BÜYÜK DOĞU MECMUASI VE NECİP fAZIL HAKKINDA
Büyük Doğucular hususan Necip Fazıl Üstadın ve Risale-i Nur’un aleyhinde bulundular mı? diye sorulan soruya verilen cevaptır:
İstibdad-ı mutlak devrinde gizli dinsizlerle amansız mücadele eden zındıkaya ve zındıka reislerine başeğmeyenlerden olan “Büyük Doğu” mecmuası ve onun sahibi ve başyazarı merhum Necip Fazıl Bediüzzaman Hazretlerinin takdirini kazanmış ve hizmetleri için tebrik edilmiştir. İstanbulda kendisin ziyaret eden Necip Fazıla:
“Ben Doğucuları, Risale-i Nur talebesi olarak kabul ettim. Ben seni Risale-i Nur’a yirmi senelik hizmet yapmış olarak
Şimdi Nurcular olarak bilinen bazı basın yayın, gazete ve mecmualarda gerek Büyük Doğucular, gerekse merhum Necip Fazıl aleyhinde yazılar yayınlanmaktadır. (Bkz. Y.Asya Gazetesi L.Salihoğlu 29.06.07)
Bu tarz yazılar herşeyden evvel Nur Mesleğine ve Bediüzzaman Hazretlerinin takip ettiği İslam kardeşliğine ve uhuvveti İslamiyeye tamamen zıt hareketlerdir. Ayrıca bu ihtilaflar ehl-i dalaletin hakimiyetini devam ettirmesine zemin hazırlamaktadır. Çünki Bediüzzaman Hazretleri der ki:
“Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: "Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.” (Mektubat sh: 270)
Müceddid-i Ekber Üstadımız bütün ehl-i imanı kucaklıyan hizmetiyle, bütün müslümanların dertlerine deva olan iman hizmetiyle ortadadır. Muvakkat siyaset boğuşmaları bu vahdeti sarsamaz. Üstadımızın Demokratları desteklediği o yazarlar tarafından bilinmektedir. Ve başlangıçta bütün onlarca da desteklenmiştir. Fakat daha sonraları meydana gelen Malatya hadisesi ve Halk Partili memurların Demokratlar aleyhine yaptığı icraatlar bu İslam mücahitlerinin Demokratların zaman zaman aleyhine geçmesine sebeb olmuştur.
Fakat Üstad Bediüzzaman bunların bu davranışlarını izale etmek istemiş demokratları desteklemeye devam etmelerini istemiştir. Hatta merhum Osman Yüksel Serdengeçti Üstada gelerek “Bu Demokratlar devrinde de Halk Partisi devrindeki gibi hapisler, takipler oluyor” demesine mukabil, Bediüzzaman Hazretleri “Halkçılar kolumuzu kesiyordu. Bunlar parmağımızı kesiyorlar” diyerek ehvenüşşer kaidesini nazara vermiştir.
Risale-i Nur Külliyatında bu zatlarla alâkalı bahisler vardır. Bunlar Nur’un yakın talebesi olmadıkları halde Üstad bu zatların mücahidane hizmetlerini takdir etmiş ve bazı yazılarını kitaplarına almış, Risale-i Nur Külliyatında yer vermiştir. Bu yazılar Risale-i Nur’un değişmez düsturları haline gelmiştir. Örnek olarak: Tarihçe-i Hayat kitabında merhum Eşref Edip Bey’in yazısı, yine tarihçede Osman Yüksel Sergengeçti, Cevat Rifat Atilhan ve diğerlerinin yazısı, Emirdağ Lahikasında merhum Necip Fazıl Bey’in Büyük Doğu Mecmuasından Lozan anlaşması ile alakalı uzun bir yazı. Hep bunlar Risale-i Nur’un ölümsüzleri arasına girmiştir..
Fakat bu zatların zaman zaman heyecanlı tavırları, hatta Demokratların aleyhine davranışları da olmuştur. Ayrıca İslama hizmet metodları da, daha çok konferanslar, kalabalık topluluklara kürsüden konuşma yapmaklar ve dine hizmeti için siyasi kadrolaşma nevinden hizmetler olduğu ve Bediüzzaman Hazretleri Nur Mesleğinin farkını belirtmek için “onlarla kardeşiz fakat siyaset noktasında değil” demiştir.
İşte bu noktaları nazara vermeden sanki Üstada onlara karşıymış veya onlar Üstadın zıddıymış veya yakın talebesi merhum Zübeyr Ağabey onların karşısındaymış gibi uydurma şeyler söylenmekta ve yazılmaktadır. (Bkz. Yeni Asya Gazetesi Latif Salihoğlu 29.06.2007)
Zübeyr Ağabeyle 1962 den vefatı olan 1971 kadar beraber kalan Rüşdü Ağabeye sorduğumuz soru ve anlatılan olay meselemize ışık tutması bakımından dikkat çekicidir.
“Soru: Zübeyir Ağabeyin sair müslüman cemaatlerle olan, münasebetlerin, İslâmî tesanüdlerin, İslami kardeşliğe, İslam birliğine bakış tarzı nasıl?
Bir hadise ile bunun cevabını vereyim. Merhum Büyük Doğu sahibi Necip Fazıl Bey, büyük zatların tarihçesini, yazdı. Üstadımızın bölümünü aldık tashih ettik, fakat merhum Necip Fazıl Bey bu tashihimizi kabul etmedi. Biz de o yanlışlar sebebiyle kabul etmedik, derken Mehmet Şevket Eygi bu eseri gazetesinde tefrika yaptı. Bu sefer bizimkiler (gazete kadrosu) Şevket Eygiye çok kızdılar ve bazı münakaşalar oldu. Biz ise mülayemetten gidiyorduk.
Durum şu:
Zübeyir Ağabey bizim merkezi kadro olarak Anadoluya bakan Süleymaniye 46 numara mensuplarının Nurculuğun hassasiyetinde yani hissiyat âlemimizde canlı ve metin, fakat beşeri münasebetlerde ve zâhirde İttihad-ı İslâmı koruma fedakârlığında olmamızı istiyor. Üstad bu dersi vermiş olduğundan bunu bize intikal ettirmek istiyordu.
Bir gün Zübeyir Ağabeyle, tuttuk yazıhaneye gittik, gidişimizin sebebi bu hadise dolayısiyledir. Zübeyir Ağabey bizim merkezi kadroya bir bilgi verecek. Zübeyir Ağabeyle iç odada oturduk. Zübeyir Ağabey Şevket Eygi mevzuunda, bu hadise münasebetiyle, metanetli ve hararetli bir konuşma yaptı. Yani Üstada tebaiyet gerekir, bizim böylesi hadiselerde vurdum duymaz olamıyacağımız manasında telkinlerde bulundu.
Zübeyir Ağabey Hz. Üstadın Bu tarz hadiselerde bu manada tavır takındığını bize söylemişti. Yani daire dahilinde hassas ve metin, harice geldi miydi kasıtlı bir tecavüz olmamak şartiyle tamir ve ikaz edici mesleğini esas almağı ders verirdi. Yani mecburiyet olmadıkça dağıtıcı değil toplayıcı olmak geekiyor.
Zübeyir Ağabeyin o metin konuşmasından sonra Ağabeyle beraber medresemize gitmek üzere kapıdan çıktık derken yazıhaneye gelen Mehmet Şevket Eygi karşımızda göründü. Zübeyir Ağabey Ona karşı şiddetli tavır takınacağı zanniyle ben eyvah dedim şimdi ne olacak! derken Zübeyr Ağabey Şevket Eygiye sarılmak için kollarını açtı ve sarıldı ve tevazukâr bir tavırla:
“- Kardeşim ben hastayım, ziyaretinize gelemiyorum, kusura bakmayın” dedi.
Şevket Eygi:
“- Estağfurullah Abi bizim sizi ziyaret etmemiz lazım” cevabında bulundu.
İşte Zübeyir Ağabeyin hikmetli, yani hem hukuk-u Nuru, hem uhuvvet-i İslamiyeyi koruyan tavrı…
Bu manzaradan alınacak ders, ciddiyetle yeterlidir diyorum.
Sonra ne oldu? Bu ibretli tutumun inceliğini gereği gibi anlamayan bazı arkadaşları Şevket Eygi’ye gönderip, tehdit etmeleri için gençlerden bir heyet hazırladılar ve başlarına benim meşgul olduğum Nuri Tokdemir’i vazifelendirdiler ve direktif verdiler. Ben Nuriyi bir kenara çektim ve dedim:
“Aman böyle dedikleri gibi yapma.”
