Feveran




FEVERAN

Feveran; kuvvet ve şiddetle kaynamak, fışkırmaktır.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri tâ 1911 de Şam Emevi Caminde İslam dünyasına verdiği beyannamede Müslümanların hem içtimai dertlerini teşhis etmiş, hem de çarelerini göstermiştir.

1951 de tekrar kendisi Arapça olan beyannamesini tercüme ederek, İslam alemine ilan etmiştir.

İslamın yayılmasında İslam alemindeki engeller olarak zikrettiği: “Altıncı, yedinci maniler” ve ortaya çıkacak hakikatler şöyle anlatılıyor:

“Bizdeki istibdad ve şeriatın muhalefetinden gelen sû’-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdad kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdadlarının otuz-kırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiyenin şiddetli feveranı ile ve sû’-i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mani de zeval buluyor ve bulmağa başlamış. İnşâallah tam zeval bulacak.” (H:28)

Kur’anda zikredilen Hz. Nuh’un (a.s.) gemisinin harekete geçmesi manasında, Risale-i Nurların da bu asrın manevi zulüm ve zulmetine karşı bir feveran olmasını ifade eden mektup şöyledir:


“Risale-i Nur; maddîyyunluk, tabiiyyunluk gibi dine muarız felsefenin muhal, bâtıl ve mümteni’ olduğunu; cerhedilmez bürhanlarla, aklî mantikî delillerle isbat ederek en dinsiz feylesofları dahi ilzam etmiştir. Küfr-ü mutlakı mağlubiyete dûçar etmiş, dinsizliğin istilasını durdurmuştur.

Evet Bediüzzaman’a yapılan o tarihî zulüm ve işkence ve ihanetler al­tında feveran edip parlayan Risale-i Nur, bu zamanda ve istikbalde bir seyf-ül İslâmdır.

Risale-i Nur; ruhların sevgilisi, kalblerin mahbubu, âşıkların ma­şuku, canların cananı olmuş; icabında bu canan için canlar feda edilmiştir.

Risale-i Nur; beşerin sertacı ve halaskârı mevki-i muallasında hizmet yapmış ve yapmaktadır.

Risale-i Nur, Kur’anın son asırlarda beklenen bir mu’cize-i manevîsi olarak tulu’ etmiş ve başta müellifi Bediüzzaman Said Nursî olarak milyonlarla talebeleri ve kardeşleri, bu hakikat-ı Kur’aniye etrafında perva­neler gibi dönerek onun nuruyla nurlanmışlar, ondaki Kur’an ve iman hakikatlarını massetmişler (emmişler), imanlarını kuvvetlendirmişler ve bu hakikat-ı kübrayı bütün dünyaya ilan etmek ve ölünceye kadar onu okumak ve ona hizmet etmek gayesini azmetmişlerdir.” (Tarihçe-i Hayatı sh: 156)

Bugün bütün İslam dünyasında ve dine hizmet eden mesleklerde ve meşreplerde bulunan Âl-i Beyt mensupları, dine yapılan hücumlardan feveran edip, İslamiyeti hâkim kılacakları ifade edilmektedir. Şöyle ki:

“Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a’sarın mecma’larında o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar. Ve öyle bir kesrettedirler ki; o kumandanların mecmu’u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar.

Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz!

İşte o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır ve Hazret-i Mehdi’nin en has ordusudur.

Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senedlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt’ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun.

Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar.

Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda geliyor.

Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak ve hakikata sevkedecek.

Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.” (M:440)

* * *

Zamanın ve şartların zorlamasıyla çok harika şeylerin yapılabileceğini beyan eden Üstad Bediüzzaman Hazretleri der ki:

كَمَا اَنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ

كَذَلِكَ تُسَهِّلُ الْمُشْكِلاَتِ

Korkaklıkta darb-ı mesel hükmünde olan tavuk, çocukları yanında iken şefkat-i cinsiyesiyle camusa saldırır.

