FELAK SURESİ HALK PARTİSİNİN ŞERRİNE KARŞI UYARIYOR!
“Halk’ın şerrinden kendinizi koruyunuz” gizli bir îma ile der.”
Asrımızda ortaya çıkan şer cereyanlarından ifsad komitesi ve deccal komitesi; ferdleri ve cemiyeti muhafaza eden bütün değerleri bozduğu için idare çok müşkil olmuştur. Böyle bir cemiyette yaşamak ve istikameti muhafaza etmek daha da zorlaşmıştır. Fakat buna mukabil Kur’an, mensuplarına, talebelerine yol göstermiş nelere dikkat etmeleri, neler yapmaları lazım geldiğini hatırlatmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Kur’anın Felak suresinin bu asrımıza ve asrımızdaki olaylara bakışını izah ederken çok önemli noktaları nazara verir. Şer hesabına ve var olanları yıkmaya, tahrip etmeye yönelik işleri “adem hesabına çalışan”lar olarak ifade eder. Hakikaten bu son “Gezi Parkı” adıyla olanları ve resmi açıklamalardaki zarar-ziyanı ve tahribat rakamları açıklanınca gerçekten, şer hesabına nelerin yapıldığını görmekteyiz.
Halkçılara bakan, bilhassa parti olarak daha etkili oldukları devre olan 1923-1950 zamanındaki hadiselere bakan ayet bizi dikkate davet eder. Bu gelen ikaz “Halk Partisi” durdukça devam eder. Çünkü bu Halkçıların başlattıkları rejim kıyamete kadar çeşitli vaziyetlerde devam eder. Kah hakim vaziyette olur, kah mağlup kalır fakat tamamen ortadan kalkmaz. Üstad Hazretleri der: “İncelir fakat kopmaz.” Ve en sonundaki azgınlıkları ve isyanları kıyametin kopmasına sebebiyet verir.
Bu şerlerin asrımıza hususiyetivardır ki, şerleri tarihiyle bildirir. Evvela 1912 de tesirini gösteren fitnelere işaret eder. İkinci Meşrutiyetin getirdiği hürriyet havasından müslümanlar faydalanmasın diye hürriyeti anarşiliğe çeviren gizli dinsizler, nihayet 31 Mart 1909 olayı ile faturayı Sultan Abdülhamid’e çıkarmışlar ve vazifeden el çektirmişlerdir. Bunu fırsat bilen harici düşmanlar, 1911 yılında Batı Afrikadaki Osmanlı hakimiyetine son vermek için orayı karıştırmışlar ve İtalyan harbi denilen harbi çıkarmışlardır. Osmanlı orası ile uğraşırken bu sefer Balkanları karıştırarak oradaki muhtelif milletleri İslam aleyhine kışkırtmışlar ve bütün Balkanların elimizden çıkmasına sebep olmuşlardır. Sonra İslam aleyhine Birinci Dünya Savaşı çıkarmışlar ve sonuçları olarak bir sürü anlaşmalarla nihayette Lozan anlaşmasıyle İslamın aleyhine yeni hem de kendi içinden ve milli irade yaftasıyla hem de Kur’an zararına dehşetli bir şahıs bulmuşlar din zararına bir devri başlatmışlardır. İşte dört şer bunlara işaret eder der.
Halk’ın şerri, 1945 yıllarıyda İkinci Dünya Harbiyle tüm insanlara zulmettiği gibi; 1943 yılında da Bediüzzaman Hazretleri ve Risale-i Nur Talebelerine o zaman iktidarda olan CHP nin eliye zulmü ve geniş bir alanda tevkifatı, Denizlide Nur taleberini mahkum ettirmek için hapishanede toplamışlardı. Burada da ayet “Halk şerrinden” diyerek müslümanları uyarmıştır. Halk’ın şerrinden korunmak ihtiyacı, baktığı zamanın dışında her zamana bakan bir hitaptır.
Üstad Hazretleri der ki:
“[Gayet ehemmiyetli bir nükte-i i’caziyeye dair, birden ihtiyarsız, mağribden sonra kalbe ihtar edilen ve sure-i قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ ın zahir bir mu’cize-i gaybiyesini gösteren uzun bir hakikata kısa bir işarettir.]
