Bediüzzaman Hazretleri ikaz ediyor
GİZLİ İFSAD CEREYANLARIN TECAVÜZ PLÂNLARINA DİKKAT!
Mütecaviz cereyanlar nifak maskesi altında ve yalan propagandalarla ve tecavüzüne bahane göstermesi için acib hadiseler yaptırır. Sonra o hadiseyi de vucüdunu ortadan kaldırmak istediği tarafa isnad ederek saldırısına vesile yapar.
Bu mütecavizlerin içyüzlerini ve gayelerini bilen Bediüzzaman Hazretleri, bu saldırganlar hakkında milleti ikaz eden yazılar neşretmiştir. Her zaman için tazeliğini koruyan ve tarihî hadiseler seyrinde hadiseler de bu haberleri tasdik ediyor.
Çünkü tâ o zamanlar içimize giren müfsid o gizli deccal cereyanı hala güçlüdür veya öyle görünmektedir. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin 1948 yılındaki ifadesiyle:
“İşte bu komite, otuz sene belki kırk seneden beri hem tevessü’ etti, hem benimle mücadelede herbir desiseyi istimal etti.” (Emirdağ -1- 193)
"İngilizin İstanbulu işgal ettiği devrede 1920 de Bediüzzaman Hazretlerinin yazdığı yazıda, geniş dairedeki İslamî faaliyetlerin içine münafıkane yani sinsice ve suret-i haktan görünerek dahil olup, onlara dine aykırı düşen anlayış ve hareketlerin lüzumunu telkin ederek, onları İslam aleyhindeki anlayış ve yaşayışa çevirir. Yani bu nifak cereyanı hayat anlayışı ve yaşayışı cihetinden milleti istila edip kendi maksadına çalıştırır.
Nitekim “O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: "Bu da İslâmiyete hizmettir; bu da onlarla mücadeledir.” T:690 gibi telkinlerle iğfalatta bulunurlar.
İşte gizli cereyanın aldatma tarzlarından ve neticesinden bir nümune…
Bu gizli cereyanının, dinî faaliyetleri ifsad etmesine bakan diğer bir nümune:
“S- Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye neden hizmet edemedi?
C- En büyük hizmeti, adem-i hizmetidir. En büyük hareketi, hareketsizliğidir. Çünki buradaki hâkim olan kuvvet-i ecnebiye, lehinde olmayan herbir hareketi boğuyor. Hareket edenleri gördük, mukaddes câmilerde gâvurlara dua ettirildi ve mücahidlerin cevaz-ı katline fetva verdirildi. İşte Dâr-ül Hikmet, bu fırtına içinde âlet ettirilmedi. En büyük mani olan ecnebi kuvvet, bütün kuvvetiyle ahlâksızlığı himaye ve teşci’ ediyordu.” (Sunühat,Tuluat, İşarat: 88 )
Yani böyle fitne zamanında alet olmamak dahi büyük hizmet sayılıyor.
Bediüzzaman Hazretlerinin şu ikazı çok mühimdir.
Evet, “Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.” K:90
O halde geniş dairedeki resmî faaliyetlerde sinsi cereyanın pencesine girmemek için gereken tedbirleri bilip nazara almak gerektir. Yani o gibi hizmetleri yapanlar bunları bilerek oralarda bulunmalıdırlar. Çünkü Hazret-i Bediüzzaman ecnebi cereyanın İslamî hareketleri kendi lehine çevirdiğini bildiriyor ki hadisat dahi bu hükmü gözler önünde tasdik ediyor.
“Bediüzzaman l920’de neşrettiği mezkur Hutuvat-ı Sitte eserinde İngiliz’in aleyhimizdeki aldatıcı propagandasının içyüzünü efkâr-ı ammeyi ikaz için şöyle beyan ediyor:
“Herbir zamanın insî bir şeytanı vardır. şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârane siyasetiyle"El-Hannas"altı hutuvatıyla Âlem-i İslâm’ı ifsad için insanlarda ve insan cemaatlarındaki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri fiilî propaganda ile işlettiriyor, zaif damarları bulunuyor.
Kiminin hırs-ı intikamını, kiminin hırs-ı cahını, kiminin tamaını, kiminin humkunu, kiminin dinsizliğini, hatta en garibi kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.” (İslam Prenspleri Ansiklopedisi: 371. P.Hutuvatı sitte eserinden naklen)
“Üçüncü Hatvesi:
Der veya dedirir: Şimdiye kadar sizi idare edenler fenalık ettiler, karıştırdılar. Öyle ise bana razı olunuz.
Bu vesveseye karşı deriz: Ey el-hannas! Onların fenalıklarının asıl sebebi de sensin. Âlemi onlara darlaştırdın, damar-ı hayatı kestin. Evlad-ı nameşruunu onlara karıştırdın, Dinsizliğe sevkederek dini rüşvet isterdin. Onlara bedel seni kabul etmek, müteneccis su ile necis olmuş bir libası hınzırın bevliyle yıkamak demektir. Sen yalnız hayvancasına bir hayat-ı sefilaneyi bize bırakıyorsun. İnsanca, İslÂmca hayatı öldürüyorsun. Biz ise hem insancasına, hem İslâmcasına yaşamak istiyoruz. Senin rağmına yaşıyacağız!..” (İslam Prenspleri Ansiklopedisi: 374. P.Hutuvattan naklen)
Bu kısımda anlatıllan “ size iyi hayat getireceğiz” şeklindeki yalanlarla yapılan aldatma planını müslüman anlayıp müteyakkız davransa, bunlar bir halt edemezler.
“Altıncısı Hatvesi. Der ki: Bana karşı mukavemetiniz beyhudedir. Müttefikiniz beraberken yapamadığınız şeyi, şimdi nasıl yapacaksınız?
Şu vesveseye karşı deriz: en ziyade hile ve fitne kuvvetiyle ayakta duran azametli kuvvetin bizi ye’se düşürmüyor. Evvela hile ve fitne perde altında kaldıkça tesir eder. Zahire çıkmakla iflas eder, kuvveti söner. Perde öyle yırtılmış ki, senin yalanın, hilen, fitnen hezeyana, maskaralığa inkılab edip akîm kalıyor.” (İslam Prenspleri Ansiklopedisi: 377. P.)
Asrımızda da durum aynıdır, anlatıldığı gibidir.
Aldatmak ve kendine ısındırmak için “Der: Yaşayınız, fakat bir tek adam bana hıyanet etse yakarım, yıkarım!… Şayet bir adam hakka sadakat namına onun kâfirane zulmüne karşı hıyanet etse Ayasofya’ya iltica etse, milyarlara değer o mukaddes binayı harab eder. Veyahut bir köyde ona bir hain bulunsa, çoluk çocuğuyla mahvetmek veya bir cemaatta ona muzır biri varsa cemaatı ifna etmek, her vakit kendinde salahiyet görüyor. Lânet o medeniyete ki, ona o salahiyeti vermiş.
Acaba bütün millet bir kalbde, hem münafık hançer zulmünden mütelezziz olacak ahmak bir kalbde ittifakından daha muhal ne var? Şeytan gibi hasis işleri, fena ahlâkları teşci’ ve himaye eder, iyi hisleri söndürür. Hem insanî, İslâmî hayatı men’etmekle beraber muvakkat hayvanî bir hayatı, iki genc-i mücehhez, pençeli, ekseriyeti kazanmak için imhayı esas proğram yapmış iki kelbi iki ciğerimize musallat ederek bizi silahdan tecrid ediyor. İşte onun himayeti, işte hayatımız..” (İslam Prenspleri Ansiklopedisi: 378. P.Hutuvattan naklen)
İşte İstanbulun İngiliz işgalinde Bediüzzaman Hazretlerinin İngilizler aleyhinde neşrettiği Hutuvat-ı Sitte eserinden kısmen nakledilen bu ikazlar açıkça gösteriyor ki bu dersler umum zamanlara bakar. Zira bu beyanlarda gösterilen ifsad, iğfal ve tecavüzün esasları aynıdır. O halde Müslüman millet, bu maddi ve manevi hücum tarzlarna dikkat edip aldanmamalı. Yani Risale-i Nurdaki bu tarz ikazlara dikkatli teveccüh edilmeli.
