CEMİYETİN BOZULMASINDA İLK VE SİNSİ AMİLLER
Gizli nifak cereyanının herkesin bilemiyeceği gizli planları olduğu gibi düşünce sahiblerinin anlayabildiği ve fiile çıkıp görünen planları da vardır. Burada fiile çıkan planlarından bazı kısmı Risale-i Nurdan nakledilecek.
Dahilde çıkan anarşinin sebeblerini seneler sonra doğuracağı felaketli neticeleri öncesinden görüp vazifedarları ikaz için haber veren Hz. Bediüzzaman, kitab ve sünnetin haber verdiği işarî ve derin manalarını anlayarak haber veriyor.
Mesela gizli nifak cereyanının sinsi yani dersleri, esbab şirkine yol açan tedrisat tarzını, şöyle anlatır ve bununla idarecilerin insaflı kısmını ikaz edip derki:
“Acaba alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddî, felsefî (Yani esbab şirkine yol açan mana-yı ismiyle verilen -hazırlayan-) düsturların taliminde midir?
Eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı; belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usûl, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaatı verebilirdi. Mademki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, mademki insandırlar; elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksadlar tevellüd edecek.
Madem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gayet derecede fakr u aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı; kalblerinde iman-ı billah ve iman-ı bil-âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa, divane bir vâlidenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o bîçare masumları manen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için, beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev’inden, vahşiyane bir gadirdir, bir zulümdür.” M:421
(Bu kısımda telkinlere çabuk alışan ilk okul devresinin muhatab alınması manidardır.)
Hem ençok milli ahlakı tahrib edip anarşiye iten ve rivayetlerde de haber verilen kız- erkek karmasıdır.
Evet, “Rivayetlerde gelmiş ki: “Deccal’ın bir yalancı cenneti var, kendine tabi olanları ona atar. Hem yalancı bir cehennemi var, tabi’ olmayanları ona atar. ([1])
Hem “Rivayette var ki: "Süfyan büyük bir âlim olacak, ilim ile dalalete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi’ olacaklar."
Vel’ilmu indallah, bunun bir tevili şudur ki: Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat olmadığı halde, zekâvetiyle ve fenniyle ve siyasî ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine tarafdar eder ve din derslerinden tecerrüd eden maarifi rehber edip tamimine şiddetle çalışır, demektir.”Şualar sh:585
İşte bu tarz tedrisatın neticesini de Bediüzzaman Hz. Rivayete istiden şöyle açıklar:
Süfyaniyet cereyanının mümessili ve “İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.”Şualar:593
“Kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez.” Şualar:588
Evet, “Bir müslüman başkasına benzemez. Dini terkedip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir müslim; dalalet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez.” Emirdağ Lahikası sh:22
İşte bu cemiyet tarzı ıslah edilmedikçe onun neticeleri devam eder ve artar.
Hutbe-i Şamiye eserinde hikâye tarzında anlatılan hukukun müessiriyetinin son kısmında Bediüzzaman Hz. Şöyle diyor:
“Elhasıl: Had ve ceza, emr-i İlahî ve adalet-i Rabbaniye namına icra edildiği vakit hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki latifeleri müteessir ve alâkadar olurlar. İşte bu mana içindir ki, elli senede bir ceza, sizin hergün müteaddid hapsinizden ziyade bize faide veriyor. Sizin adalet namı altındaki cezalarınız, yalnız vehminizi müteessir eder. Çünki biriniz hırsızlığa niyet ettiği vakit millet, vatan maslahatı ve menfaatı hesabına cezaya çarpılmak vehmi gelir. Yahut insanlar eğer bilseler ona fena nazarla bakarlar. Eğer aleyhinde tebeyyün etse, hükûmet de onu hapsetmek ihtimali hatırına geliyor. O vakit yalnız kuvve-i vâhimesi cüz’î bir teessür hisseder. Halbuki nefis ve hissinden çıkan -hususan ihtiyacı da varsa- kuvvetli bir meyelan galebe eder. Daha o fenalıktan vazgeçmek için o cezanız fayda vermiyor. Hem de emr-i İlahî ile olmadığından o cezalar da adalet değil. Abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi battal olur, bozulur. Demek hakikî adalet ve tesirli ceza odur ki: Allah’ın emri namıyla olsun. Yoksa tesiri yüzden bire iner.
İşte bu cüz’î sirkat mes’elesine sair küllî ve şümullü ahkâm-ı İlahiye kıyas edilsin. Tâ anlaşılsın ki: Saadet-i beşeriye dünyada adalet ile olabilir. Adalet ise doğrudan doğruya Kur’anın gösterdiği yol ile olabilir…
(Hikâyenin hülâsası bitti.)
* * *
Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlahiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi.”
İşte bu hikâyeyi o zamandaki bazı dindar meb’uslara Eski Said söylemiş. Ve iki defa tab’edilen Arabî Hutbe-i Şamiye’nin Zeylinde kırkbeş sene evvel yazılmış.” Hutbe-i Şamiye:78
İdarecileri 1945 lerde ikaz eden Bediüzzaman Hz.nin kalbinde yerleşen hamiyet-i diniye ve vataniyenin neticesi olarak diyor:
“Evet hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden; şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur’anın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mazisini dehşetli lekedar belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtînin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikatı verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden; bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz.” Emirdağ lahikası sh:21
“Bediüzzaman, Barla’ya 1925-1926 senelerinde nefyedilmiştir. Bu tarihler, Türkiye’de yirmi beş sene devam edecek bir istibdad-ı mutlakın icrâ-yı faaliyetinin ilk seneleri idi. Gizli dinsiz komiteleri, "İslâmî şeairleri birer birer kaldırarak İslâm ruhunu yok etmek, Kur’anı toplatıp imha etmek " plânlarını güdüyorlardı. Buna muvaffak olunamayacağını iblisane düşünerek, "Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur’anı imha etmesini intaç edecek bir plân yapalım" demişler ve bu plânı tatbike koyulmuşlardı. İslâmiyeti yok etmek için tarihte görülmemiş bir tahribat ve tecavüzat hüküm sürmüştür. “ Tarihça-i hayat sh:152
Çok az kısmı alınan bu ve benzeri ikazlar hayli çoktur. Bu ikazlar millet, hasseten mesuliyetli makamlarda bulunanlar ve ehl-i hamiyet olan zatlar nazar-ı ehemmiyete alarak tam bir tesanüdle bu menfi şartların izalesine çalışmaları zaruridir. Şahsî rahat ve menfaatları öne almak zamanı değil. Bediüzzaman Hazretleri bu hususu anlatırken diyor ki:
“Herkes "nefsî-nefsî" demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle ve menfaat-i şahsiyesini düşünmekle; bin adam, bir adam hükmüne sukut eder.
مَنْ كَانَ هِمَّتُهُ نَفْسَهُ فَلَيْسَ مِنَ اْلاِنْسَانِ ِلاَنَّهُ مَدَنِىٌّ بِالطَّبْعِ
Yâni: Kimin himmeti yalnız nefsi ise; o insan değil.” Hutbe-i Şamiye eseri sh:99
Netice olarak görülüyor ki, gizli cereyanın herkesin bilemediği çok sinsi planları olduğu gibi düşünebilen insanların görebileceği fiile çıkan planları da vardır. Teyakkuza sebebiyet veren bu gibi planların bilinmesi gafleti izale eder ve hamiyet-i diniyeyi artırır ve artırmalıdır deyip mevzuyu yeterli görüyorum.