EHEMMİYETLİ BİR AÇIKLAMA
Bu ahirzaman fitnesinin getirdiği çok acib gaflet ve cehaletten istifade ederek aldatılan ve İslam dairesinde görünen ve hatta kendini de din dairesinde gören bazı müslümanların şu zaruri kaideyi bilip bağlı kalmaları gerekiyor. Bu zaruri kaideleri aşan anlayışlardan ve “maslahattır” sözüyle perde arkasında gizlenen sinsi nifak cereyanı der ve dedirtir ki: “Kadın-Kız okur ve öğretmen olur ve bazılarının imanını kurtarır” şeklinde uydurulan bir iddia ile şeriatın zaruri esaslarına aykırı olan bir anlayışı yaymaya çalışılıyor.
Halbuki “Sure-i Celile-i Ahzab ile inen hicab (örtünme) âyetinde: Açık-saçıklık, nehiy (haram) ve kadınlar erkekle ihtilattan (karışık bulunmaktan) men’ olunarak örtü altında siyanet kılındılar (yani, muhafaza altına alındılar).” (Nimet-ül İslâm III. Kısım 71) (Tafsilat için, Bkz. www.ittihadyayincilik.com.tr “Tesettürde Şer’i Ölçüler” kitabı..)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri şeriatın bir hükmünü açıklarken diyor ki:
“Dinin zaruriyatı ki, içtihad onlara giremez. Çünki kat’î ve muayyendirler.” S:480
Keza, yine Hz. Üstad şeriattaki şu hükmü naklediyor:
“Zaruriyat-ı Diniye” denilen ve kabil-i tevil olmayan ve “Muhkemat” denilen düsturları ise, hiç bir cihette kabil-i tebdil değildir ve medar-ı içtihad olamaz. Onları tebdil eden, başını dinden çıkarıyor; يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الْقَوْسِö* kaidesine dâhil oluyor.” (Mektubat sh: 435)
Yukarıdaki hadis-i şerifte beyan ediliyor ki; dinin zaruriyatını değiştirerek hareket eden kişi okun yaydan çıkıp uzaklaştığı gibi dinden uzaklaşır. Yani, dinden çıkıp bid’a cereyanına dahil olur.
Halbuki bu günkü mekteblerde okutulan müsbet fenler, şirke yol açan mana-yı ismi nokta-i nazarıyla okutuluyor. Mesela Hz. Üstad yarı manzum tarzında yazdığı;
“Şu noktaya dikkat et; nasıl olur niyetle mubah âdât, ibadat… Öyle tarz-ı nazarla fünun-u ekvan, olur maarif-i İlahî…
Tedkik dahi tefekkür, yani ger harfî nazarla, hem san’at noktasında “ne güzeldir” yerine “ne güzel yapmış Sani’, nasıl yapmış o mâhi”
Nokta-i nazarında kâinata bir baksan, nakş-ı Nakkaş-ı Ezel, nizam ve hikmetiyle lem’a-i kasd ve itkan, tenvir eder şübehi
Döner ulûm-u kâinat, maarif-i İlahî. Eğer mana-yı ismiyle, tabiat noktasında, “zâtında nasıl olmuş” eğer etsen nigahı,
Bakarsan kâinata, daire-i fünunun daire-i cehl olur.” S:723
Bu kısımda yarı manzum olarak ele alınan mana-yı ismi ve mana-yı harfi meselesi Risale-i Nur külliyatının çok yerlerinde ve ciddi manada iman ve şirke açılan yol oldukları tarzında ehemmiyetli ikazlar vardır. Ve yine Bediüzzaman Hazretleri, bu zamanın dini tedrisatından uzak mekteblerinin, mana-yı ismiyle bilerek veya bilmeyerek şirke yol açan mektebler olabileceği hakkında bir sual ve cevabı nazara veriyor. Şöyle ki:
“Sual: Neden fedakâr, yüksek bir şefkatı taşıyan vâlide; bu zamanda veledinin malından irsiyet almasından mahrum edildi? Kader müsaade eyledi?
