ve münafıkane bir yol ile halkı iğfale ve idlale çalışırlar.
KUR’AN’DA VE HADİSLERDE İRTİCA
Bu vahşi mürtecilerin, müslüman ecdadı lanetlemek küstahlığına düşecekleri de rivayette bildirilir.
İrticaı takbih eden hadisler de vardır. Ezcümle: S.B.M. 12. cild. 2175. hadiste ve ibn-i Mace, Kitab-ül Fiten, 17. bab, 3994. hadiste : Ümmet-i İslâmiyenin kendilerine önceki cahiliye âdetlerine uyan milletlere her cihetle uymalarıyla düşecekleri dalaletleri tasvir edilir.
Kur’an (Lokman Suresi 31:21) ve emsali bazı âyetlerde, İslâma uymak davetine karşı “Biz atalarımızın izinden gideriz” diyen mürtecilere işaret eder. (Şuara Suresi 26:74) âyeti de, o hakiki mürteci büyüklerin; putlara serfuru ettiklerini ve sonra gelenlerin de onların izinden giderek putperestlikle irticaya düştüklerini anlatır.
Halbuki İslâmiyet cahiliye devri hayatın şiarı olan putları kaldırdı. Putçuluğa tekrar dünmenin irtica olduğunu bildirdi.
Avrupa memleketlerinden yayı
lan mimsiz (yani tedenni etmiş) medeniyette, vahşet ve cahiliyet devrelerinin âdetlerine çok rastlanır. Bilhassa nefsanî âdetlerine gösterdikleri taassub onları, irşad imkânından da mahrum ediyor.
Bir hadis-i şerifte de medeniyet maskesi altında saklanmak isteyen hakiki mürteciler şöyle tarif ediliyor:“İslâm camiası içinde cahiliyet âdetini araştırıp, onu bulup yaşatmak isteyen mürteci” diye beyan ediliyor. (S.B.M. hadis 2097)
İRTİCA İTHAMINA ÜSTADIN CEVABI
Bu irtica yaygarası, 1909 siyasî dalgalanmalar devresinde de yapılıyordu. Kur’an (Nisa Suresi 4:83) (Ahzab Suresi 33:60 âyetlerinde tenbih ve tehdid edilen ve bir kısım eracif ehli olan, yani yalan haberlerle ortalığı karıştıracak haber yayan cerideler ve mevkuteler (gazeteler-dergiler) ortalığı karıştırmıştı. Yine Bediüzzamam Hazretleri bu müstebidlere de cevab vermiş ve hakikat-ı hali ortaya koymuştu. Bu beyanlardan birkaç kısa nümuneler verelim:
“Vakta ki hürriyet divanelikle yadolunurdu; zaif istibdad, tımarhaneyi bana mekteb eyledi. Vakta ki i’tidal, istikamet; irtica ile iltibas olundu, meşrutiyette şiddetli istibdad, hapishaneyi mekteb eyledi.” (İ.M.Ş.9)
“Divan-ı Harb-i Örfî’de, (1909) mahkemedeki paşaların: “Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin” diye suallerine karşı idame beş para kıymet vermeyip, cevaben: Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki; ben mürteciyim ve şeriatın birtek mes’elesine ruhumu feda etmeğe hazırım.” (Ş.449)
GİZLİ VE MÜDHİŞ BİR KOMİTEYE KARŞI
“O komitelerden, tesadüfle hükümetin me’muriyetine girenler, ciddi dindarlara takmak için iki kulp elinde tutmuş, garaz ettikleri dindarlara takıyorlar ve hükümeti iğfale çalışıyorlar. O iki kulpun birisi: O mülhidlerin, dinsizliğe temayül göstermemek manasıyla “irtica” kulpunu takıyor. Diğeri: Haşa ve haşa! dinsizliği, bu Hükümet-i İslâmiyetin ayn-ı siyaseti telakki etmediğimiz manasında “Dini siyasete âlet etmek” kulpu ile lekelemek istiyorlar. (*) Halkı aldatmak için yine aynı irtica ithamını yayan malum zihniyet cereyanın tenkidlerine karşı Bediüzzaman Hz. şu açıklamaları yapar :
“Beşinci Hakaretkârane İftirası: Gerilemek ve irtica, yani İslâmiyet ahkâmına, ahlâkına dönmek manasıyla "mel'un fikir" tabiri kullanması; küre-i arzı titretecek kâfirane bir iftira olduğu gibi, yalnız Ispartalılara ve Nur talebelerine değil, belki âlem-i İslâm'a karşı bir ihanettir.” (Emirdağ Lâhikası-II sh: 193)
DİNDAR OLMAK İRTİCA DEĞİLDİR
İrtica ile suçlamalar Bediüzzaman Hazretlerinin mahkemelerinde de görülmüştür. Ezcümle :“İddiacı, bin dereden su toplamak gibi, Nur şakirdlerinin birbirlerine karşı muhabbetkârane ve hususî hissiyatlarını ve Nurlardan istifadelerini, samimane ve bazan müfritane gösteren mektublarını bir esas yaparak cerbezesiyle onlardan medar-ı ittiham çıkarıp bizi irtica ile ittiham etmeğe çalışması, öyle bir hatadır ki; kabrinde onun çok azabını çekecek. Meselâ: Uzak bir köyde muallim Mustafa Sungur'un bir mektubunu hem ona, hem bize medar-ı irtica yapıyor. Acaba o genç muallim, Nurlarla hakikî ve imanlı bir muallim ve masum çocuklara hüsn-ü ahlâk sahibi bir terbiye edici vaziyetine girmesine şükür ve hamd manasında, "Ben eski sefahet ve dalaletimden kurtuldum" demesiyle bir irtica olur mu? İrtidaddan çekinmek ve dalaletten sakınmak ile bir fesad, bir irtica değil; belki dersini dinleyecek masumlar adedince bir ıslah, bir manevî terakkidir.” (Şualar h:426)
İNKILABLARA KARŞI ÇIKMAK İRTİCA MIDIR?
Bediüzzaman Hazretlerinin Afyon mahkemesinde de (1948) aynı mesele ileri sürülmüştü. Ezcümle ehl-i vukuf raporunda:
“Hem suçlarından diye:
"Tekye ve zaviyelerin ve medreselerin kapatılması ve lâikliğin kabulü, İslâmiyet yerine milliyet esaslarının konulması, şapka giyilmesi, tesettürün kaldırılması, latin harflerinin huruf-u Kur'aniye yerinde cebren kabulü, Türkçe ezan ve kamet okunması, mekteblerde din derslerinin kaldırılması, kadınlara erkekler derecesinde irsiyet ve hak tanınması ve taaddüd-ü zevcatın kaldırılması gibi inkılab hareketlerini bid'at, dalalet, ilhaddır diyen, irtica ile suçludur." diye yazmışlar.
Ey insafsız heyet! Eğer her asırda üçyüzelli milyonun kudsî ve semavî rehberi ve bütün saadetlerinin proğramı ve dünyevî ve uhrevî hayatın mukaddes hazinesi olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın;
tesettür ve irsiyet ve taaddüd-ü zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeair-i diniyenin muhafazası,
haklarında gelen ve tevil kaldırmaz sarih çok âyât-ı Kur'aniyeyi inkâr etmek ve bütün İslâm müçtehidlerini, umum şeyhülislâmları suçlu yapmak mümkün ise ve mürur-u zamanı ve müteaddid mahkemelerin beraetlerini ve af kanunları ve mahremiyet ve mahrem vechini ve hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhalefeti memleketten ve hükûmetlerden kaldırabilirseniz, beni bu şeylerle suçlu yapınız. Yoksa siz hakikat ve hak ve adalet mahkemesinde dehşetli suçlu olursunuz. Said Nursî” (Şualar sh: 431)
Bu suçlamanın cevabında görüldüğü üzere, pek çok kesin hükümler getiren ayetleri ve dini hükümleri inkâr ile imansızlığa götüren ve hür rejimin değişmez esaslarından olan fikir ve vicdan hürriyetlerini kaldıran ve bütün İslâm müctehidi olan en büyük dinî şahsiyetleri ve Şeyh-ül İslâmları ve hatta bütün müslümanları suçlu gösteren dehşetli bir tenkidin resmi makamlardan yapılması, hiçbir sistemle bağdaşmayan ibret dolu tarihi hadisedir. Evet mü’min ve müslüman olabilmek için Kur’anın o tarzdaki hükümlerini kabul etmek mecburiyeti varken böyle bir ithamın resmi makamlardan yapılması, hukukla, medeniyetle, ilim ve mantıkla tam bir tezaddır.Osmanlı Devleti’nin son devrelerinde azınlıkta olan gizli din düşmanı cereyanları, aynı irtica suçlamalarıyla milleti aldatmağa çalışmışlardır. Bediüzzaman Hz. tâ o zamandan bu ifsadlara karşı milleti uyandırmağa çalışmış ve bu hizmetinden dolayı gelen eziyetlere de sabır ve sebat etmiştir. Ezcümle kendisini divan-ı harb-ı örfi denen askeri mahkemeye verdiklerinde fütursuz ve hiç çekinmeden müdafaada bulunmuştur.
