Risale-i Nurlardaki Dört Partinin Tahlili
DEMOKRATLIK-İSLAM & HALKÇILIK-IRKÇILIK
İstibdad-ı mutlak devrinde, yani tek parti devri denilen 1925-1950 yıllarında, siyasete hiç bakmayan ve alakadar olmayan Bediüzzaman Hazretleri “dindar ve dine hürmetkar demokratlar” dediği Adnan Menderes ve onun gibi düşünen arkadaşlarının hatırları için, zaman zaman onlara yol gösterici ve zaman zaman da ikaz edici olmuştur.
Kökü Osmanlının son devrine kadar uzanan dört siyasi düşünce akımını tahlil eden Bediüzzaman Hazretleri der ki,
“KALBE İHTAR EDİLEN İÇTİMAÎ HAYATIMIZA AİT BİR HAKİKAT
Bu vatanda şimdilik dört parti var. Biri
· Halk Partisi, biri
· Demokrat, biri
· Millet, diğeri
· İttihad-ı İslâm’dır.
İttihad-ı İslâm Partisi: Yüzde altmış-yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini, siyasete âlet etmemeğe, belki siyaseti dine âlet etmeğe çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeğe mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.
Halk Partisi ise: Hakikaten acib ve zevkli bir rüşvet-i umumîyi kanunlar perdesinde bazı memurlara verdikleri için, yirmisekiz senelik bütün cinayatıyla başkaların cinayatı ve İttihadcıların mason kısmının seyyiatları da o partiye yükletildiği halde, Demokratlara bir cihette galib hükmündedirler. Çünki ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrudçuluklar çoğalır. Bu benlik zamanında, memuriyet hakikatta bir hizmetkârlık olduğu halde; bir hâkimiyet, bir ağalık, bir nemrudçuluk ile nefse gayet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdiği için, bütün o acib cinayetlerle ve kendinden olmayan ceridelerin neşriyatıyla beraber bana yapılan muamelelerinden hissettim ki bir cihette manen Demokratlara galib geliyorlar. Halbuki İslâmiyet’in bir kanun-u esasîsi olan hadîs-i şerifte سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ yani: Memuriyet, emirlik ise reislik değil; millete bir hizmetkârlıktır. Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyet’in bu kanun-u esasîsine dayanabilir. Çünki kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdad mutlak keyfî olur.
Millet Partisi ise: Eğer İttihad-ı İslâm’daki esas olan İslâmiyet milliyeti ki, Türkçülük onun içinde mezcolmuş bir millet olsa; o Demokrat’ın manasındadır. Dindar Demokratlara iltihak etmeye mecbur olur. Firenk illeti tabir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i İslâmı parçalamak için içimize bu firenk illetini aşılamış. Fakat bu hastalık ve fikir, gayet zevkli ve cazibedar bir halet-i ruhiye verdiği için pekçok zararları ve tehlikeleriyle beraber, bu zevk hatırı için her millet cüz’î-küllî bu fikre iştiyak gösteriyorlar.
Şimdiki terbiye-i İslâmiyenin za’fiyetiyle ve terbiye-i medeniyenin galebesiyle ekseriyet kazanarak başa geçerse; ekseriyet teşkil etmeyen ve ancak yüzde otuzu hakikî Türk olan ve yüzde yetmişi başka unsurlardan olanlar; hem hakikî Türklerin hem hâkimiyet-i İslâmiyenin aleyhine cephe almaya mecbur olacaklar. Çünki İslâmiyet’in bir kanun-u esasîsi olan bu âyet-i kerime: وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى dır. Yani, birisinin günahıyla başkası muahaze ve mes’ul olmaz. Halbuki ırkçılık damarıyla, bir adamın cinayetiyle masum bir kardeşini, belki de akrabasını, belki de aşiretinin efradını öldürmekte kendini haklı zanneder. O vakit hakikî adalet yapılmadığı gibi, şiddetli bir zulüm de yol bulur. Çünki "Bir masumun hakkı, yüz câniye feda edilmez" diye İslâmiyet’in bir kanun-u esasîsidir. Bu ise çok ehemmiyetli bir mes’ele-i vataniyedir ve hâkimiyet-i İslâmiyeye büyük bir tehlikedir.
Madem hakikat budur, ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar!
Siz bu iki partinin gayet kuvvetli ve zevkli ve cazibedar nokta-i istinadlarına mukabil, daha ziyade maddî ve manevî cazibedar nokta-i istinad olan hakaik-i İslâmiyeyi nokta-i istinad yapmaya mecbursunuz. Yoksa sizin yapmadığınız eskiden beri cinayetleri, nasıl eski partiye yüklüyorlarsa, size de yükleyip; Halkçılar ırkçılığı elde edip, tam sizi mağlub etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim ve İslâmiyet namına telaş ediyorum. Said Nursî” Emirdağ Lahikası-2 (163 – 164)
Bu sayılan dört partiyi bugün tahlil edersek şöyle olur:
İttihadı İslam Partisinin vazifeleri anlamında ancak Hazreti Mehdinin proğramı ve şahs-ı maneviyesi ile geniş dairede o vazifelerin yapılabileceğini izah sadedinde Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:
“Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta’tile uğramasıyla o zât, bütün ehl-i imanın manevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ülema ve evliyanın ve bilhâssa Âl-i Beyt’in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.” Emirdağ Lahikası-1 ( 266 )
Demektir ki, bu anlayışın tam teşekkül etmesine zaman vardır. Fakat emareleri de süratle gelmeye başlamıştır. Bugünkü durumda bu partinin tam karşılığı yoktur.
Halk Partisi ise, başta Süfyan komitesinin mümessilliğini deruhte ettiği için dosyası bir hayli kabarıktır. İttihadçıların mason ve dine karşı olanları ve din aleyhinde icraatları yapanları, Halk Partisine intikal etmişlerdir. Halk partisi iktidarı dönemi ise, din ve dindarlıktan uzak memuriyet saltanatına ve memuriyeti hizmetkarlık değil, reislik, ağalık, zorbalık olarak gören ve anlayan ve dehşetli bir istabdadla idare edenlere dayanmıştır.
Bu gibi sebeblerden Bediüzzaman Hazretleri der: “Bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyyen iktidara getirmeyecek” demiştir. Emirdağ Lahikası-2 (206)
Halk Partisinin iktidara gelmemesi bu memleketin selameti için en ehemmiyetli vazifedir.
Fakat hususan 1991 seçimlerinden sonra güya demokrat sayılanlar tarafından ve sonra da 28 Şubat devresinde bu parti iktidara taşınmıştır.
Maalesef bu halkçılar hem de demokratların lideri diye bilinen biri tarafından evvela hükümet ortağı yapılmış ve sonra da 28 Şubat sürecinde hükümeti kurmakla vazifelendirilmiştir. Milletimiz ihtiyarıyla o partiyi iktidara getirmemiş fakat milleti aldatan birinin marifetiyle iktidara taşınmıştır. Şimdi de aynı oyun oynanmak istenmektedir. فَاعْتَبِرُوا
Merhum Zübeyir Gündüzalp Abiye sağcı görünen malum lideri sormuşlar. “Nasıldır, nasıl bilelim?” Zübeyir Abi şöyle ellerini sıkarak yumruk gibi yapmış, sonra da tam tersine çevirerek ellerinin içini açıvermiş ve demiş: “İşte sorduğunuz siyasi kişi böyledir. Yani zaman zaman demireldir. Zaman zaman da tam zıddına pamuk eldir.”
Millet Partisi ise, fikir ve düşünce olarak süfyaniyetin üçüncü rüknü olan Fevzi paşanın fikriyatını taşıyan cereyandır. Bunlar genelde ve netice itibariyle süfyan cereyanını temsilcisi olan parti paralelinde hareket etmektedir. Hep geçmişte böyle olmuştur, bugün de böyle olmaktadır. Mesela bu Millet Partisi Menderese muhalif hareket ederek Demokratların zayıflamasın sebep olmuştur. Halbuki Bediüzzaman Hazretleri bu partiye diyordu ki:
“Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa, (Haşiye) Demokrat Parti’ye yardım ettiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz.
(Haşiye) İslâmiyet milleti her şeye kâfidir. Din, dil bir ise, millet de birdir. Din bir ise, yine millet birdir.” Emirdağ Lahikası-2 ( 206)
Sonra 27 Mayıs darbesinde Halkçılarla birlikte MBKomitesini teşkil etmişler ve sonra da Halkçılar bunları maksadlarına alet ettikten sonra yanlarından uzaklaştırmıştır. Sonra bu mana hep devam etmiştir. Sonra da 28 Şubat denilen meşum devrede yine aynı taife Halkçı kemalistlerle din ve dindarlar aleyhinde bir dizi kanun ve icraatlara imza atmışlardır. Şimdi de milliyetçi hareket olarak Halkçıların istikametinde siyasetlerini devam ettirmektedirler. Yani Üstadın endişesi şu ki: “Halkçılar ırkçılığı elde edip, tam sizi mağlub etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim ve İslâmiyet namına telaş ediyorum” demekle demokratları ikaz eder.
Demokratlar ise, Hazret-i Üstad, “Ehvenüşşer” kaidesiyle ve Halk Partisi ve Millet Partisinin iktidara gelmemeleri için: “Kur’an ve vatan ve millet hesabına, dindar ve dine hürmetkâr Demokrat Parti’nin iktidarda kalmasını temin etmeleri için ders veriyorum." Emirdağ Lahikası-2 (206)
Bediüzzaman Hazretleri talebelerine son dersi ve vasiyeti hükmündeki beyanında der ki:
“Benim Nur âhiret kardeşlerim, ehven-üş şerr deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünki dâhilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ehven-üş şerr olarak bakınız. Daha a’zam-üş şerden kurtulmak için; onlara zararınız dokunmasın, onlara faideniz dokunsun.” Emirdağ Lahikası-2 ( 245 )
Demek demokrat olmanın tercihleri var. Demokratlık prensiplerine sahip olmakla birlikte, “dindar ve dine hürmetkar demokrat” olmaktır. Hususan bu memlekette demokrat olabilmek için, deccal cereyanına karşı olmak ve onların iktidara gelmesinin önünü kapamaktır. Hangi maslahat ve mülahaza ile olursa olsun, Süfyanî-Deccal cereyanının iktidara gelmesine çalışanlar veya benimseyenler demokrat olamazlar. Bunların Üstadın desteklediği demokratlıkla yakından uzaktan bir alakaları yoktur. Velevki partilerini isimleri demokrat da olsa…
Halkçıların ve ırkçıların iktidara gelmesine mani olan dindar demokratları iktidarda muhafaza etmek, ehemmiyetli bir hizmeti vataniye ve diniyyedir. Velev isimleri başka da olsa…