Ondördüncü Şua Risalesinde “Mahremdir” diye neşredilmemiş olan Dokuz ve Onuncu maddelerinden Dokuzuncu Maddeyi, günümüzde gündeme gelen Dersim’li bir zatın o zaman o zulümleri yapan bir partinin genel başkanı olması münasebetiyle tekrar yayınlıyoruz. Kaderin bir garip cilvesi olarak aynı bölgeden bir zatın o zulümleri yapan partiye genel başkan olması, acaba o hataları telafi mi ettirecek yoksa sahiplenecekler mi? Yoksa Kemal’le tarihin karanlıklarına mı gömülecekler?
Bu gelen kısım yayınevimiz olan İttihad Yayıncılık tarafından 1993 yılında, “Ahirzaman Fitneleri” kitabında ve daha sonra aynı kitabın yeni baskısında 2003 yılında ve 2001 yılında “Rumuzat-ı Semaniye” kitabında yayınlanmıştır. Son Devrin Din Mazlumlari, Büyük Doğu Yayınları 10. Basım, Nisan 1990, adlı kitabının Doğu Faciası bölümünde de hadise hakkında geniş bilgi bulunmaktadır.
Bediüzzaman Hazretlerinin o zaman yayınlanmamasında, “şimdilik yazmadım” kaydıyla ileride yayınlanacağına bir işar vardır. Bu kısım Şualar kitabında şöyle geçmektedir.
“Temyiz Mahkemesi Riyasetine
Afyon Mahkemesinden hakkımızda sadır olan haksız hükmün temyizen bozulması üzerine yapılan duruşmamızda beni yine konuşturmadılar. Hakkımızda üçüncü bir şiddetli iddianameyi bize dinlettirdiler. Hem yanıma kimseyi bırakmadılar ki, gelsin yazıyla bana yardım etsin. Yazım noksan olmakla beraber hasta halimle beraber yazdığım bu şekvamı bu zamanda hakkımda iki defa tam adalet eden makamınıza bir layiha-i temyizim olarak takdim ediyorum.
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
[Haşirdeki mahkeme-i kübraya bir arzuhaldir ve dergâh-ı İlahiyeye bir şekvadır. Ve bu zamanda Mahkeme-i Temyiz ve istikbaldeki nesl-i âti ve dâr-ül fünunların münevver muallim ve talebeleri dahi dinlesinler. İşte bu yirmiüç senede yüzer işkenceli musibetlerden (on tanesini) âdil Hâkim-i Zülcelal’in dergâh-ı adaletine müştekiyane takdim ediyorum.]
……
Dokuzuncusu: Çok mühimdir. Fakat bizi mahkûm edenlerin, Risale-i Nur’u mütalaalarının hatırı için, onları kızdırmamak fikriyle yazmadım.
Onuncusu: Kuvvetli ve ehemmiyetlidir. Fakat yine onları küstürmemek niyetiyle şimdilik yazmadım.
Tecrid-i mutlakta mevkuf Said Nursî” (Şualar – 454)
Mahremdir En Has Nurculara Mahsustur
Mahkeme-i Kübraya Şekvanın Dokuzuncu Maddesinden bizi mahkum eden heyet Risale-i Nur’u okumalarının hatırı için Üstadımız mahrem tutup yazmamış. Fakat madem en muannid Avrupa feylesofu ve en enaniyetli müteassıb Mısır ve Şam’ın uleması bir defa Zülfikar ve Asa-yı Musa’yı okumasıyla onlara taraftar olup tahsin ettikleri halde bu insafsız heyet, onları iki sene dikkat ile okudukları halde gizlenmesine çalışmaları ve serbestiyet vermemelerine binaen “onların hatırı daha tutulmaz” diye o mahrem ifade şöyle izhar edildi.
DOKUZUNCU MADDE: Said ve Nurcular aleyhindeki kararnamenin elliyedinci sahifesinde bizi mahkum etmek için son fıkralardan BİRİSİ bu fıkradır.
“Said-i Nursi, devletin kanunlarını tatbik ile muarız ve muhalifleri adaletin pençesine teslim eden çok amir ve memurları yılan, zındık, gizli komünist, vatan düşmanı, mülhid ve münafık tabir etmesi onunla tam suçlu oluyor ki: mahkum ediyoruz.”
Bunların bu fıkrasına karşı hapse giren nurun bir kısım talebeleri böyle cevap veriyorlar: “Bindokuzyüzotuzsekiz senesinde Dersim faciası ki Doğu Mecmuasının 17. sayısında “Doğu Faciası” serlevhasıyla bu vakıanın tam tamına aynını yazdı ki: Hiç dünyada emsali vuku’ bulmamış, öyle bir zındıklık, münafıklık ve vatan ve millete hadsiz bir düşmanlık olduğunu kat’i ispat ediyor. Elbette öyle fevkalade cani canavar memurlara bin defa zındık, gizli komünist, dinsiz demekle suçlu olmak, bilakis tasdik ile takdir ile mukabele lazım.”
İşte, Said umuma değil, yalnız böylelere zındık, münafık demiş.
İKİNCİSİ: Yine kararnamenin aynı sahifesinde Said-i Nursi’nin mahkumiyetinin bir sebebi olarak yazmışlar ki: “Bütün ömrünü Türk vatanının dahili ve harici türlü tecavüzlerden kurtulmasına hasr ve vakf eden Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi ve Türk istikbal ve istiklaliyetinin sadık ve fedakar hadimi olan Atatürk’ü, Süfyan ve İslam Deccalı, tağut, dalalet, zındık komitesinin fir’avn-meşreb reisi, ehl-i dalaletin dehşetli şahsiyeti diye vasıflandırmak ve bu suretle her Türkün kalbinde kökleşen Atatürk sevgisini kökünden sarsarak ve ona alet olan has adamlarına münafık, mülhid demesi büyük bir suçtur diye mahkum ediyoruz.”
CEVAB: Yine nurun hapse girmiş bir kısım talebeleri diyorlar ki: Bu vatan ve milletin istikbalini ve istiklalini mahv eden onun icraatı olduğuna bir delil şudur. Bu vatandaki milletin bin seneden beri Hıristiyanın dehşetli umum devletlerine karşı üçyüzelli milyon manevi ihtiyat kuvveti hükmünde olan alem-i İslam, bütün ruh-u canıyla bu vatandaki millete uhuvveti ve irtibatı ve düşmanın bu vatana hücumu vaktinde o muazzam manevi ordu ağlaması ve itiraz etmesi içindir ki; yetmiş, seksen, bir zaman yüzyirmi milyon Osmanlı Devleti, o dindar raiyetiyle, dörtyüz milyon Hıristiyan devletlerine karşı istiklalini, istikbalini muhafaza ediyordu.
İşte, o reis bu ihtiyat kuvveti bu vatan ve milletin aleyhine çevirmesi ve bir cihette istiklalini, istikbalini mahv ettiği halde nasıl “istikbalini muhafaza ediyor ve kurtarmış” denilebilir. Hem, Bağdat’tan ta Hind’e ve Mısır’dan, Cezayir’den ta Endülüs’e ve Yemen’den ta Habeşistan’a kadar adeta iki Avrupa kıtası kadar Osmanlı hakimiyeti ve Türk milletinin amiriyeti tahtında iken kırk seneden beri o reisi ve onun gibi dinsizliği dindarlara tercih edenler, yetmiş milyon Arab’ı elinden çıkardığı gibi en mukaddes şeylerini dahi rüşvet verdirmeğe; ve istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlaka ile ancak bir muvakkat idareye mecbur eden ve bu biçare masum ve mazlum ve dindar ve mücahid milletin hem istikbalini hem istiklalini dehşetli ve çok acınacak bir vaziyete sokan ve hakiki Türk hamiyetçiler ve vatanperverler ve dindar mütefekkirlerinin kalplerinde dehşetli bir nefret ve itirazına hedef olan bir bedbaht reisin hakkında:
“Her Türkün kalbinde sevgisi kökleşmiş olduğu halde Said o sevgiyi çıkarmasıyla suçludur, mahkum olur” demeleri ne kadar haktan, hakikattan, insaftan, vicdandan uzak olduğunu her vicdan sahibi anlar. Ve yirmi ay hem tecrid-i mutlakta hapis, hem iki sene göz hapsi altında mahkum etmek dünyada hiç emsali vuku’ bulmamış zalimane bir muameledir.
Acibdir ki, savcı müddei iftiralı ittihamnamesinde en ziyade iliştiği ve Said’in ittihamına medar yaptığı Siracunnur’un ahirindeki Beşinci Şua’nın Mes’ele’lerinde “Said demiş ki: Başa şapka koymaya cebreden Süfyan, öyle bir dehşetli istibdatla hareket eder ki: Bir cani yüzünden yüz köyü harab eder, bir asi yüzünden binler masumu mahv eder” dediği fıkra için Said’in mahkumiyetine pek musırrane çalışıp demiş ki: “Atatürk’ü tahkir edip inkilaplar aleyhindedir.”
CEVAP: Yine o cevabı veren Nur Şakirdlerinden Abdürrezzak namında birisi diyor ki:
İşte, o davanın doğruluğuna delalet eden yüz emmareden tek bir emmaresi, Bin Dokuzyüz Otuzsekizdeki Dersim faciasında binler masumları, ihtiyar kadınları hem öldürüp hem ateşlere atmak ve bir isyan tevehhümü ve ihtimali yüzünden yaktırması, Beşinci Şua’nın o hükmünü kat’i hakikat olarak gözlerine sokuyor.
Acaba bin seneden beri bir milyar şühedayı, hakikat-ı Kur’an ve iman yolunda feda edip şehid veren ve bütün mefahiri İslamiyetle tahakkuk eden ve alem-i İslamın en büyük ordusu ve kahraman milleti olan Türke bütün bütün mahiyetlerine zıt ve bütün ecdadlarını darıltan, inciten, manen ihanet eden ve neslen hiç Türklükle münasebeti olmayan bir adama Türklerin ceddi ve büyük babası namını vermek ne derece Türklüğe bir adavet ve ihanet olduğu anlaşılmıyor mu?
(Dördüncü Remz tashihli nüsha)
Nur Talebelerinden
Abdurrezzak ve saire