Tokdemir:
“Tamam Ağabey ben biliyorum” dedi ve gitti ve Şevket Eygi’yi ciddi bir dost yaptı. Tokdemir bu haberi getirince, onu hemen heyetten çıkardılar.
Heyetin başına asabi mizaçlı zatları koydular, gittiler ve şiddetli münakaşalar oldu. Mahiyetini anlayamadıkları Zübeyir Ağabeyin konuşmasının tatbikatını yapıyorlar güya. Artık bu manzaralardan alınacak dersi siz anlayın ve İslâm âlemine teşmil edip doğacak müsbet veya menfi neticeleri tahayyül edin.”
Büyük Doğu Mecmuasında yayınlanan ve sonra Risale-i Nur Külliyatında 3 sayfa yer verilen tarihe ışık tutan makaleyi yayınlıyoruz. Tâ ki merhum Necip Fazıla ve küfre karşı neşriyatına Üstadın ne derece değer verdiği anlaşılsın. İşte Emirdağ Lahikası sayfa 31den 33 e kadar yayınlanan kısım:
“Bera-yı malûmat size gönderildi.
Büyük Doğu‘nun yirmidokuzuncu sayısında; "Lozan’ın İç yüzü" diye yazılan makaleden:
İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi. Dedi ki:
"Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz."
Lozan’da Türk murahhas heyeti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıdları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hristiyan emellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki:
"Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden (yani an’ane-i İslâmiyet’ten) kurtulmak hususunda besledikleri (yani İsmet’in beslediği) azmin, inkâr edilmez delilidir."
Harfi harfine iktibas ettiğimiz bu sözlerle, Türk başmurahhasının yani İsmet’in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediği kat’î azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksad altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.
Konferansın birinci defasında Türk başmurahhası, bizzât karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne, yani Mustafa Kemal’e bildirmek zorunda olduğu için, memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa’dan Ankara’ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir’den Ankara’ya götüren trenle Eskişehir’de buluşuyor. Bir arada ve başbaşa seyahat… Sonra Ankara gizli meclis toplantıları… Fakat esas mes’elelerde daima başbaşa. Mustafa Kemal ile İsmet beraber içtimaları ve karar: "Din öldürülecektir."
Lozan Konferansı’nın ikinci sahifesi: …Artık herşey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile herşey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükûmeti) bundan böyle bu millette, İslâmiyet’i katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salib kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudud dışı değil de, hudud içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şübheden vârestedir.
Nihaî Vesika
Lozan Muahedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarası’nda "Türkler’in istiklalini ne için tanıdınız?" diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon’un verdiği cevab:
"İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz." Yani Mustafa Kemal ve İsmet’in verdikleri karar, Türk Milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır.
Artık bunun üzerine herşey apaçık anlaşılıyor değil mi?..
Gizli anlaşmanın entrikası:
Türkler’e dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklal işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum’dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türk’ün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani masonluk hasebiyle Kur’anın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müdhiş plânının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:
"Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyet’i ve İslâmî temsilciliklerini, ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum." Aynı Hayim Naum, Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mani’ kalmamıştır.
Hayim Naum o sırada Ankara’ya kadar da uzanarak plânın muvaffakıyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde -yani Mustafa Kemal yanında- emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki bu tesir, mahud mevzuda Hayim Naum’dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türk’ü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.
İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadîs-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hâdiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediye’ye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmibeş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor. (Em:33)
İşte böyle kahraman zatlara Üstadımız herzaman sahip çıkmıştır. Bugün bile bu manada kaç gazete, mecmua böyle makale yazabilir. Hangisi kapanmayı göze alıpta böyle direk rejim müessislerine dokunabilir.
Merhum Hulusi Ağabeyimizin Üstadımıza yazdığı bir mektubunda Büyük Doğu ile alakalı şu malumatlar bulunmaktadır.
“Sâdisen: Nur’un neşri ve fütuhatı için Rahîm ve Kerim Rabbimiz muvaffak buyurduğu nisbette istihdamımız lillahilhamd devam ediyor.
Akşamları Nurlu cemaatten mürekkeb fakirhanemize gelen cemaate tedrisat-ı Nuriyede devam olunuyor.
