BATI TRAKYA (GÜMÜLCİNE, İSKECE) SEYAHATİ
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Rumeli’ye ilk seyahati olan II. Meşrutiyet 1908’in yüzüncü yılı olan 2008 yılında Batı Trakya’ya gitmek istiyordum. Yaklaşık bir yıl sonra aslen Gümülcine’li olan Yakup Abi, Gümülcine’ye, İskece’ye gitmeyi teklif edince adeta ihtiyarsız kabul etmeye mecbur oluyordum. Şartlar müsait olmamasına rağmen fevkalade bir anda, bir mübarek Cuma gününün akşamına yakın Yunanistan Konsolosluğundan vizelerimizin tasdik edildiğini duyunca anladım ki, ihtiyarsız bu seyahata sevk olunuyoruz. Bu seyahati hem de Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin naşir hizmetkâr vârisi, Ahmed Aytimur (Aydemir) Ağabeyimiz ve fedakar, samimi, gayretli, Yakup Abi ile birlikte yapıyorduk. Çünkü üçümüze de vize verilmişti. Heyecanla vizelerimizin akibetini bekliyen Yakup Abi’ye vizelerimizin çıktığını haber verince sevincine diyecek yoktu. O zaten Cumartesi günü sabahına otobüsten yer ayırtmışmış. Hemen hazırlandık ve garajda buluşup yola koyulduk. Bir faal-i hayır olarak o gün bizde misafir olan İzmir’li kadim dostumuz Hasan Abi de bizi garajdan uğurlamada bulunarak bu hizmetimize katılmış oluyordu. Abdullah Said ve Hasan Abiye veda edip yola koyulmuştuk.
07 Kasım 2009 Cumartesi günü ikindi vakti saat 16’da iniyoruz Gümülcine’ye.. Bizi karşılamak için ortalıkta kimse yok. Bir taksi tutan Yakup abi bizi medreseye götürüyor. Bakıyoruz medrese de kapalı, neyse kısa bir beklemeden sonra kardeşlerimiz geliyor. Meğer geleceğimizi haber verdiğimiz Osman Selami Efendi Ashab-ı Kehf halet-i ruhiyesine girdiğinden diğer arkadaşlara haber verememiş. Bu kısa beklemede de bir hayır oldu. Şöyle ki, Gümülcine merkezinde bulunan Risale-i Nur Dershanesinin bulunduğu binanın önü meydanlık bir yer. Tam burada ecdadımız Osmanlı’nın şehrin merkezinde yaptırdığı Yeni Cami var ve tam yanında tarihi saat kulesi bulunuyor. İşte biz o meydanda ikindi namazını kıldık. Adeta şeair-i İslamiyeden olan namazın Gümülcine meydanında kılınma mecburiyeti çok anlamlı geliyor bize. Ahmet Abimize diyordum; “Bu hizmetimizin başındaki bu kısa aksamdan anlıyorum ki, buraya seyhatimizin sonu başından hayırlı olacak inşaallah.” Hakikaten öyle de oldu.
Sonra hasbihaller; kardeşlerimiz adeta bayram ediyorlar. Üstadımızın varislerinden mühim bir zatla beraber olmanın hazzı ve tam bir asır sonra Bediüzzaman Hazretlerinin geldiği bu yerlere gelmemizin onun davasının ve o zamanda verdiği müjdelerin; geniş dairede bir asır sonra tahakkuk ediyor olmasına bir emare biliyoruz.
Namaz ve yemek faslından sonra, o günkü dersin buraya 30 kilometre mesafedeki İskece’de olduğunu söylediler. Biz de hep birlikte oraya gittik. Yine orada da şehir merkezinde bir yer tutmuşlar kardeşlerimiz. Hem Gümülcine’de hem İskeçe’de buranın şartları gereğince hizmet yerleri bir ünvan altında yapılıyor. Ve resmi kurumlara bildiriliyor. “Uhuvvet Derneği” adıyla bu yerler açılmış. Levhalarda hem Türkçe hem Yunanca bu isimler var.
İskece dershanesine vardığımızda bir ders yapılmış, çay faslı idi. Çaylarımızı içtikten sonra Ahmet Abimiz, Osman Selami Hocaya bir ders yaptırdı. Selami Hoca; Risale-i Nur Külliyatı “Tarihçe-i Hayat” kitabının sonlarında, başlarında hocaları merhum Hafız Reşad Ali, sarıklı cübbeli talebelerden hayatta kalan birkaç şahsiyetten biri… Osmanlı bakiyesi, kıyafeti, konuşması, celâdeti ile tam bir tarihi şahsiyet…
Sonra biz önceden planladığımız şekliyle, Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin tam yüz sene önce buralardan geçip, daha da batıda olan Selanik’de Hürriyet Meydanında verdiği “Hürriyete Hitap” başlıklı nutkunun bir kısmını okuyoruz. Sonra biraz daha dersler, sohbetler yapıyoruz. Az konuşan ve daha çok ders yapan ve yaptıran Ahmet Abi’yi dinliyoruz. Çok hoş ve manevi bir hava içinde gece oradan Gümülcine’ye dönüyoruz. Fedakâr, gayyur kardeşimiz İbrahim, bizleri gece gezisiyle limanları vesair yerleri gezdirerek getiriyor.
O gece Gümülcine dershanesinde kalıyoruz. Pazar sabahının derin sessizliğini hopörlerden dışarıya verilen bir vaaz çınlatıyor. Dikkatlice dinleyince bu vaazın Rumca ve kiliseden verildiğini ve Hristiyanlar için olduğunu anlıyoruz. Pazar günü sessiz sakin Gümülcine çarşısını ve sokaklarını gezerken arasıra dükkanların ve çayhanelerin önlerinde oturan insanlara tahminen selam veriyoruz. Yüzde doksan dokuzunda isabet ediyor ve “aleyküm selam” cevabını alıyoruz. Biraz kısa geziden sonra Gümülcine merkezinde bulunan Yeni Cami’ye geliyor ve orada öğle ezanının okunmasını bekliyen mü’minleri buluyoruz. Selam sabah ve hoşbeşten sonra müezzin efendinin ezan okumasını dinliyoruz. Hem de bu ezan hopörlerlerden veriliyor. Biraz önce kiliseden yapılan vaazın yerini bu sefer Gümülcine semalarını çınlatan ezan alıyor. Ezan dualarımızı yapıp öğlen namazına giriyoruz. Muhterem hocaefendinin tatlı sesi ve ihlası beraberliğinde namazımızı kılıp, namaz sonrası “dünya hayatının faniliği” hakkında kısa sohbetini dinliyoruz.
Dershaneye vardığımızda fedakâr İbrahim de geliyor, bizleri Gümülcine köylerine götürüyor. Rodop Dağı eteklerinde kurulmuş onca müslüman köylerinini gezdiriyor. Hepsi tarih kokuyor, adeta sırtlarını dayadığı Rodop dağının çam kokuları ile tarih kokuları beraberce burnumuza tütüyor. Sonra Müezzin Hasan Abi’mizin köyüne gidiyoruz. Kendisi Gümülcine’ye inmiş. Biz de, evlerini ve arkadaki çam ormanı ve öndeki çiçekler, otlar dünyası arasına serpiştirilmiş arı kovanlarını ve en son da köyün şirin ve güzel camisini ziyaret ediyoruz ve ikindi namazlarımızı eda ediyoruz. Dua ediyoruz… Tâ beşyüz seneler öncesinde buraları İslamiyetle tanıştıran ve bu felaket ve helaket asrına kadar muhafaza eden ecdadımıza… Binler rahmetler insin ruhlarına…
Akşam Gümülcine Uhuvvet Dershanesinde İskece’den ve çevre köylerden gelen Nur Talebeleri kardeşlerimizle beraber oluyoruz. Nur dersine, merkez vaizi ve cami cemaatinden mü’minler de iştirak ediyorlar. Çok güzel dersler, sohbetler yapılıyor. Gece geç saatlere kadar süren sohbetler ve manevi iklimden sonra bizi istirahat için yalnız bırakıyorlar. Gece istirahatinden sonra sabah namazı, tesbihat ve İskece’de okuduğumuz dersin, yani 1908’de Selanik Hürriyet meydanında, Üstad Bediüzzaman Hazretleri tarafından verilen “Hürriyete Hitap” nutkunun, kalan kısmını da Gümülcine Dershanesi’nde son ders olarak yapıp Türkiye’ye dönme hazırlğına geçiyoruz.
Ahmet Abi’miz kimseye yük olmamayı kendine şiar edinmiş bir şahsiyet. Nur Üstada hizmetkârlığın meyvesini dünyada istemeyen bir fazilet ve tevazu timsali… Fedakâr İbrahim akşam, “Sizi Keşan’a kadar arabayla bırakayım. Oradan daha rahat İstanbul’a gidersiniz” dediği halde Ahmet Abimiz yine zahmet vermeyelim düşüncesiyle otobüs bileti almaya giderken İbrahim kardeşe yakalanmış. İbrahim kardeşimiz de “Kat’iyyen bırakmam, hiç olmazsa özel arabamla Keşan’a kadar inşaallah ben götüreceğim” ısrarıyla geri geliyorlar. Hemen hazırlanıp arabaya eşyalarımızı koyup Gümülcine böreğiyle kısa bir kahvaltı yapıp yola koyuluyoruz. İpsala sınır kapısı yaklaşık bir saat kadar. Sağımızda, solumuzda onlarca köyler ve o köylerde uzaktan uzağa şeair-i İslamiye olan minareler, camiler arz-ı endam ediyorlar. Kendimizi hiç diyar-ı gurbette hissetmiyoruz. Hiç elveda demiyoruz. Tâ sınır kapısı denen yere gelince bakıyoruz ki, Meriç Nehrini sınır ilan etmişler. Köprünün bir başında Türk bayrağı, bir başında Yunan bayrağı… Bu ayrılık bizim için değil, bunlar resmi işlemler için…
Bizi Keşan garajına bırakan İbrahim kardeşten ayrılıp İstanbul’a dönüyoruz… En kısa zamanda tekrar tekrar görüşmek dileğiyle…
Mesut Zeybek