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَ
وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ
İşte yalnız mana-yı işarî cihetinde bu sure-i azîme-i hârika: “Kâinatta adem âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz.” Peygamberimize ve ümmetine emrederek, her asra baktığı gibi mana-yı işarîsiyle bu acib asrımıza daha ziyade, belki zahir bir tarzda bakar; Kur’an’ın hizmetkârlarını istiazeye davet eder. Bu mu’cize-i gaybiye, beş işaretle kısaca beyan edilecek. Şöyle ki:
Bu surenin herbir âyetinin manaları çoktur. Yalnız mana-yı işarî ile beş cümlesinde dört defa “şerr” kelimesini tekrar etmek ve kuvvetli münasebet-i maneviye ile beraber dört tarzda bu asrın emsalsiz dört dehşetli ve fırtınalı maddî ve manevî şerlerine ve inkılablarına ve mübarezelerine aynı tarih ile parmak basmak ve manen “Bunlardan çekininiz”emretmek, elbette Kur’an’ın i’cazına yakışır bir irşad-ı gaybîdir.
Meselâ: Başta قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ cümlesi, bin üçyüz elliiki veya dört (1352–1354) tarihine hesab-ı ebcedî ve cifrîyle tevafuk edip nev’-i beşerde en geniş hırs ve hasedle ve birinci harbin sebebiyle vukua gelmeye hazırlanan ikinci harb-i umumîye işaret eder. Ve ümmet-i Muhammediyeye (A.S.M.) manen der: “Bu harbe girmeyiniz ve Rabbinize iltica ediniz.” Ve bir mana-yı remziyle, Kur’an’ın hizmetkârlarından olan Risale-i Nur şakirdlerine hususî bir iltifat ile onların Eskişehir hapsinden, dehşetli bir şerden aynı tarihiyle kurtulmalarına ve haklarındaki imha plânının akîm bırakılmasına remzen haber verir; manen “İstiaze ediniz” emreder gibi bir remz verir.
“Hem meselâ: مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ cümlesi -şedde sayılmaz- bin üçyüz altmış bir (1361) ederek bu emsalsiz harbin merhametsiz ve zalimane tahribatına rumi ve hicri tarihiyle parmak bastığı gibi; aynı zamanda bütün kuvvetleriyle Kur’anın hizmetine çalışan Nur şakirdlerinin geniş bir imha plânından ve elîm ve dehşetli bir beladan ve Denizli hapsinden kurtulmalarına tevafukla, bir mana-yı remzî ile onlara da bakar. “Halk’ın şerrinden kendinizi koruyunuz” gizli bir îma ile der.”
“Hem meselâ: اَلنَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ cümlesi -şeddeler sayılmaz- bin üçyüz yirmisekiz (1328); eğer şeddedeki (lâm) sayılsa, bin üçyüz ellisekiz (1358) adediyle bu umumî harbleri yapan ecnebi gaddarların, hırs ve hased ile bizdeki Hürriyet İnkılabı’nın Kur’an lehindeki neticelerini bozmak fikri ile tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan Harbleri ve Birinci Harb-i Umumî’nin patlamasıyla maddî ve manevî şerlerin, siyasî diplomatların radyo diliyle herkesin kafalarına sihirbaz ve zehirli üflemeleriyle ve mukadderat-ı beşerin düğme ve ukdelerine gizli plânlarını telkin etmeleriyle bin senelik medeniyet terakkiyatını vahşiyane mahveden şerlerin vücuda gelmeye hazırlanmaları tarihine tevafuk ederek, اَلنَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ in tam manasına tetabuk eder.”
“Hem meselâ: وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ cümlesi -şedde ve tenvin sayılmaz- yine bin üçyüz kırkyedi (1347) edip, aynı tarihte, ecnebimuahedelerin icbarıyla bu vatanda ehemmiyetli sarsıntılar ve felsefenin tahakkümüyle bu dindar millette ehemmiyetli tahavvüller vücuda gelmesine ve aynı tarihte, devletlerde ikinci harb-i umumîyi ihzar eden dehşetli hasedler ve rekabetlerin çarpışmaları tarihine bu mana-yı işarî ile tam tamına tevafuku ve manen tetabuku, elbette bu kudsî surenin bir lem’a-i i’caz-ı gaybîsidir.
Bir İhtar: Herbir âyetin müteaddid manaları vardır. Hem herbir mana küllîdir. Her asırda efradı bulunur. Bahsimizde bu asrımıza bakan yalnız mana-yı işarî tabakasıdır. Hem o küllî manada, asrımız bir ferddir. Fakat hususiyet kesbetmiş ki, ona tarihiyle bakar. Ben dört senedir, bu harbin ne safahatını ve ne de neticelerini ve ne de sulh olmuş olmamış bilmediğimden ve sormadığımdan, bu kudsî surenin daha ne kadar bu asra ve bu harbe işareti var diye daha onun kapısını çalmadım. Yoksa bu hazinede daha çok esrar var olduğunu Risale-i Nur’un eczalarında, hususan Rumuzat-ı Semaniye Risalelerinde beyan ve isbat edildiğinden onlara havale edip kısa kesiyorum.” (Şualar sh: 267)