DİNİ SİYASETE ALET ETMEK İTHAMINA CEVAP
Yine aynı meslede 1935 senesinde açılan Eskişehir ağır ceza mahkemesindeki müdafasında diyor: “Ey hey'et-i hâkime: Beni, dört – beş madde ile ittiham edip tevkif ettiler.Birinci Madde : İrtica fikriyle dini âlet edip, emniyet-i umumiyeyi ihlâl edebilecek bir teşebbüs niyeti olduğu ihbar edilmiş.
Elcevap : Evvelâ; imkânat başkadır, vukuat başkadır. Herbir fert, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ı katil cihetiyle mahkemeye verilir mi? Herbir kibrit, bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkâniyle kibritler imha edilir mi?Saniyen: Yüzbin defa hâşâ! İştigal ettiğimiz ulûm-u imaniye, Rızâyı İlâhiyyeden başka hiçbir şeye âlet olamaz.
Evet, Güneş Kamer'e peyk ve tâbi olmadığı gibi, saadet-i ebediyyenin nuranî ve kudsî anahtarı ve hayat-ı uhreviyyenin bir Güneşi olan îman dahi, hayat-ı içtimaiyyenin aleti olamaz. Evet, bu kâinatın en muazzam mes'elesi ve şu hilkat-ı âlemin en büyük muamması olan sırr-ı imandan daha ehemmiyetli bir mes'ele-i kâinat yoktur ki, bu mes'ele-i sırr-ı iman ona âlet olsun. Hâşâ!” (Tarihçe-i Hayat sh:218)
“Ehl-i vukuf raporuna hafif bir itiraz tarzında hakikat-ı hali beyan etmektir. Dinî hissiyatı siyasete âlet ediyorum diye ithamlarına karşı deriz:
Bütün hayatımı ve beni tanıyanları işhad ediyorum ki; değil dini siyasete âlet, belki siyasî olduğum zamanda dahi, bütün kuvvetimle siyasetleri dine âlet ve tâbi' yapmaya çalıştığımı, bütün tarih-i hayatım ve dostlarım şehadet ettikleri gibi, Hürriyetin başında şeriat isteyenleri astıkları bir zamanda, Hareket Ordusu'nun dehşetli divan-ı harb-i örfîsinde, aynı günde onbeş adam asıldığı bir zamanda, Divan-ı Harb-i Örfî reisi ve a'zaları dediler ki: "Sen mürtecisin, Şeriat istemişsin" sözlerine mukabil demiş:
"Şeriatın bir tek mes'elesine ruhumu feda etmeye hazırım. Eğer Meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ve hilaf-ı Şeriat hareket ise, bütün dünya şahid olsun ki ben mürteciyim" diyen bir adam, i'dama beş para ehemmiyet vermeyen ve dünyasını, her şeyini Şeriata feda eden hiç mümkün müdür ki: Dini, şeriatı bir şeye ve bir siyasete âlet yapsın. Buna ihtimal veren sofestaî olamaz.” (Emirdağ Lâhikası-II sh:130)
1935 Senesinde Eskişehir Mahkemesinde mülhidlerin hükümetten yararlanmak istemelerine karşı şöyle der:
“Nasılki Hükûmet-i Cumhuriye "Dîni dünyadan tefrik edip bîtarafane kalmak" prensibini kabul etmiş; dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi; dindarlara da, dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin icabatındandır.
Öyle de; ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olması lâzım gelen Hükûmet-i Cumhuriyenin dinsizliğe tarafdar ve entrikaları çeviren ve hükûmetin me'murlarını iğfal eden gizli menfi komitelerden tefrik edilip, hükûmetin onlardan uzak olmasını istiyorum; o entrikacılarla mübareze ediyorum. O komitelerden, tesadüfle hükûmetin me'muriyetine girenler, ciddi dindarlara takmak için iki kulp elinde tutmuş, garaz ettikleri dindarlara takıyorlar ve hükûmeti iğfâle çalışıyorlar.
O iki kulpun birisi: O mülhidlerin dinsizliğine temayül göstermemek mânasiyle "İrtica" kulpunu takıyor.
Diğeri: Hâşâ ve hâşâ! dinsizliği, bu Hükûmet-i İslâmiyenin ayn-ı siyaseti telâkki etmediğimiz mânasında "Dini siyasete alet etmek" kulpu ile lekelemek istiyorlar.” (Tarihçe-i Hayat sh: 240
Bediüzzaman Hazretleri 1953-54 senelerinde yazdığı bir mektupta dindarlara tanınan müsamahadan ve din ve vicdan hürriyetinin kısmen dahi uygulanmasında rahatsız olup dindarlara ve onlara bu hürriyeti tanıyan Demokratlara hucüm eden gizli din düşmanlarının mahiyetini şöyle açıklar:
“Hürriyetin üçüncü senesinde (1911) aşairler arasında meşrutiyet-i meşruayı aşaire tam bildirmek ve kabul ettirmek için Ertuş aşairi içinde hususan Küdan ve Mamhur
an'a verdiği ders ve 1329'da (1912) Matbaa-i Ebuzziya'da tab'edilen, kırkbir sene evvel tab' edilmiş fakat maatteessüf yirmi-otuz seneden beri arıyordum, bulamamıştım. Bu defa birisi bir nüsha bulup bana göndermiş. Ben de Eski Said kafasını alıp ve Yeni Said'in sünuhatıyla dikkatle mütalaa ettim. Anladım ki, Eski Said acib bir hiss-i kabl-el vuku' ile otuz-kırk sene sonra şimdi vukua gelen vukuat-ı maddiye ve maneviyeyi hissetmiş. Ve bedevi Ekrad aşairi perdesi arkasında;
bu zamanın medenî perdesini kendilerine maske yapan ve vatanperverlik perdesi altında dinsiz ve hakikî bedevi ve hakikî mürteci; yani bu milleti, İslâmiyet'ten evvelki âdetlerine sevkeden hainleri görmüş gibi onlarla konuşup başlarına vuruyor.” (Emirdağ Lâhikası-II sh:110)
Hülasa: Seksen belki yüz seneden beri müslümanlara takılmak istenen bu irtica yaftasını esas itibariyle bu ithamı yapanlara takmamız gerekiyor.
Baştan beri Üstad Bediüzzaman Hazretlerinden dinlediğimiz ders bunu gösteriyor. Bu kasıtlı gizli dinsizlerin dinsizliklerini saklayarak ehl-i imana attıkları bu iftirayı yüzlerine savuruyoruz. İlan ediyoruz ki, müslümanları kastederek “irtica tehdidi”nden bahseden ve beyanat verenler; gizli İslam düşmanı, hakiki mürtecilerdir.
“İSLÂMİYETE İRTİCA, MÜ'MİNLERE MÜRTECİ DİYENLERE YAZIKLAR OLSUN !
“Gazeteleri dinlemediğim halde bir-iki senedir "irtica ile ittiham" kelimesi mütemadiyen tekrar edildiğini işitiyordum. Eski Said kafasıyla dikkat ettim, kat'iyyen gördüm ki:
Siyaseti dinsizliğe âlet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedeviliğin bir kanun-u esasîsine irticaa çalışan ve hamiyet maskesini başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları gaddarane bir ittiham ile; ehl-i İslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle değil dini siyasete âlet yapmak, belki de siyaseti dine âlet ve tâbi' yapmakla; tâ İslâmiyet'in kuvvet-i maneviyesinden bu hükûmet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dörtyüz milyon hakikî kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım zalim Avrupa'nın dilenciliğinden kurtulmak için çalışanlara pek haksız olarak irtica damgasını vurup onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri, yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır.
Nümunelerinden birinci nümunesi, bu asrın dehşetli zulmüne karşı bir sed olarak İkinci Nokta'da beyan etmek zamanı geldi.
Menşeleri iki kanun-u esasiyeye istinad eden iki irtica var:
Biri: Siyasî ve içtimaî ki, hakiki irticadır. Onun kanun-u esasîsi çok su-i istimale ve zulme medar olmuştur.
İkincisi: İrtica namı verilen hakiki bir terakki ve adaletin esasıdır. …
Beşerin vahşet ve bedevilik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine medeniyet namına dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedeviliğe dönüyorlar. Beşerin selâmet, adalet ve sulh-u umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu biçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârane ve anudane particilik gibi bazı cereyanları aşılamağa başlaması gibi bir ihtilaf görülüyor. O kanun-u esasî de budur.
Bir taifeden; bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatasıyla o taifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün ferdleri mahkûm v
e düşman ve mes’ul tevehhüm ediliyor. Bir hata, binler hata hükmüne geçiriliyor.
İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti zir ü zeber ediyor.
Evet birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zaiflendiği için millete ve memlekete ve vatana âdilane hizmete muvaffak olunamadığından maddî ve manevî bir nevi rüşvet vermeğe mecbur oluyorlar ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için… O gaddar, engizisyonane ve bedeviyane ve vahşiyane bu mezkûr kanun-u esasîye karşı; ayn-ı adalet olan bu semavî ve kudsî (6:164) وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى nass-ı kat’îsiyle Kur’anın bir kanun-u esasîsi muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi te’min eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki:
Birisinin hatasıyla başkası mes’ul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevî günahkâr olup âhirette mes’ul olur; dünyada değil.
Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye iki harb-i umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle esfel-i safilîn olan o vahşi irticaa düşecek.
İşte Kur’an’ın bu gibi kudsi kanun-u esasîsine irtica namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedeviliğin dehşetli bir kanun-u esasîsi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: “Cemaatin selâmeti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz’î zulümler nazara alınmaz” diye, bir tek cani yüzünden bir köyü mahvetmekle bin masumun hakkını nazara almaz. Bir tek caninin yüzünden bin adamın kılınçtan geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanması ile binler masumu sıkıntıya verdirir. Ve ikiyüz adamı kurşuna dizilmesini o bahane ile nazara almaz. Birinci Harb-i Umumîde üçbin adamın caniyane siyaset hatalarıyla otuz milyon biçare nev’-i beşer aynı harbde mahvedildiği gibi, binler misaller var.İşte bu vahşiyane irticaın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur’an şakirdlerinin Kur’anın yüzer kanun-u esasîsinden وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى (6:164) âyetinin ders verdiği kanun-u esasîsi ile adalet-i hakikiyeyi ve ittihadı ve uhuvveti te’min etmeğe çalışan ehl-i iman fedakârlarına “mürteci” namını verip onları müttehem etmek, mel’un Yezid’in zulmünü, adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillü en vahşi ve zalimane bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur’anın mezkûr kanun-u esasîsine tercih etmek hükmündedir. (E.L.II.82)
MEHMED AKİF’İN İRTİCA TARİFİ
Böyle irticaî cemiyetlerde kaviler zayıfları ezer, merhametsizlik ve vahşet hükmeder. Mehmed Akif Ersoy “Safahat” adlı eserinde bu hakiki mürtecilere şiirle şu müskit cevabı veriyor:“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim.
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç, git diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zalimin hasmıyım ama, severim mazlumu.
İrtica’ın şu sizin lehçede manası bu mu!…”Beşer dünyasında yer-yer ve zaman-zaman bu tarz vahşet hayatına dönerek medeniyet maskesi altında bir kısım mürteciler türerler ve münafıkane bir yol ile halkı iğfale ve idlale çalışırlar.
KUR’AN’DA VE HADİSLERDE İRTİCA
Bu vahşi mürtecilerin, müslüman ecdadı lanetlemek küstahlığına düşecekleri de rivayette bildirilir.
İrticaı takbih eden hadisler de vardır. Ezcümle: S.B.M. 12. cild. 2175. hadiste ve ibn-i Mace, Kitab-ül Fiten, 17. bab, 3994. hadiste : Ümmet-i İslâmiyenin kendilerine önceki cahiliye âdetlerine uyan milletlere her cihetle uymalarıyla düşecekleri dalaletleri tasvir edilir.
Kur’an (Lokman Suresi 31:21) ve emsali bazı âyetlerde, İslâma uymak davetine karşı “Biz atalarımızın izinden gideriz” diyen mürtecilere işaret eder. (Şuara Suresi 26:74) âyeti de, o hakiki mürteci büyüklerin; putlara serfuru ettiklerini ve sonra gelenlerin de onların izinden giderek putperestlikle irticaya düştüklerini anlatır.
Halbuki İslâmiyet cahiliye devri hayatın şiarı olan putları kaldırdı. Putçuluğa tekrar dünmenin irtica olduğunu bildirdi.
Avrupa memleketlerinden yayı
lan mimsiz (yani tedenni etmiş) medeniyette, vahşet ve cahiliyet devrelerinin âdetlerine çok rastlanır. Bilhassa nefsanî âdetlerine gösterdikleri taassub onları, irşad imkânından da mahrum ediyor.
