- BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİ TANIMAK
Bediüzzaman Hazretleri’nin krolonojik hayatı bu bahsin sonunda kısaca tarihler olarak verilmiştir. Burada bahsedilen davası ve mücadelesidir. Ki Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri mücadelesi ve davasının anlaşılması nisbetinde tanınır bilinir.
Bediüzzaman Hazretleri’nin Tarihçe-i Hayatında da yazıldığı gibi “bir dava sahibinin ve bilhassa ıslahatçının muvaffakiyet şartlarının en mühimmi feragattır. Üstadın bütün hayatı ise baştanbaşa feragatın şaheser misalleri ile dolup taşmaktadır.”
Aynı zamanda şefkat ve merhameti O’nu, insanların içine düştüğü imansızlık ve küfür bataklığından kurtarmak için kendisini cihad meydanlarına attırmıştır.
Bediüzzaman Hazretlerinin mücadelesini tanıtan devreler vardır. Bunlardan birirsi:
- İNGİLİZ BAKAN’IN DEHŞETLİ PLÂNI VE BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ
Bediüzzaman Hazretlerinin dinsizlik cereyanlarıyla mücadeleye başlamasına esas teşkil eden hadiselerden biri de, o zamanın (1900 yılı) süpergücü olan İngiltere’nin Sömürgelerden mesul Bakanı Gladstone’un beyanatıydı. Bu bahis kendisinin Tarihçe-i Hayat kitabında şu şekilde anlatılmaktadır:
«Bediüzzaman, Van’daki ikameti esnasında Âlem-i İslâm’ın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Bir gün Tahir Paşa bir gazetede şu müdhiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi:
İngiliz Meclis-i Meb’usanında Müstemlekât Nâzırı, elinde Kur’an-ı Kerim’i göstererek söylediği bir nutukta:
Bu Kur’an, İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’an’ı onların elinden kaldırmalıyız yahut Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız, diye hitabede bulunmuş.
İşte bu müdhiş haber, onda tarifin fevkinde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letaifi uyanık ve ilim, irfan, ihlâs, cesaret ve şecaat gibi hârika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman’ın bu havadis üzerine:
“Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!” diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanır ve bu sâikle çalışır.» (Tarihçe-i Hayat sh: 51)
- SAİD NURSİ HAZRETLERİ’NİN DECCAL TARİFİ
Bediüzzaman Hazretleri 1948 yılında Afyon Mahkemesinde Hakimlere hitaben aşağıdaki hakikati beyan etmiştir:
«Hürriyet’ten bir sene evvel İstanbul’a geldim. O zaman Japonya’nın başkumandanı, İslâm ülemasından dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler.
Ezcümle, bir hadîste: “Âhirzamanda dehşetli bir şahıs sabah kalkar, alnında “Hâzâ kâfirun” yazılmış bulunur” diye hadîs var deyip benden sordular.
Dedim: “Bir acib şahıs, bu milletin başına geçer ve sabah kalkar başına şapka giyer ve giydirir.”
Bu cevabdan sonra bunu sordular: “Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı?”
Dedim: “Şapka başa gelecek, secdeye gitme diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek, inşâallah müslüman edecek.”
Sonra dediler: “Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hâdise ile Süfyan olduğu bilinecek?”
Ben de cevaben dedim: “Bir darb-ı mesel var: Çok israflı adama “eli deliktir” denilir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi’ oluyor, deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya mübtela olup, onun ile hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak.”
Sonra birisi sordu ki: “O öldüğü zaman İstanbul’da Dikili Taş’ta şeytan dünyaya bağıracak ki filan öldü.” O vakit ben dedim: “Telgrafla haber verilecek.” Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim.
Sekiz sene sonra Dar-ül Hikmet’te iken dedim: “Şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek.” Sonra Sedd-i Zülkarneyn ve Ye’cüc ve Me’cüc ve dabbet-ül arz ve Deccal ve nüzûl-ü İsa (A.S.) hakkında sualler
sormuşlardı. Ben de cevab vermiştim. Hattâ eski risalelerimde onlar kısmen yazılmışlar. (Şualar sh: 358)
- ŞERİ’ATA FEDA EDİLEN CANLAR
Meşhur ve menhus 31 Mart hadisesinde göstermiş olduğu cesaret ve hakkın müdaasından bir bahis:
«Nihayet menhus Otuzbir Mart hâdisesi meydana gelir. Şeriat isteyen ve o hâdisede ismi karışan onbeş kadar hoca idam edilir. Bediüzzaman, onlar mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü bir halde muhakeme olunur.