Malatya seyahatimde oradaki alâkadarların çalışma tarzlarını söyledim. Büyük Doğucuların bu fakiri kendi zümrelerine katmak hususundaki tekliflerine:
"Büyük Doğuculuk siyasî bir teşekkül müdür?" diye sordum. "Evet" dedikleri için, "Sizin yalnız imanî ve Kur’anî mesaildeki müşkillerinizi ve izahını arzu ettiğiniz noktaları Risale-i Nur’un yardımı ile halle çalışırım. Benim mesleğim, ihtiyar ve şuurum taalluk etmeden Risale-i Nur dairesinde istihdamdan ibarettir. İman ve Kur’an mes’elelerinize hemfikrinizim. Fakat siyasetle iştigal edemem." mealinde cevab verdim.
Yalnız bu zümreden Nurlarla alâkadar olanlar var. Onların el ele vererek hem eserleri okumalarını ve anlayamadıkları yerleri sormalarını, Kur’anî hattı öğrenmeye gayret etmelerini rica ettim…
El bâki hüvel bâki
El-hubbu fillah muhibb-i muhlisiniz
Hulusi” (Em:148)
“Aziz, sıddık kardeşlerimiz Ziya ve Abdülmuhsin!
Üstadımız diyor ki:
"Eşref Edib kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad’da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakikî İslâmiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir ve Nur’un bir hâmisidir. Ben vefat etsem de Eşref Edib, Nurcular içinde bulunmasıyla büyük bir teselli buluyorum.
Fakat Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok ve Risale-i Nur, rıza-i İlahîden başka hiç bir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’un mensubları, içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar.
Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlarını ehl-i dalaletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyaset noktasında değil.
Çünki iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler. İhlas kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nur’u hiç bir şeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar.
Hem Nur Risaleleri küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altındaki anarşiliği ve üstündeki istibdad-ı mutlakı kırdığı cihetle, bir nevi siyasete teması var tevehhüm edilmiş. Halbuki Nur’un tercümanı, birtek mes’ele-i imaniyeyi dünya saltanatına değişmediğini mahkemelerde dava edip yirmibeş sene tarz-ı hayatıyla ve emarelerle isbat etmiştir."
Kardeşleriniz
Sadık, İbrahim, Zübeyr” (Em:36)
Risale-i Nur Külliyatından kısmen aldığımız bu ve benzeri bahisler daha buraya almadığımız yüzlerce hatıralar vardır ki, bu muharrir, yazar konferanscı, içtimaiyatcı şahıslar Üstadımıza dosttur ve Üstadımız ve başta Hulusi ve Zübeyr Ağabeylerimiz ve diğer ağabeylerimiz de o zatlara karşı dostluk vardır, takdir vardır. Fakat Nurun mesleğindeki farklı çizgi nazikane ve dostluğa zarar vermeyecek şekilde ifade ediliyor. Ve onların mesleği hiç de tenkid edilmiyor. Bu inceliği ayırdedemiyenler lütfen dikkatli konuşsunlar ve yazsınlar.
Bugün siyasi bir hareketin başındaki zatlar Büyük Doğucu veya Eşref Edipçi veya Osman Yükselci olsalar ne zararları var. Risale-i Nura, Üstadımıza muarız kimseler mi ki mütemadiyen bunlara Nurculuk adına saldırılıyor. Kaldıki o saldırdıkları siyasilerin içinde hatta başlarında önemli Nur Talebeleri var. Bunlar Risale-i Nur mesleğini en az bu saldırıyı yapanlar kadar bilirler. Hatta bu yazıları yazanlar Nur’un terbiyesinden geçmedikleri halde Nur terbiyesinde yetişen ve şimdi o siyasi hareketin içinde olanlar var. Ve Üstadın çizgisini de diğer arkadaşlarına kabul ettiriyorlar ki, Risale-i Nurun görüşüne muvafık çizgi takip ediyorlar.
Maksadımız Risale-i Nur’a muarız kazandırmak değil. Nurlarla iştigal eden yayın organı mensupları, durumları icabı farklı bir siyasete destek verseler bile başkasına, hususan ehl-i imana tecavüz etmesin. Sadece kanaatin beyan etsin ben böyle anladım desin yeter.