Bir hadis-i şerifte de medeniyet maskesi altında saklanmak isteyen hakiki mürteciler şöyle tarif ediliyor:“İslâm camiası içinde cahiliyet âdetini araştırıp, onu bulup yaşatmak isteyen mürteci” diye beyan ediliyor. (S.B.M. hadis 2097)
İRTİCA İTHAMINA ÜSTADIN CEVABI
Bu irtica yaygarası, 1909 siyasî dalgalanmalar devresinde de yapılıyordu. Kur’an (Nisa Suresi 4:83) (Ahzab Suresi 33:60 âyetlerinde tenbih ve tehdid edilen ve bir kısım eracif ehli olan, yani yalan haberlerle ortalığı karıştıracak haber yayan cerideler ve mevkuteler (gazeteler-dergiler) ortalığı karıştırmıştı. Yine Bediüzzamam Hazretleri bu müstebidlere de cevab vermiş ve hakikat-ı hali ortaya koymuştu. Bu beyanlardan birkaç kısa nümuneler verelim:
“Vakta ki hürriyet divanelikle yadolunurdu; zaif istibdad, tımarhaneyi bana mekteb eyledi. Vakta ki i’tidal, istikamet; irtica ile iltibas olundu, meşrutiyette şiddetli istibdad, hapishaneyi mekteb eyledi.” (İ.M.Ş.9)
“Divan-ı Harb-i Örfî’de, (1909) mahkemedeki paşaların: “Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin” diye suallerine karşı idame beş para kıymet vermeyip, cevaben: Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki; ben mürteciyim ve şeriatın birtek mes’elesine ruhumu feda etmeğe hazırım.” (Ş.449)
GİZLİ VE MÜDHİŞ BİR KOMİTEYE KARŞI
“O komitelerden, tesadüfle hükümetin me’muriyetine girenler, ciddi dindarlara takmak için iki kulp elinde tutmuş, garaz ettikleri dindarlara takıyorlar ve hükümeti iğfale çalışıyorlar. O iki kulpun birisi: O mülhidlerin, dinsizliğe temayül göstermemek manasıyla “irtica” kulpunu takıyor. Diğeri: Haşa ve haşa! dinsizliği, bu Hükümet-i İslâmiyetin ayn-ı siyaseti telakki etmediğimiz manasında “Dini siyasete âlet etmek” kulpu ile lekelemek istiyorlar. (*) Halkı aldatmak için yine aynı irtica ithamını yayan malum zihniyet cereyanın tenkidlerine karşı Bediüzzaman Hz. şu açıklamaları yapar :
“Beşinci Hakaretkârane İftirası: Gerilemek ve irtica, yani İslâmiyet ahkâmına, ahlâkına dönmek manasıyla "mel'un fikir" tabiri kullanması; küre-i arzı titretecek kâfirane bir iftira olduğu gibi, yalnız Ispartalılara ve Nur talebelerine değil, belki âlem-i İslâm'a karşı bir ihanettir.” (Emirdağ Lâhikası-II sh: 193)
DİNDAR OLMAK İRTİCA DEĞİLDİR
İrtica ile suçlamalar Bediüzzaman Hazretlerinin mahkemelerinde de görülmüştür. Ezcümle :“İddiacı, bin dereden su toplamak gibi, Nur şakirdlerinin birbirlerine karşı muhabbetkârane ve hususî hissiyatlarını ve Nurlardan istifadelerini, samimane ve bazan müfritane gösteren mektublarını bir esas yaparak cerbezesiyle onlardan medar-ı ittiham çıkarıp bizi irtica ile ittiham etmeğe çalışması, öyle bir hatadır ki; kabrinde onun çok azabını çekecek. Meselâ: Uzak bir köyde muallim Mustafa Sungur'un bir mektubunu hem ona, hem bize medar-ı irtica yapıyor. Acaba o genç muallim, Nurlarla hakikî ve imanlı bir muallim ve masum çocuklara hüsn-ü ahlâk sahibi bir terbiye edici vaziyetine girmesine şükür ve hamd manasında, "Ben eski sefahet ve dalaletimden kurtuldum" demesiyle bir irtica olur mu? İrtidaddan çekinmek ve dalaletten sakınmak ile bir fesad, bir irtica değil; belki dersini dinleyecek masumlar adedince bir ıslah, bir manevî terakkidir.” (Şualar h:426)
İNKILABLARA KARŞI ÇIKMAK İRTİCA MIDIR?
Bediüzzaman Hazretlerinin Afyon mahkemesinde de (1948) aynı mesele ileri sürülmüştü. Ezcümle ehl-i vukuf raporunda:
“Hem suçlarından diye:
"Tekye ve zaviyelerin ve medreselerin kapatılması ve lâikliğin kabulü, İslâmiyet yerine milliyet esaslarının konulması, şapka giyilmesi, tesettürün kaldırılması, latin harflerinin huruf-u Kur'aniye yerinde cebren kabulü, Türkçe ezan ve kamet okunması, mekteblerde din derslerinin kaldırılması, kadınlara erkekler derecesinde irsiyet ve hak tanınması ve taaddüd-ü zevcatın kaldırılması gibi inkılab hareketlerini bid'at, dalalet, ilhaddır diyen, irtica ile suçludur." diye yazmışlar.
