Devr-i câhiliyette çocukların ebeveynleri tarafından diri diri gömülerek öldürülmelerini takbih edip yasaklıyan Kur’an âyetlerinin, bilhassa, En’am Sûresi 137 âyetinin bu asra bakan mânâ vecihlerinden biri; rahmet-i İlâhiyenin bir ihsanı olan ve fıtrat-ı asliyeye uygun istimali icab eden;
şefkat hissinin ebeveyn tarafından su-i istimali ile, yani küçük yaşlardan itibaren evladlarını mevhum ve aldatıcı dünyevî şan ü şeref ve istikbal endişesiyle çocukların mimsiz medeniyet hesabına âhirzaman fitnesinin ifsad cereyanı içine, sefahet hayatına itmeleriyle onların nefisçe ihyalarına mukabil iman ve ahlâk, kalb ve mâneviyat bakımından tahribata uğrayıp mânen bir nevi ölümlerine sebebiyet verilmesine işareti bulunmasıdır.
Asrımızın bu neviden olan cinayetleri, câhiliye devrindeki cinayetten nihayetsiz derecede eşedd ve daha zâlimanedir. Zira devr-i câhiliyette mazlûmen öldürülen çocukların fâni hayatlarına mukabil ebedî Cennet hayatları vardır. Asrımızda ise mezkûr vecihle çocukların imanlarının ve mâneviyatlarının izalesi ile, ebedî ölümleri bahis mevzuudur.
Yukarıda bahsi geçen, yalnız terakkiyat-ı medeniye dersleri ve maddî felsefe düsturlarıyla zihni terbiye olsa, yani asrî ve Avrupaî terbiye tarzında, yani gayr-ı İslâmî maarif usulü ile çocuk yetiştirilirse, hayadan ve merhametten yoksun ve tahribattan zevk alan bir gençlik ortaya çıkacağına dikkati çeken aşağıdaki hadis-i şerif ve mânâ-yı küllîsiyle daha çok asrımıza bakan ve aynı hadis-i şerifi te’yid eden “evlatlarına ortak” İsrâ Sûresi 64. âyetindeki şeytan hilesi pek manidardır.
Hadis-i şerif şöyledir:
يَاْتِى عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ يُشَارِكُهُمُ الشَّيَاطِينُ فِى اَوْلاَدِهِمْ
قِيلَ اَوَ كَائِنٌ ذَالِكَ ياَرَسُولَ اللّٰهِ قَالَ : نَعَمْ
قَالُوا وَكَيْفَ نَعْرِفُ اَوْلاَدَنَا مِنْ اَوْلاَدِهِمْ ؟ قَالَ : بِقِلَّةِ الْحَيَاءِ
“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, şeytanlar onların evladlarına ortak olacaklar. (Buradaki “şeytan”ın mânâsı, münafık insî şeytanlara da bakar.
Denildi ki: Bu da olacak mı yâ Resulallah? Buyurdu ki: Evet.
Dediler ki: Bizim evladlarımızı, onların evladlarından nasıl ayırd edeceğiz?
Buyurdu ki: Haya ve merhamet azlığından anlaşılacak.” (Ramuz-ul Ehadis sh:504)
Evet hadis metninde geçen “haya” insanlık âleminde temel unsurdur. Zira hayasız kimse, kötülüklerin çirkin neticelerinden vicdani müteessir olmayan insandır ki, fâsık-ı mütecahir mânâsını taşır.
İşte hadis-i şerif, yeni nesli günahlara iten nefsanî ve inkârcı telkinler içindeki asrî terbiyenin ve tedrisata hulul edip tabiatçılığı ve maddeciliği aşılayan şer cereyanların vahim neticelerini ihbar eder.
Hakikaten hadisin ihbarı gibi, bozuk cemiyetlerde başlıca iki dehşetli sıfat hükmeder ki; biri sefahet çılgınlığının neticesi olan mütereddi bir hayasızlık; diğeri ise, imansızlığın neticesi olan merhametsizlik ve gaddarlıktır.
Ahkâm-ı şer’iye cihetinde değil, belki ibret ve teyakkuz makamında zikredilen mezkûr (17:64) âyeti ise, daha çok asrımıza bakan vechiyle ifham ettiği zahir ve işarî mânâ ki; insî münafık şeytanların şerlerine karşı mü’minleri ikaz sadedinde Allah, insî ve cinnî şeytanlardan mürekkeb şer cereyanının mümessiline ve mümessillerine hitaben:
İnsanlardan gücünün yettiği kimseleri sesinle (yani şehevî çalgılarla ve sihirbaz, aldatıcı ve yalan telkin ve propagandalarla) oynat, kaydır, şaşırt (idlal et)
ve süvarilerinle (yani mücehhez askerî kuvvetinle) ve yayalarınla (yani içtimaî müesseselerinle) üzerine var (tahakküm et, ihtilal yap);
(çeşidli neşriyat yollariyle) yaygara kopar (korkut, sindir);
(riba yollarına ve haram muamelelere mecbur edip veya mülkiyet hakkını kaldırmakla) mallarına;
ve (kendi ifsad edici tedris ve terbiye sistemine çekip) çocuklarına ortak ol.
Onlara (aldatıcı, parlak) va’dlerde bulun (sizleri en üstün refah ve medeniyet seviyesinde yaşatacağız (ve sizi şu makamlara çıkartacağız) deyip ümitlendir, kendine çek.)
Fakat şeytan (insî münafık) yalnız bir aldatış va’d eder, diye ehl-i dalâletin ifsaddaki esas metodlarını icmalen beyan eder.
Böyle ifsadata karşı müteyakkız olan ve âyetin devamından da anlaşıldığı üzere, şeytanın aldatamadığı hakiki mü’min nazara alınarak:
1-Gizli din düşmanlarının aşıladıkları sefahetlere girmez,
2-Dine hücumları karşısında hizmet-i diniyeden çekilmez, sebat eder,
3-İfsadkâr neşriyatlarına muhatab olmaz,
4-Derd-i maişet yolunda riba ve haram muamelelere maruz kalmamak için ön tedbirleri alıp uzak durmaya çalışır.
5-Çocuklarını onların telkin sahasına sokmaz,
6-Refaha kavuşturmak gibi propagandalarına aldanmaz; şeklinde altı cihete dikkati çekilip ikaz ediliyor.
Hem yine, Nuh (A.S.)’ın kıssasında: “Doğurdukları çocukları hüsranlarını arttırır ve onlar ancak fâsık doğururlar” mealindeki âyetlerden (ve o kıssadan her zamanın hisse-i dersi bulunması kaide-i külliyesiyle) anlaşılır ki, maddî iktidara sahib ve cemiyette müfsid sultası bulunan hâkim cereyanların hükmü altındaki bozuk cemiyetlerde çocuk terbiyesi çok müşkil olduğu gibi, o müfsid cereyanların terbiyesindeki çocukların da ekserisinin fâsık olacağı galib ihtimaldir.
Gerçi böyle cemiyetlerde hidayet yolu tamamen kapalı değildir. Zira aynı cemiyette bazıların hidayet yolunu takib ettikleri görülüyor. Eğer hakkı bulmak şartları hiç bulunmasaydı “fetret devresi” olup mes’uliyet kalkardı.
İşte böyle fitne devrelerine karşı işâri mânâ külliyetiyle ümmeti teyakkuza davet ile irşad eden pek çok âyat vardır.
Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor:
مَا مِنْ مَوْ لُودٍ اِلاَّ يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ فَاَبَوَاهُ يُهَوِّدَانِهِ اَوْ يُنَصِّرَانِهِ
اَوْ يُمَجِّسَانِهِ كَمَا تُنْتِجُ الْـبَهِيمَةُ بَهِيمَةً جَمْعَاء هَلْ تُـحِسُّونَ فِيهَا
مِنْ جَدْعَاءَ ثُمَّ يَـقُولُ اَبُو هُرَيْـرَةُ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُغ فِطْرَةَ اللّٰهِ الَّـتِى
(Sahih-i Buhari Muhtasarı ci:4 hadis: 664)
فَطَرَ الـنَّاسَ عَـلَـيْهَا لاَ تَـبْـدِيلَ لِخَـلْـقِ اللّٰهِ ذَلِكَ الدِّينُ القَـيِّـمُ
“Her doğan çocuk muhakkak İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra anası ile babası onu Yahudi yahut Nasrani yahut Mecusi yaparlar. Nasılki her hayvanın yavrusu tamm-ül aza olarak doğar. Hiç o yavrunun burnunda kulağında eksik, kesik bir şey görülür mü? Sonra Ebu Hüreyre radıyallahü anh (30:30) âyetini okudu ki meali şöyledir:
“Habibim! Allah’ın, insanları hakkı idrak ve kabule müsait yarattığı fıtrat-ı asliyeyi ki fıtrat-ı İslâmiyedir- rehber-i hareket ittihaziyle Allah’ın yarattığı bu İslâm ve tevhid seciyesini şirk ile tebdil etmek, muvafık değildir. Bu İslâm ve tevhid dini, en doğru bir dindir.”
Çocuğun dinî terbiyesi hakkındaki hadislerden biri de şudur:
وَاضْرِبُوهُمْ عََلَيْهَا
مُرُوا اَوْلاَدَكُمْ بِالصَّلاَةِ وَهُمْ اَبْنَاءُ سَبْعِ سِنِينَ
(K.H. hadis:2286 ve H.G. hadis:381)
وَهُمْ اَبْنَاءُ عَشْرِ سِنِينَ وَفَرِّقُوابَيْنَهُمْ فِىالْمَضَاجِعِ
“Çocuklarınıza yedişer yaşlarını bitirince namaz ile emrediniz, onlar (on) yaşlarını bitirmiş oldukları halde -namaz kılmazlarsa bunun üzerine kendilerini şiddetle emrediniz. Ve bu onar yaştaki çocukların aralarını yataklarda ayırınız.”
“Şer’an yedi yaşına gelen bir çocuğu namaz gibi farzlara peder ve vâlideleri onları alıştırmak için teşvikkârane emretmek ve on yaşına girse şiddetle namaz kıldırmak ve alıştırmak şeriatta var.” (Emirdağ Lahikası II. sh: 66)
İmam-ı Buhari’nin Kitab-ül Cuma gibi Sahihinin müteaddid bablarında tahric ettiği bir hadiste :
“ كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْوٴُ لُونَ عَنْ رَعِيَّتِهِ “Ey ümmetim! Siz hepiniz çobansınız, ailenizin her ferdi öbürlerine karşı bir takım vazifelerin ifasıyla mükelleftir. Ve bu vazifelerden dolayı Allah’a karşı mes’uldür.” buyurmuştur. Bu vazifeler ve mes’uliyetler şeriat-ı İslâmiyede müstakil fasıllar halinde bütün teferruatıyla tafsil ve izah edilmiştir…
Bunların vazife ve mesu’liyetlerine:
اَلرَّجُلُ رَاعٍ وَمَسْوٴُلٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالْمَرْاُةُ
رَاعِيَّةٌ فِى بَيْتِ زَوْجِهَا وَمَسْوٴُلَةٌ عَنْ رَعِيَّتِهَا
“Zevc raidir, aile halkının nafakasından ve terbiye-i fikriyyesinden, bedenî neşv ü nemasından mes’uldür. Zevce de, zevcin yed-i emanetine teslim ettiği aile yuvasının hüsn-ü muhafazasından mes’uldür, kem nazardan sıyanetle mükelleftir” vecizesiyle işaret edilip bu umdeler, yüzlerce ahbar ve ehadis ile tafsil edilmiştir.” (Bu hadisin asıl metni, S.B.M. cild:3, Hadis No: 487’dedir.)
Çocuklarda haya hissinin gelişmesi için gereken terbiyeyi vermek, çocuk terbiyesinde en önemli yeri işgal eder.
Haya hissi; nasihattan daha çok, İslâmî adaba uygun yaşayış ile gelişir. Başta adaba uygun giyinmek, konuşmalarda ciddiyet ve gayr-ı ahlâkî durumlara karşı gösterilen hassasiyet gibi hususlara dikkat gerekmektedir.
Büluğ öncesi çocukların küçük yaşta oluşları düşüncesiyle kız çocuklarının başını örtmemek ve kısa giydirmek; erkek çocuklara da moda namı altında dar veya kısa pantolon gibi giyimler, haya hissinin gelişmesine manidir. Peygamberimiz (A.S.M.) bir hadis-i şerif-lerinde:
غَطُوا حُرْمَةَ عَوْرَتِهِ فَاِنَّ حُرْمَةَ عَوْرَةِ الصَّغِيرِ
كَحُرْمَةِ عَوْرَةِ الْكَبِيرِ وَلاَ يَنْظُرُ اللّٰهُ اِلَى كَاشِفِ عَوْرَةٍ
Çocuğun avretine riayet edin ve onu örtün. Zira onun avreti de büyüğün avreti gibidir. Allah, avretini açana rahmet nazarı ile bakmaz.” (Ramuz-ul Ehadis sh: 321) buyurmakla vicdaniyatın ve ulvi hislerin teşekkülünde en önemli hususa dikkati çeker.
İslâm terbiyesinde çocuklar bu hassasiyetle korunurken, yabancı ve büluğa ermiş erkeklerin, büluğ öncesi çağındaki çocuklara karşı ciddiyetlerini muhafaza etmeleri, laübaliyane ihtilatta bulunmamaları tavsiye ediliyor.
Ezcümle: İmam-ı Azam hazretlerinin Ebu Yusuf’a şu vasiyeti var:
“Henüz büluğ çağına yaklaşmış olanlar ile konuşma. Zira onlar birer fitnedir. Ama küçük çocuklar (Hanefi’de 4, Hanbelî’de 7 yaşına kadar olanlar küçük çocuk sayılır. M.E. cild:1, sh:170) ile konuşmanda ve onların başlarını okşamanda mahzur yoktur.” (İmam-ı Azam’ın Ebu Yusuf’a Vasiyeti. Serdengeçti Neşriyatı)