İşte dehşetli bir cesaret.

Hem darb-ı mesel olmuş, keçi, kurttan havfı, (ızdırar) vaktinde mukavemete inkılab eder, boynuzuyla kurdun karnını deldiği vaki’dir.

İşte hârika bir şecaat.

Fıtrî meyelan, mukavemetsûzdur. Bir avuç su, kalın bir demir gülle içinde atılsa, kışta soğuğa bırakılsa, meyl-i inbisat demiri parçalar.

Evet şefkatli tavuk cesareti, hamiyetli keçi ızdırarî şecaatı gibi fıtrî bir heyecan, demir güllede su gibi zulmün bürudetli husumet-i kâfiranesine maruz kaldıkça herşeyi parçalar.

(Rus mojikleri buna şahiddir.)

Bununla beraber imanın mahiyetindeki hârikulâde şehamet, izzet-i İslâmiyenin tabiatındaki âlempesend şecaat, uhuvvet-i İslâmiyenin intibahıyla her vakit mu’cizeleri gösterebilir.

Bir gün olur elbette doğar şems-i hakikat

Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i âlem.

(STİ:55)

“Neme lâzım ve nefsî nefsî dediren halet-i ruhiyeyi, bir temsil ile beyan edeceğim:

Felekzede, perişan (*) fakat asil bir aşiretten bir cesur adam ile; talii yaver, feleği müsaid, diğer bir aşiretten bir korkak ile bir yerde rastgelirler. Müfahere, münazara başlar.

Evvelki adam başını kaldırır, aşiretinin zelil olduğunu görür, izzet-i nefsine yediremez. Başını indirir, nefsine bakar, bir derece ağır görür. Eyvah! O vakit "Neme lâzım, işte ben, işte ef’alim" gibi şahsiyatla yaralanmış gururu feryada başlar. Veyahut o aşiretten çekilip veya asılsızlık gösterip, başka aşirete intisab eder.

İkinci adam başını kaldırdıkça aşiretinin mefahiri gözünü kamaştırır, hiss-i gururunu kabartır, nefsine bakar gevşek görür. İşte o vakit, hiss-i fedakârî fikr-i milliyet uyanır; "Aşiretime kurban olayım" der.

Eğer bu temsilin remzini anladınsa, şu müsabaka ve mücadele meydanı olan bu cihan-ı ibrette, bir müslim -meselâ- bir hristiyan veya bir Kürd, bir Rum ile manen hissiyatları mübareze-i hamiyette mukabele ve müvazene ile tezahür etse, temsilin sırrını göreceksin. Lâkin şu tefavüt, herkesin zannettiği gibi değildir. Belki zahirperestlik ve sathîlik ve galat-ı histen gelmiştir.

Ey Müslüman!

Aldanma! Başını indirme! Paslanmış bîhemta bir elmas, daima mücella cama müreccahtır. Zahiren olan İslâmiyetin za’fı, şu medeniyet-i hazıranın, başka dinin hesabına hizmet etmesidir.

Halbuki şu medeniyet suretini değiştirmesi zamanı hulûl etmiştir. Suret değişirse, kaziye bilakis olur.

Nasıl şimdiye kadar bidayetinde söylenildiği gibi, nerede müslüman varsa hristiyana nisbeten bedevi, medeniyete karşı müstenkif ve soğuk davranır ve kabulünde ızdırab çeker, suret değişse başkalaşır.” (Sti: 66)

(*): Demek اَلدُّنْيَا سِجْنُ الْمُوئْمِنِ وَجَنَّةُ الْكَافِرِ mecaz değilmiş.

İslam dünyası ve Müslümanların bugünkü hallerini çok güzel tarif eden bu vaziyetler inşallah yavaş yavaş değişmektedir. Müslümanlar İslamın gerçek güzelliğinin ve kuvvetinin farkına varıp cihan-ı medeniyete ilan edeceklerdir.. İnşallah…

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …