1934 yılında İtalya hükümetiyle vuku bulan siyasi krizde hatta harb etmek tehlikesinde dahi Bediüzzaman Hazretleri, o zamanın din düşmanı ve bir kısmı da münafık olan hükümet adamları zamanında, harice karşı hükümet lehinde bulunmuştur.
1934’ün başlarında bizim de içinde bulunduğumuz Balkan devletlerinin bir kısmıyla yapılan anlaşmaları İtalya kendi güvenliği açısından uygun bulmamıştı.
İtalya başbakanı Mart 1934’te yaptığı konuşmada; “İtalya’nın mukadderatının Akdeniz, Afrika ve Asya’da olduğunu” ileri sürmüş ve “birkaç saatlik deniz seyahati ve bundan daha kısa bir hava seferi İtalya’yı Afrika ve Asya’ya bağlamak için kâfidir” demişti. Akdenizde hakimiyet kurmak istiyordu.
Bunun sonucunda Habeşistan İtalya tarafından işgal edildi.
İtalya’da bazı gazeteler hâlâ, “Anadolu’nun İtalyan göçmenleri için en uygun yer olduğunu” yazmaya devam ediyorlardı.
Bütün bu olaylar Türkiyede gergin bir hava meydana getirmişti. Neredeyse savaş hazırlıkları yapılmaktaydı.
O sıralarda 1934’te hükümet tarafından sürgün olarak Isparta/Barla’da yaşamakta olan Bediüzzaman Hazretleri kendisine bu mevzu ile ilgili olarak sorulan suallere cevaben der ki:
“İKİNCİ MERAKLI SUAL: Bu iki ay zarfında heyecanlı bir vaziyet-i siyasiye karşısında bana, hem alâkadar olduğum çok kardeşlerime kavî bir ihtimal ile ferah verecek bir teşebbüs etmek lâzımken, o vaziyete hiç ehemmiyet vermeyerek bilakis beni tazyik eden ehl-i dünyanın lehinde olarak bir fikirde bulundum. Bazı zâtlar hayret içinde hayrette kaldılar.
Dediler ki: “Sana işkence eden bu mübtedi’ ve kısmen münafık baştaki insanların takib ettikleri siyaseti nasıl görüyorsun ki ilişmiyorsun?” Verdiğim cevabın muhtasarı şudur ki:
Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun.
Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır.
Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılab eder. Hem nur, hem topuz.. ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor.
Amma maddî cihadın muktezası ise; o vazife şimdilik bizde değildir. Evet ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok!..” (Lem’alar sh:105)
Bediüzzaman Hazretleri hükümete –hangi hükümet olursa olsun- dışarıdan yapılan baskılara karşı çıkmıştır. Sulh taraftarı olmuştur. Bizim içimizde olan menfiliklerin de kendimiz tarafından halledileceğini söylemiştir. Zaten bizde o zamanki hükümet de inkılâpları kolay ve daha rahat yapabilmek için İtalya’nın Türkiye’ye tehdidini büyüterek gündemde tutmaktaydı. Yani milli ve memleket çapında bir yurt sevgisi diğer din aleyhindeki icraatların üstünü örtmekte kullanılıyordu.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri böyle fırsatlardan istifade yolunu seçmemiştir.
ÜÇÜNCÜ MERAKLI SUAL: Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebilerin bu hükûmete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükûmetin hakikî nokta-i istinadı ve kuvve-i maneviyesinin menbaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyic etmekle şeair-i İslâmiyenin bir derece ihyasına ve bid’aların bir derece def’ine medar olacağı halde, neden şiddetle harb aleyhinde çıktın ve bu mes’elenin asayişle halledilmesini dua ettin ve şiddetli bir surette mübtedilerin hükûmetleri lehinde tarafdar çıktın? Bu ise, dolayısıyla bid’alara tarafgirliktir?
Elcevab: Biz, ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz. Fakat kâfirlerin kılıncı ile değil. Kâfirlerin kılınçları başlarını yesin; kılınçlarından gelen faide bize lâzım değil.
Zâten o mütemerrid ecnebilerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler. Hem harb belası ise hizmet-i Kur’aniyemize mühim bir zarardır. Bizim en fedakâr ve en kıymetdar kardeşlerimizin ekserisi kırkbeşten aşağı olduğundan, harb vasıtasıyla vazife-i kudsiye-i Kur’aniyeyi bırakıp askere gitmeye mecbur olacaktılar. Benim param olsa, hüsn-ü rızam ile, böyle kıymetdar kardeşlerimin herbirisini askerlikten kurtarmak için, bedel-i nakdiye bin lira kadar da olsa, verirdim. Böyle yüzer kıymetdar kardeşlerimizin hizmet-i Kur’aniye-i Nuriyeyi bırakıp maddî cihad topuzuna el atmakta, yüzbin lira kendi zararımızı hissediyordum. Hattâ Zekâi’nin bu iki sene askerliği, belki bin lira kadar manevî faidesini kaybettirdi. Her ne ise…
Kadîr-i Küll-i Şey, bir dakikada bulutlarla dolmuş cevv-i havayı süpürüp temizleyerek, semanın berrak yüzünde ziyadar güneşi gösterdiği gibi, bu zulümatlı ve rahmetsiz bulutları da izale edip hakaik-i şeriatı güneş gibi gösterir ve ucuz ve dağdağasız verebilir. Onun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.”
(Lem’alar sh: 105)
Bu günümüze bakıyoruz da şimdi binlerce güzel haller var. Baştakilerin akılları başında ve kalbleri imanlıdır. Dışa karşı menfi de olsa mevcut hükümete -bahsettiği şartlar mülahazasıyla- ilişmemiştir. Bu zamanımıza hatta gelecek zamanlarda dahi muhtemel vaziyetlere karşı takınılması gereken tavır Bediüzzaman Hazretlerinin takındığı tavırdır..