Mahkeme reisi Hurşid Paşa sorar: “Sen de şeriat istemişsin?..”
Bediüzzaman cevap verir: “Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat, ihtilalcilerin isteyişi gibi değil!”
Bediüzzaman’ın divan-ı harbdeki bu kahramanca müdafaası, o zaman iki defa tab’edilip neşredilmiştir. O dehşetli mahkemeden idamını beklerken beraet etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Bayezid’den tâ Sultanahmet’e kadar arkasında kalabalık bir halk kitlesi mevcut olduğu halde: “Zâlimler için yaşasın Cehennem! Zâlimler için yaşasın Cehennem!” nidalarıyla ilerlemiştir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 60)
- BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN İKİNCİ HİZMET HAYATI
«Üstadın hayatı , küllî hizmeti noktasından topluca iki büyük safha arzetmektedir:
Birincisi: Doğuşundan itibaren tahsil hayatı, Van’daki ikameti, İstanbul’a gelişi, siyasî hayatı, seyahatleri, harb-i umumîye iştiraki, Rusya’daki esareti, İstanbul’da Dar-ül Hikmet-il İslâmiye azalığında bulunuşu, Kuva-yı Milliyede İstanbul’daki hizmeti, Ankara’ya gelerek ilk Meclis-i Mebusandaki faaliyetleri ve kısa bir müddet sonra Van’a çekilip inzivayı ihtiyar etmesi gibi herbiri ayrı bir hayat sahnesi olan Üstadın hayatının bu birinci safhası iman ve Kur’an hizmeti itibarıyla ikinci safha hayatının mukaddemesi hükmündedir. İkinci büyük hizmetine hazırlıktır. Ömrünün ellinci senesi ne kadardır.
İkincisi: Van’da inzivada iken Garb’a nefyedilip Isparta’nın Barla Nahiyesinde ikamete memur edildiği zamandan başlar ki Risale-i Nur’un zuhuru ve intişarıdır. Azamî ihlas, azamî fedakârlık, azamî sadakat, metanet ve dikkat ve iktisad içinde Risale-i Nur’la giriştiği hizmet-i imaniye ve manevî cihad-ı diniye dir.
Hayatının bu ikinci safhası: Harb-i Umumî neticesinde İmparatorluğumuzun inkıraz bulmasıyla insanlık âleminde medeniyet-i beşeriyeyi mahveden ve semavî dinlerle mücadeleyi esas ittihaz edinen komünizm rejiminin insaniyetin yarısını istila ederek dünyayı dehşete saldığı ve memleketimizi tehdide yeltendiği ve manevî tahribatının tehlikesine maruz kaldığımız bir devreye rastlar. Bu devre, bin senedir Kur’ana bayraktarlık yapmış, İslâmiyet’e asırlarca hizmet etmiş kahraman bir millet için dikkatle incelenmesi lâzım gelen bir devredir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 27)
- BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİ ANLAMANIN DÜĞÜM NOKTASI
Said Nursi Hazretleri hakkında yazılan yazılarda ve tanıtımlarda pek nazara verilmeyen devre, 1922 yılı sonunda Ankara’ya gitmesi ve orada karşılaştığı manzaradır.Üstad Hazretlerinin hizmet hayatının düğümünü teşkil eden ve Hadislerde haber verilen müsbet ve menfi şahısların mücadelelerini ortaya koyan bu devre iyi bilinmelidir ki, hatlar iyice ayrılsın ve hak ve batıl tefrik edilebilsin. Yine Tarihçe’den bu devreyi anlatan bahis herşeyi apaçık ortaya koyuyor:
«Bediüzzaman İlâhî kudretin tecellisiyle ve ihsanıyla, böyle en elzem bir vakitte, dine revaç verebilecek bir teşekkülün zuhuru dolayısıyla ve kendisi de beraber çalışmak ümidiyle Ankara’ya gelmişti. Avn-i İlâhî ve mucize-i Peygamberî ile düşman taarruzlarını def’eden ve milletin idaresinin başına geçen yeni Hükûmet-i Cumhuriyede, doğrudan doğruya Kur’an’a istinad eden ve Âlem-i İslâm’ın vahdetini nokta-i istinad yapacak ve İslâmiyet’in hakikatında mevcud kuvve-i ulviye ile maddî ve manevî medeniyeti meydana getirecek bir niyet ve gayeyi bulundurmak ve aşılamak üzere mecliste çalışıyordu.
Fakat pek kuvvetli mâniler karşısına çıktı. Âlem-i İslâm’ı alâkadar eden ve bin üçyüz yıllık ümmetin, dehşetli tehlikesinden istiaze ettiği (Allah’a sığındığı) bir zamanı ve fitneyi ateşlendireceklerin kimler olduğunu anlamış bulunuyordu.
Bir gün riyaset odasında, M. Kemal Paşa ile iki saat kadar konuştular. İslâm ve Türk düşmanlarının arasında nam kazanmak emeliyle, Şeair-i İslâmiyeyi tahrib etmenin, bu millet ve vatan ve Âlem-i İslâm hakkında büyük zarar tevlid edeceğini eğer bir inkılâb yapmak icab ediyorsa, doğrudan doğruya İsl&a
circ;miyet’e müteveccihen Kur’an’ın kudsî kanun-u esasîsi noktasından yapmak lâzım geldiği mealinde ihtarlarda bulunur.» (Tarihçe-i Hayat sh: 145)
«M. Kemal Paşa itiraz ile, içindeki niyet ve hâlet-i ruhiyesini ifade ile, Bediüzzaman’ı kendine çekmek ve nüfuzundan istifade etmek ister. Ve Bediüzzaman’a meb’usluk, hem Darülhikmet’teki eski vazifesini, hem Şark’ta Şeyh Sünusî’nin yerine vaiz-i umumî, hem bir köşk tahsisi gibi teklifler yapar.
Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı âhirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve hürriyetten evvel İstanbul’da te’vilini söylediği Hadîslerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının Âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan Hizb-ül-Kur’an hakkında, “O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset cânibiyle onlara galebe edilmez ancak manevî kılınç hükmünde i’caz-ı Kur’an’ın nurlarıyla mukabele edilebilir.” (1) tavsiyesine müraatla, Ankara’da teşrik-i mesai edemiyeceği için, kendisine tevdi edilmek istenen mebusluk, Dar-ül Hikmet-il İslâmiye gibi Diyanet’teki azalığı, hem Vilayat-ı Şarkiye vaiz-i umumîliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankara’dan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım mebusların da arzularına uyamıyacağını bildirerek Ankara’dan ayrılır, Van’a gider.» (Tarihçe-i Hayat sh: 147)
(1) Müslim 2937. hadis ve İbn-i Mace 4077. hadîste (hacîc) ifadesi, “hasmını hüccetle yenen” mânâsında tefsir edilir. (Hazırlayanlar)
- BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN REJİM’E BAKIŞI
Bir talebesinin rejim aleyhinde bulunması ve çalışması dolayısiyle sorulan suale verdiği cevapta şöyle demektedir:
«Kürd Âtıf, rejim aleyhinde çalışıyor. Demek onun muarızları, rejime dayandılar.
Ben de dedim: Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risale-i Nur izin veriyor. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır. Hazret-i Ömer'in (R.A.) taht-ı hükmünde, kanun-u adalet-i şer'iyesini reddetmeyen ve ilişmeyen Yahudilere, Nasara'ya ilişmiyordular. Demek kabul etmemek, tasdik etmemek, idarece bir suç teşkil etmiyor ki; o çeşit muhalifler ve münkirler, en kuvvetli padişahların idaresi ve siyaseti altında bulunmuşlar. İşte bu nokta-i nazardan, Risale-i Nur'un şakirdlerinden en müdhiş bir muhalif ve rejim müessisini tel'in de etse, bilfiil idareye ilişmese, onun mefkûresine kanunen ilişilmez. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir, onları tebrie eder.» (Kastamonu Lahikası sh:267)
Hazret-i Üstad açıkça bu rejimi kabul etmediğini ve amel etmediğini beyan etmiştir. Fakat fiilen ilişme tarzına ise, Risale-i Nur izin vermiyor diyerek, fikren kabul etmemek ile fiilen reddetmeyi ayırmıştır. Bu önemli nokta gözden kaçırılmamalıdır.
- BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ VE LAİKLİK
Bediüzzaman Hazretleri Laikliğin tarifini ele alarak, dini devletten ayırmak prensibini anlatırken: “Hükümet Laik Cumhuriyete döner.” (Şualar sh: 271) dedikten sonra, “Ona (laik cumhuriyete) mukabil manevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıncıyla olacak.” der. Yani laik rejime karşı cihad-ı dini olacağına göre, o rejime rıza gösterilmediği açıktır. Ancak bu mezkür ifade o rejimi haber vermekte ve ona karşı gereken manevi cihad vazifesini ihtardır. Yoksa bu anlayışı normal görmek manasını ifade etmez. Zira Bediüzzaman Hazretlerinin şu beyanı açık olup yanlış anlamaların yolunu kapatır:
“Din İle Hayat Kabil-i Tefrik Olduğunu Zannedenler Felâkete Sebebdirler
Şu jön-türkün hatası; bilmedi o bizdeki din hayatın esası. Millet ve İslâmiyet ayrı ayrı zannetti.
Medeniyet müstemir, müstevli vehmeyledi. Saadet-i hayatı içinde görüyordu. Şimdi zaman gösterdi,
Medeniyet sistemi (*) bozuktu, hem muzırdı; tecrübe-i kat'iyye bize bunu gösterdi.
Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhya-yı din ile olur şu milletin ihyası. İslâm bunu anladı…
Başka dinin aksine, dinimize temessük derecesi nisbeten milletin terakkisi. İhmali nisbetinde idi milletin tedennisi. Tarihî bir hakikat, ondan olmuş tenâsi…
(*): Tam bir işaret-i gaybiyedir. Sekeratta olan dinsiz zalim medeniyete bakıyor. (Sözler sh: 716)
İşte şu aç
ık beyan, din ve devlet ayırımını, yani Kur’an ahkamını devlet sahasından çıkarmanın milletin manevi hayatını söndüreceğini ihtar eder.
Bu hükmü teyid eden şu ifade de var:
“Devletin dini, Din-i İslâm'dır. Şu esası vikaye etmek vazifemizdir. Çünki milletimizin maye-i hayatiyesidir.” (Münazarat sh: 17)
BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN KRONOLOJİSİ
Bediüzzaman’ın hayat seyri ve safahatından mühim bir kısmının tarihleri:
1877
Said Nursî Hazretlerinin Bitlis Vilayeti Hizan İlçesi Nurs Köyü’nde doğumuştur.
1885
Yaş 9
Said Nursî ilk tahsile başlamak için ailesinden ayrılıp Tağ Köyü Medresesine gelmesi… Burada çok az bir süre kalıp tekrar köyüne dönmüştür.
1891
Yaş 14
Hz. Üstad’ın Resulullah’ı (A.S.M.) rüyasında görmesi ve emsalsiz üç aylık tahsilini yaptığı yer olan Doğu Beyazıt’a gitmesi… Bu sıralarda kendisinin lakabı, Molla Said-i Meşhur’dur.
1892
Said Nursî Hazretleri, görülen hârika haller ve zamana uymayan durumlar karşısında Bediüzzaman ünvanının kendisine verilmesi ve böyle anılmaya başlanması
1893
Yaş 16
Bitlis ve Siirt civarında çeşitli yerlerde bulunup, daha sonra Siirt’in Tillo kasabasında bir kubbede inzivaya çekilmesi… Karınca ve arı milletlerinin cumhuriyetçi olduklarını söylemesi…
1894
Bediüzzaman Hazretleri, Abdülkadir-i Geylanî Hazretlerinden rüyasında aldığı emir üzerine, Cizre’de aşiret reislerinden Mustafa Paşa’yı ikaz için Cizre ve Mardin taraflarında bulunması…
Mardin’de siyaset-i İslâmiye ve içtimaî mes’elelerle ilgilenmesi…
1895
Mardin’den nefiy ile Bitlis’e gelmesi ve iki yıl orada valinin ilme hürmetinden dolayı tahsis ettiği odada kalması…
1897
Van Valisi Hasan Paşa’nın daveti üzerine Van’a gitmesi ve Valinin konağında kalması
Müsbet ilimlerle meşgul olarak hârikulâde bilgi sahibi olması
Bu zamana kadar hıfzına aldığı 80-90 cild kitabı, üç ayda bir ezberden devretmesi
1900
İngiliz Müstemlekât Nâzırı Gladiston’un gazetelerde çıkan beyanatı üzerine Bediüzzaman o zamana kadar elde ettiği bütün ilimleri, Kur’anın hakikatlerine çıkmak için basamak yapmaya karar verir ve der:
“Kur’anın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!”