Bu beyanda da görülüyor ki, tabanında, dünya hâkimiyetini ele geçirmek emelini taşıyan ve aşırı azgınlıkları devresinde başlarına kıyametin kopacağı gizli Yahudilik cereyanı ve şimdi ona dayanan İslam Deccalı ve cereyanı çok aldatıcıdırlar. Allah Kur’anda (9/101.) ayyette) Resulullaha hitab edip diyor ki:
“ لاَتَعْلَمُهُمْ Sen bile onları bilemezsin; şahıslarını, isimlerini, neseblerini bilmez değil, münafık olduklarını gizlemeğe, takıyye yapmaya, töhmet mevkilerinden kaçınıp yağ gibi suyun yüzüne çıkmağa öyle alışmışlardır ki, hallerini senden, senin o yüksek dirayet ve ferasetinden bile gizleyebilirler de vahiy nazil olmayınca münafıklıklarını kat’iyyen bilemezsin.” (Elmalı Tefsiri)
Hatta beşer alemine sinsice hulul edip yayılmış olan bu nifak cereyanı, Süfyan ve Deccal cereyanlarını maksadına kulanmak için onların tabanı olduğuna şöyle dikkat çekiliyor:
“Her iki Deccal, Yahudinin İslâm ve Hristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besleyen gizli komitesinin muavenetini ve kadın hürriyetlerinin perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hattâ İslâm Deccalı masonların komitelerini aldatıp müzaheretlerini kazandıklarından dehşetli bir iktidar zannedilir.” Şualar:594
Böyle hareketi kendilerine rehber yapanların tesirlerinin fazla olmasının sebebini Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade eder:
“Siyasetinin hassa-i mümeyyizesi; fitnekârlık, ihtilaftan istifade, menfaat yolunda her alçaklığı irtikâb etmek, yalancılık, tahribkârlık, hariçte menfîliktir.
Bir adam kocaman bir binayı bir günde harab eder, bir taburu ihtilale verir.” (Sunühat,Tuluat, İşarat: 82)
İşte bizde Birinci Dünya Harbinden sonra içimize giren ifsad cereyanının yaptıkları ve yapacakları tahribat, aynı metodlara dayandığı ve vahşetlerine imkân buldukça aynı planlarla zuhur edecekleri hatırlatılıyor. Bu tecavüzleri önlemede tek çarenin İttihad-ı İslam=İslam Birliği olduğunu Bediüzzaman Hazretleri defalarca ve israrla anlatmış, yazmış ve neşrederek duyurmuştur.
İslam milletleri tek tek kaldıkça ve İslamî hizmet ehilleri hedef ve gaye birliğinde birleşmedikçe, şahs-ı manevi-i dalalete karşı mağlub düşecekleri bedihidir.
Farklılıklar hususunda Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
“Maksadda ve esasta ittifak ile beraber, vesailde ihtilaf eder. Hakikatın her köşesini izhar edip, hakka ve hakikata hizmet eder.
Fakat tarafgirane ve garazkârane, firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfüruşluk, şöhretperverane bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan barika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor.
Çünki maksadda ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının Küre-i Arz’da dahi nokta-i telakisi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritane gider. Kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hâl-i âlem buna şahiddir.” Mektubat:268
Bediüzzaman Hazretleri ittifakın kesin kaidesini şöyle beyan eder:
“S- Âlem-i İslâmdaki ihtilafı ta’dil edecek çare nedir?
C- Evvelâ; müttefekun aleyh olan makasıd-ı âliyeye nazar etmektir. Çünki Allahımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’anımız bir, zaruriyat-ı diniyede umumumuz müttefik, zaruriyat-ı diniyeden başka olan teferruat veya tarz-ı telakki veya tarîk-i tefehhümdeki tefavüt bu ittihad u vahdeti sarsamaz, racih de gelemez.
öاَلْحُبُّ فِى اللَّهِ düstur tutulsa, aşk-ı hakikat harekâtımızda hâkim olsa -ki, zaman dahi pek çok yardım ediyor- o ihtilafat sahih bir mecraya sevkedilebilir.” (Sunühat,Tuluat, İşarat: 83)
“Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: "Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zendeka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.” M:270
Yine Bediüzzaman Hazretleri diyor:
“Cây-ı teessüf bir halet-i içtimaiye ve kalb-i İslâmı ağlatacak müdhiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî:
"Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dâhilî adavetleri unutmak ve bırakmak" olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-ı İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adavetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir.” Mektubat:269
Evet, vahşiyane tecavüzlere karşı “tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? Mektubat:269
Bediüzzaman Hazretleri 1947 lerde yazdığı ve bütün dünyada devam eden mücadelelerin en sonunda olan vahşiyane tecavüzü haber veren yazısının son parağrafında aynen şöyle diyor:
“Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki; bu geniş boğuşmaların neticesinde eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da deccalane bir vahşet doğurmasıdır.
Bu endişeyi teselliye medar; Âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla ve Yeni Dünya’nın, Hristiyanlığın hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve Âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ana ittihado dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.” Emirdağ llahikası: 58 edip tâbi’ olması,
Bu haberin vukuu zamanına tevafuk eden şu beyan, icmaliyetiyle beraber çok manidardır. Şöyle ki:
وَالَّذِينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاوءُهُمُ الطَّاغُوتُ bin dörtyüz onyedi (1417)” Şualar:270
(Bu makamda perde indi. Yazmaya izin verilmedi. Başka zamana te’hir edildi.) Şualar:272
Burada Âlem-i İslam tarafına doğru tecavüzün tarihi, âyetin mana-yı işarisi ve cifrisi ile 1417 gösterildi. Bu tarihi miladî seneye çevirmede hem arabi ve hem rumî tarihleri nazara alınabilir. Zira Hazret-i Bediüzzamanın:
“Risale-i Nur’un nuru- ile dalaletin tecavüz eden nârı inşâallah sönecek. Yani, fitne-i diniye ateşini ya tahribattan vazgeçirecek veya ileri tecavüzatını kıracak. Eğer Hicri tarihi olsa, bundan iki sene evvel, dini dünyadan tefrik fırsatından istifade ile, dinin ve Kur’anın zararına olarak ilerleyen dehşetli tasavvuratın tecavüzatı tevakkuf etmesi, elbette karşılarında kuvvetli bir seddin bulunmasındandır.” (Şualar:735)
“Madem Arabîce altmışdörde girdik, işaret-i gaybiye gelmesiyle Risale-i Nur tekemmül etmiş olur. Eğer Rumi tarihi olsa, daha iki senemiz var.” (Emirdağ Lahikası 42) şeklindeki ifadeleri, yerine göre her iki tarihin kullanılmasının yolunu açar.
Buna göre 1417 hicrî yani arabî olarak nazara alınırsa, miladî tarihle 1997 eder. Öncelikle Türkiyedeki dinî hayat ve faaliyetlere yapılan engellemelere dikkat çeker.
Keza aynı bu gizli cereyanın dahildeki mensublarının aynı manadaki tecavüzlerini nazara veren ve çok manidar olan şu âyet:
“Ve ikinci cümlesi olan وَ يَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِöile der ki: "O bedbahtların dalaleti, muhabbet-i hayattan ve temerrüdden neş’et ettiği için kendi halleri ile durmuyorlar, tecavüz ediyorlar. Bildikleri ve onun ile ecdadları bağlı olan dine adavetkârane, menbalarını kurutmak ve esasatını bozmak ve kapılarını ve yollarını kapatmak istiyorlar." (Şualar:724)”
Bediüzzaman Hazretlerinin bu tarzdaki işarî ihbaratının hadisata mutabık çıkışı, Onun yüksek şahsiyet ve ferasetini gösterir. Bu şahsiyetiyle bütün hayatı boyunca İslamın selametine çalışmış ve bu yolda karşısına çıkan her mehalike göğüs gererek çok ehemmiyetli ikaz ve irşadlarını neşrederek vazifesini gereği üzere ifa etmiştir. Müslümana düşen vazife ise, bu Zatın tavsiyeleri dairesinde hareket etmektir.