Gelen cevab şu: Vâlideler bu asırda, bir aşılama suretinde şefkatlerini yanlış bir tarzda sarfetmeleridir ki; evlâdım şan, şeref, rütbe, memuriyet kazansın diye, bütün kuvvetleriyle evlâdlarını dünyaya, mekteblere sevkediyorlar. Hattâ mütedeyyin de olsa, Kur’anî ilimlerin okumasından çekip dünya ile bağlarlar. İşte bu şefkatin bu yanlışından, kader bu mahrumiyete mahkûm etti.” (Kastamonu Lahikası sh: 264)
İşte görülüyor ki; Sözlerden naklettiğimiz gibi, Hz. Üstad müsbet fenlerin mana-yı harfiyle marifetullah olduğunu söylerken, şimdi müsbet fenler esbab ve tabiat şirkine yol açan mana-yı ismiyle ele alındığından mektebin lehinde değil, aleyhinde fikir veriyor.
Evet, enaniyeti kabartıp dehşetli bir gaflete düşüren ve mana-yı ismiyle olan müsbet fenler hakkında yine Hz. Üstad diyor:
“İşte ene, şu hainane vaziyetinde iken; cehl-i mutlaktadır. Binler fünunu bilse de, cehl-i mürekkeble bir echeldir. Çünki duyguları, efkârları kâinatın envâr-ı marifetini getirdiği vakit, nefsinde onu tasdik edecek, ışıklandıracak ve idame edecek bir madde bulmadığı için sönerler. Gelen herşey, nefsindeki renkler ile boyalanır. Mahz-ı hikmet gelse, nefsinde abesiyet-i mutlaka suretini alır. Çünki şu haldeki ene’nin rengi, şirk ve ta’tildir, Allah’ı inkârdır. Bütün kâinat parlak âyetlerle dolsa; o ene’deki karanlıklı bir nokta, onları nazarda söndürür, göstermez.” (Sözler sh: 538)
Mana-yı ismiyle verilen müsbet fenlerde ilerledikçe Kur’anî hükümleri anlamakta, yani, şuuruna varmakta gerilediğini anlatan Hz. Üstad şu ikazı yapar:
“Fünun-u hazırada tevaggulü derecesinde istidadı içtihad-ı şer’î kabiliyetinden uzaklaşmış ve ulûm-u arziyede tefennünü derecesinde içtihadın kabulünden geri kalmıştır.” (Sözler sh: 482)
Daha bunlar gibi ikaz edici beyanlar çoktur. Meseleyi uzatmamak için bununla iktifa edildi. Şimdi mekteb tarafına şiddetli teşviklerle yürüyen ve ehl-i dünyadan da destek gören harekete, dine samimi bağlı bir müslümanın bu hakikatlar muvacehesinde düşünmesi lazım gelir. Diğer beşerî düşüncelerle “böyle olursa şöyle olur, şöyle olursa böyle olur” gibi laflar gerçek müminin kulağına girmez. Ve Allahın sonsuz ilminden gelen hükümlerin nefse ve dünyaya bağlı insanların hükmünü üstünde tutmaz. Vesselam.
* Buharî, Enbiyâ: 6; Menâkıb: 25; Meğâzî: 61; Fedâilü’l-Kur’ân: 36; Edeb: 95; Tevhid: 23, 57; İstitâbe: 95; Müslim, Zekât: 142-144, 147, 148, 154, 156, 159; Ebû Dâvud, Sünnet: 28; Tirmizî, Fiten: 24; Nesâî, Zekât: 79, Tahrîm: 26; İbni Mâce, Mukaddime: 12; Muvattâ’, Messü’l-Kur’ân: 10; Müsned, 1:88, 3:5, 4:145, 5:42.