1907
Din ilimleriyle fen ilimlerinin beraber okutulacağı ve Arapça, Türkçe, Kürtçe tedrisat yapabilecek bir İslâm Üniversitesi’nin Şark’ta tesisi için İstanbul’a gelmesi
Kaldığı yerin kapısına “Her suale cevab verilir” levhasını asıp, âlimleri sual sormaya daveti
Sultan Abdülhamid’e Şark’ta üniversite açılması için müracaat
ı
Yıldız Divan-ı Harbi’ne verilmesi
1908
Meşrutiyete, yani seçim ve meclis sistemine (tam meşruiyete istinadı için) sahip çıkması
1909
31 Mart’ta Bediüzzaman’ın yatıştırıcılığı
İsyan etmiş olan sekiz taburu itaata getirmesi
Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb’e verilişi
Divan-ı Harb’de beraet edişi ve serbest bırakılması
1910
Divan-ı Harb’den beraet eden Bediüzzaman’ın Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılması
Şark’ta aşiretleri dolaşarak hürriyeti, meşrutiyeti anlatması ve içtimaî dersler vermesi
1911
Şam’a gelişi ve Câmi-i Emeviye’de muhteşem bir hutbe ile İslâm Âleminin dertlerini ortaya koyması ve hal çarelerini göstermesi
Sultan Reşad’la beraber Rumeli seyahatine çıkması
1913
Van’a gitmesi ve Şark Üniversitesinin temelini attırması
1915
Milis Kumandanı Bediüzzaman, Pasinler cephesinde Ruslarla çarpışıyor
1916
Bediüzzaman’ın Ruslara esir düşmesi ve iki yıl esaret hayatı
1918
Bediüzzaman’ın Kosturma’dan firar edişi
17 Haziran 1918: Bediüzzaman’ın Varşova, Viyana ve Sofya üzerinden İstanbul’a avdeti
Enver Paşa’nın vazife teklifini kabul etmeyen Bediüzzaman’a, Harbiye Nezareti ikramiye ve harb madalyası veriyor
13 Ağustos 1918: Ordu-yu Hümayun’un tavsiyesiyle Dâr-ül Hikmet’e âzâ oluşu
1919
19 Nisan 1919: Bediüzzaman’ın Dâr-ül Hikmet’ten altı ay izne ayrılması
Sultan Vahdeddin, Bediüzzaman’a “Mahreç” pâyesi veriyor
1920
İngiliz işgaline karşı “Hutuvat-ı Sitte”yi neşrederek mücadele etmesi
1921
Bediüzzaman’ın Anglikan Kilisesi’ne cevabı
Bediüzzaman, Kuvâ-yı Milliyeyi destekliyor
1922
Bediüzzaman davet üzerine İstanbul’dan Ankara’ya geliyor
9 Kasım 1922: Bediüzzaman’a Meclis’de hoşâmedî yapılması
1923
19 Ocak 1923: Bediüzzaman Meclis’de mebuslara hitaben bir beyanname neşrediyor
17 Nisan 1923: Ankara’da umduğunu bulamayan ve kendisine yapılan bütün teklifleri reddeden Bediüzzaman’ın Van’a gitmek üzere yola çıkması
1925-1927
Bediüzzaman’ın Van’dan nefyi
Bediüzzaman Van’dan İstanbul’a oradan da Burdur’a getiriliyor
Isparta’da bir müddet kalan Bediüzzaman, önce Eğridir oradan da Barla’ya getiriliyor
Başta Sözler, