Üstad Bediüzzaman Hazretleri, asrımızın hadiseleri arasında olan siyasileri desteklemek ve rey vermek hususlarında “ehvenüşşer” kaidesiyle amel etmiştir. Bütün müslümanlara da bu kaideyle hareket etmeleri tavsiyesinde bulunmuştur. Zaman zaman “olur mu öyle şey, bizim siyasi hareketimiz mutlak hayırdır” türünden itirazlar olmuşsa da, zaman Üstadı haklı çıkarmış ve büyük ölçüde tüm müslümanlar bu ehvenüşşer kaidesinin ehemmiyetini kavramış ve mucebince amel etmeye başlamışlardır.
Bu genel kaideyi kavrayamayan az sayıda dinde taassub sahipleri olduğu gibi, bu kaideyi sınırlayarak ve belli şahıs ve bir gurup siyasilere has zannedenler de olmuştur.
Halbuki Üstad Hazretleri Adnan Menderes ile sohbet mektubunun bir kısmında demiştir ki:
“Cenab-ı Hak sizleri İslâmiyet lehindeki hizmetlerinizde muvaffak ve mezkûr tehlikelerden muhafaza eylesin diye ben ve Nurcu kardeşlerimiz, yapacağınız hizmete ve mezkûr hakikatı kabul etmenize mukabil dua etmeye karar vereceğiz.” Emirdağ Lahikası-2 (174)
İşte ehvenüşşer diye desteklenenlerden istenen bu tarz hizmetlerdir. Demek kimse kayıtsız şartsız desteklenmiyor.
Şimdi bu son dönemlerde, geçmişte ehvenüşşer kaidesiyle desteklenen bir parti reisi ve onun temsil ettiği siyasi hareket, İslam Deccalı cereyanıyla beraber hareket eder görünmektedir.
Geçmiş zaman içinde belli şartlarda desteklenen bu harekete, tarafgirlik duygusuyla davranılıp, mevcut şer cereyanı ile beraberliğini görmezden gelme, sahip çıkma ve destekleme hatasına düşmekten sakınmak lazımdır.
Bizleri dikkate davet eden bir hadis-i şerif çok manidardır.
Müteaddit defa kapatılan ve tekrar siyasete devam eden ehl-i siyasetin son partisinin son çıkışlarında deccal ile beraber olacağına, îma eden bir rivayet vardır:
يَخْرُجُ نَاسٌ مِنْ قَبْلِاْلمَشْرِقِ يَقْرَوٴُنَ الْقُرْ اٰنَ لاَ يَجَاوِزُتَرَاقِيَهِمْ كُلَّمَا قُطِعَ قَرْنٌ نَشَاَ قَرْنٌ حَتَّى يَكُونَ اخِرُهُمْ يَخْرُجُ مَعَ الدَّجَّالِ
(R.E.508) (İbn-i Hanbel, Taberani’nin Kebiri, Hakim’in Müstedreki, Ebu Nuaym Hılyesi, İbn-i Amr’den naklederler.)
Yani: Şark tarafından bir cemaat (halk, insanlar) meydana gelir. Kur’an okurlar, (fakat) hançerlerinden (boğazlarından) aşağı geçmez. Onlardan bir taife (karn) inkıraz bulsa, diğer taife (parti) zuhur eder. Son partileri (ise) deccal ile beraber olurlar.”
Bu bakımdan eski alışkanlıklarla eski bir partiyi destekleyen kardeşlerimiz bilhassa dikkat etmelidir. Çünkü onların “ehvenüşşer” likleri kalmamış. Süfyaniyeti kendine bayrak yapan halkçı ve ırkcı partilerle bir cephede yer aldıklarını eski reisleri açıklamıştır.
BEDİÜZZAMAN DİNDAR DEMOKRAT SİYASETÇİLERİ DESTEKLEMİŞTİR
“Risale-i Nur’un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler.” Emirdağ Lahikası-2 ( 164 )
“Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zâtların hatırları için, otuzbeş seneden beri terkettiğim siyasete bir-iki gün baktım ve bunu yazdım. Said Nursî” Emirdağ Lahikası-2 ( 164 )
“Dindar Demokratların bir kısm-ı mühimmi Nurların serbestiyetine taraftar çıkmalarını bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.” Emirdağ Lahikası-2 ( 101 )
“Ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar! Siz bu iki partinin gayet kuvvetli ve zevkli ve cazibedar nokta-i istinadlarına mukabil, daha ziyade maddî ve manevî cazibedar nokta-i istinad olan hakaik-i İslâmiyeyi nokta-i istinad yapmaya mecbursunuz.” Emirdağ Lahikası-2 ( 164 )
“Bu defa dindar Demokratların delaletiyle Afyon Mahkemesi’nce Risale-i Nur’un serbestiyetine, bütün risale, mektub ve mecmualarının suç mevzuu teşkil etmediğinden iadelerine karar verilmesini..” Emirdağ Lahikası-2 ( 161 )
“Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunları ve sû’-i istimalleri neticesinde, belki de tahrikleriyle zuhur eden Ticanî mes’elesini dindar Demokratlara yüklememek ve âlem-i İslâm’ın nazarında Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum: Ezan-ı Muhammedî’nin (A.S.M.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi; Ayasofya’yı, beşyüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmek ve halen İslâm’da çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâm’ın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, yirmisekiz sene mahkemelerin muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraetine karar verdikleri Risale-i Nur’un resmen serbestîsini dindar Demokratlar ilân etmeli ve bu yaraya bir nevi merhem vurmalıdırlar. O vakit âlem-i İslâm’ın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahatları onlara yüklenmez fikrindeyim. Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zâtların hatırları için, otuzbeş seneden beri terkettiğim siyasete bir-iki saat baktım ve bunu yazdım.” Emirdağ Lahikası-2 ( 176 )
“İkinci hücum da: İslâmiyet milliyet-i kudsiyesini bırakıp -evvelkisi gibi- bir câni yüzünden yüz masumun hakkını çiğneyebilen, zahiren bir milliyetçilik ve hakikatta ırkçılık damarıyla hem hürriyetperver dindar Demokratlara, hem bütün bu vatandaki yüzde yetmişi sair unsurlardan bulunanlara, hem hükûmet aleyhine, hem bîçare Türkler aleyhine, hem Demokrat’ın takib ettiği siyaset aleyhine çalışarak ve serseri ve enaniyetli nefislere gayet zevkli bir rüşvet olarak bir ırkçılık kardeşliği veriyor. O zevkli kardeşliğin içinde, o zevkli faideden bin defa daha ziyade hakikî kardeşleri düşmanlığa çevirmek gibi acib tehlikeyi, o sarhoşluğu ile hissedemiyor.
Meselâ: İslâmiyet milliyeti ile dörtyüz milyon hakikî kardeşin her gün اَللّهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ dua-yı umumîsiyle manevî yardım görmek yerine, ırkçılık dörtyüz milyon mübarek kardeşleri, dörtyüz serseriye ve lâübalilere yalnız dünyevî ve pek cüz’î bir menfaati için terk ettiriyor. Bu tehlike hem bu vatana, hem hükûmete, hem de dindar Demokratlara ve Türkler’e büyük bir tehlikedir ve öyle yapanlar da hakikî Türk değillerdir. Necib Türkler böyle hatadan çekinirler.
Bu iki taife herşeyden istifadeye çalışıp, dindar Demokratları devirmeye çalıştıkları ve çalıştırıldıkları, meydandaki âsâr ile tahakkuk ediyor. Bu acib tahribata ve bu iki kuvvetli muarızlara karşı; kırk sahabe ile dünyanın kırk devletine karşı meydan-ı muarazaya çıkan ve galebe eden ve bin dörtyüz sene zarfında ve her asırda üçyüz-dörtyüz milyon şakirdi bulunan hakikat-ı Kur’aniyenin sarsılmaz kuvvetine dayanmak ve onun içindeki dünyevî ve uhrevî saadet-i ebediyenin zevklerine o cazibedar hakikatla beraber nokta-i istinad yapmak, o mezkûr muarızlarınıza ve hem dâhil ve hariçteki düşmanlarınıza karşı en lâzım ve elzem ve zarurî bir çare-i yegânedir. Yoksa o insafsız dâhilî ve haricî düşmanlarınız sizin bir cinayetinizi binler yapıp ve eskilerin de cinayetlerini ilâve ederek başkaların başına yükledikleri gibi, size de yükleyecekler. Hem size, hem vatana, hem millete telafi edilmeyecek bir tehlike olur.
Cenab-ı Hak sizleri İslâmiyet lehindeki hizmetlerinizde muvaffak ve mezkûr tehlikelerden muhafaza eylesin diye ben ve Nurcu kardeşlerimiz, yapacağınız hizmete ve mezkûr hakikatı kabul etmenize mukabil dua etmeye karar vereceğiz.” Emirdağ Lahikası-2 ( 173 – 174 )
Bugün Türk milliyetçiliğini esas alan partinin yapması gerekeni Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade eder:
“Eğer İttihad-ı İslâm’daki esas olan İslâmiyet milliyeti ki, Türkçülük onun içinde mezcolmuş bir millet olsa; o Demokrat’ın manasındadır. Dindar Demokratlara iltihak etmeye mecbur olur. Firenk illeti tabir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i İslâmı parçalamak için içimize bu firenk illetini aşılamış. Fakat bu hastalık ve fikir, gayet zevkli ve cazibedar bir halet-i ruhiye verdiği için pekçok zararları ve tehlikeleriyle beraber, bu zevk hatırı için her millet cüz’î-küllî bu fikre iştiyak gösteriyorlar.” Emirdağ Lahikası-2 ( 163 )