Ey insafsız heyet! Eğer her asırda üçyüzelli milyonun kudsî ve semavî rehberi ve bütün saadetlerinin proğramı ve dünyevî ve uhrevî hayatın mukaddes hazinesi olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın;
tesettür ve irsiyet ve taaddüd-ü zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeair-i diniyenin muhafazası,
haklarında gelen ve tevil kaldırmaz sarih çok âyât-ı Kur'aniyeyi inkâr etmek ve bütün İslâm müçtehidlerini, umum şeyhülislâmları suçlu yapmak mümkün ise ve mürur-u zamanı ve müteaddid mahkemelerin beraetlerini ve af kanunları ve mahremiyet ve mahrem vechini ve hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhalefeti memleketten ve hükûmetlerden kaldırabilirseniz, beni bu şeylerle suçlu yapınız. Yoksa siz hakikat ve hak ve adalet mahkemesinde dehşetli suçlu olursunuz. Said Nursî” (Şualar sh: 431)
Bu suçlamanın cevabında görüldüğü üzere, pek çok kesin hükümler getiren ayetleri ve dini hükümleri inkâr ile imansızlığa götüren ve hür rejimin değişmez esaslarından olan fikir ve vicdan hürriyetlerini kaldıran ve bütün İslâm müctehidi olan en büyük dinî şahsiyetleri ve Şeyh-ül İslâmları ve hatta bütün müslümanları suçlu gösteren dehşetli bir tenkidin resmi makamlardan yapılması, hiçbir sistemle bağdaşmayan ibret dolu tarihi hadisedir. Evet mü’min ve müslüman olabilmek için Kur’anın o tarzdaki hükümlerini kabul etmek mecburiyeti varken böyle bir ithamın resmi makamlardan yapılması, hukukla, medeniyetle, ilim ve mantıkla tam bir tezaddır.Osmanlı Devleti’nin son devrelerinde azınlıkta olan gizli din düşmanı cereyanları, aynı irtica suçlamalarıyla milleti aldatmağa çalışmışlardır. Bediüzzaman Hz. tâ o zamandan bu ifsadlara karşı milleti uyandırmağa çalışmış ve bu hizmetinden dolayı gelen eziyetlere de sabır ve sebat etmiştir. Ezcümle kendisini divan-ı harb-ı örfi denen askeri mahkemeye verdiklerinde fütursuz ve hiç çekinmeden müdafaada bulunmuştur.
DİNİ SİYASETE ALET ETMEK İTHAMINA CEVAP
Yine aynı meslede 1935 senesinde açılan Eskişehir ağır ceza mahkemesindeki müdafasında diyor: “Ey hey'et-i hâkime: Beni, dört – beş madde ile ittiham edip tevkif ettiler.Birinci Madde : İrtica fikriyle dini âlet edip, emniyet-i umumiyeyi ihlâl edebilecek bir teşebbüs niyeti olduğu ihbar edilmiş.
Elcevap : Evvelâ; imkânat başkadır, vukuat başkadır. Herbir fert, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ı katil cihetiyle mahkemeye verilir mi? Herbir kibrit, bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkâniyle kibritler imha edilir mi?Saniyen: Yüzbin defa hâşâ! İştigal ettiğimiz ulûm-u imaniye, Rızâyı İlâhiyyeden başka hiçbir şeye âlet olamaz.
Evet, Güneş Kamer'e peyk ve tâbi olmadığı gibi, saadet-i ebediyyenin nuranî ve kudsî anahtarı ve hayat-ı uhreviyyenin bir Güneşi olan îman dahi, hayat-ı içtimaiyyenin aleti olamaz. Evet, bu kâinatın en muazzam mes'elesi ve şu hilkat-ı âlemin en büyük muamması olan sırr-ı imandan daha ehemmiyetli bir mes'ele-i kâinat yoktur ki, bu mes'ele-i sırr-ı iman ona âlet olsun. Hâşâ!” (Tarihçe-i Hayat sh:218)
“Ehl-i vukuf raporuna hafif bir itiraz tarzında hakikat-ı hali beyan etmektir. Dinî hissiyatı siyasete âlet ediyorum diye ithamlarına karşı deriz:
Bütün hayatımı ve beni tanıyanları işhad ediyorum ki; değil dini siyasete âlet, belki siyasî olduğum zamanda dahi, bütün kuvvetimle siyasetleri dine âlet ve tâbi' yapmaya çalıştığımı, bütün tarih-i hayatım ve dostlarım şehadet ettikleri gibi, Hürriyetin başında şeriat isteyenleri astıkları bir zamanda, Hareket Ordusu'nun dehşetli divan-ı harb-i örfîsinde, aynı günde onbeş adam asıldığı bir zamanda, Divan-ı Harb-i Örfî reisi ve a'zaları dediler ki: "Sen mürtecisin, Şeriat istemişsin" sözlerine mukabil demiş:
"Şeriatın bir tek mes'elesine ruhumu feda etmeye hazırım. Eğer Meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ve hilaf-ı Şeriat hareket ise, bütün dünya şahid olsun ki ben mürteciyim" diyen bir adam, i'dama beş para ehemmiyet vermeyen ve dünyasını, her şeyini Şeriata feda eden hiç mümkün müdür ki: Dini, şeriatı bir şeye ve bir siyasete âlet yapsın. Buna ihtimal veren sofestaî olamaz.” (Emirdağ Lâhikası-II sh:130)
1935 Senesinde Eskişehir Mahkemesinde mülhidlerin hükümetten yararlanmak istemelerine karşı şöyle der:
“Nasılki Hükûmet-i Cumhuriye "Dîni dünyadan tefrik edip bîtarafane kalmak" prensibini kabul etmiş; dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi; dindarlara da, dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin icabatındandır.
Öyle de; ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olması lâzım gelen Hükûmet-i Cumhuriyenin dinsizliğe tarafdar ve entrikaları çeviren ve hükûmetin me'murlarını iğfal eden gizli menfi komitelerden tefrik edilip, hükûmetin onlardan uzak olmasını istiyorum; o entrikacılarla mübareze ediyorum. O komitelerden, tesadüfle hükûmetin me'muriyetine girenler, ciddi dindarlara takmak için iki kulp elinde tutmuş, garaz ettikleri dindarlara takıyorlar ve hükûmeti iğfâle çalışıyorlar.
O iki kulpun birisi: O mülhidlerin dinsizliğine temayül göstermemek mânasiyle "İrtica" kulpunu takıyor.
Diğeri: Hâşâ ve hâşâ! dinsizliği, bu Hükûmet-i İslâmiyenin ayn-ı siyaseti telâkki etmediğimiz mânasında "Dini siyasete alet etmek" kulpu ile lekelemek istiyorlar.” (Tarihçe-i Hayat sh: 240
Bediüzzaman Hazretleri 1953-54 senelerinde yazdığı bir mektupta dindarlara tanınan müsamahadan ve din ve vicdan hürriyetinin kısmen dahi uygulanmasında rahatsız olup dindarlara ve onlara bu hürriyeti tanıyan Demokratlara hucüm eden gizli din düşmanlarının mahiyetini şöyle açıklar:
“Hürriyetin üçüncü senesinde (1911) aşairler arasında meşrutiyet-i meşruayı aşaire tam bildirmek ve kabul ettirmek için Ertuş aşairi içinde hususan Küdan ve Mamhur
an'a verdiği ders ve 1329'da (1912) Matbaa-i Ebuzziya'da tab'edilen, kırkbir sene evvel tab' edilmiş fakat maatteessüf yirmi-otuz seneden beri arıyordum, bulamamıştım. Bu defa birisi bir nüsha bulup bana göndermiş. Ben de Eski Said kafasını alıp ve Yeni Said'in sünuhatıyla dikkatle mütalaa ettim. Anladım ki, Eski Said acib bir hiss-i kabl-el vuku' ile otuz-kırk sene sonra şimdi vukua gelen vukuat-ı maddiye ve maneviyeyi hissetmiş. Ve bedevi Ekrad aşairi perdesi arkasında;
bu zamanın medenî perdesini kendilerine maske yapan ve vatanperverlik perdesi altında dinsiz ve hakikî bedevi ve hakikî mürteci; yani bu milleti, İslâmiyet'ten evvelki âdetlerine sevkeden hainleri görmüş gibi onlarla konuşup başlarına vuruyor.” (Emirdağ Lâhikası-II sh:110)
Hülasa: Seksen belki yüz seneden beri müslümanlara takılmak istenen bu irtica yaftasını esas itibariyle bu ithamı yapanlara takmamız gerekiyor.
Baştan beri Üstad Bediüzzaman Hazretlerinden dinlediğimiz ders bunu gösteriyor. Bu kasıtlı gizli dinsizlerin dinsizliklerini saklayarak ehl-i imana attıkları bu iftirayı yüzlerine savuruyoruz. İlan ediyoruz ki, müslümanları kastederek “irtica tehdidi”nden bahseden ve beyanat verenler; gizli İslam düşmanı, hakiki mürtecilerdir.
“İSLÂMİYETE İRTİCA, MÜ'MİNLERE MÜRTECİ DİYENLERE YAZIKLAR OLSUN !
* Yani "Hükümet bir siyaset takib etmiyor, haşa sümme haşa! Hükümetin siyaseti dinsizliktir." diye tevehhüm eden o mülhidlerin nazarında, benim Kur'an-ı Hakim'in nusus-u kat'iyyesinden tereşşuh eden Risale-i Nur ile takib ettiğim hakaik-i imaniyeye hizmetimi, muhalif bir siyaset demekle, dünyada en şeni' bir iftirayı eder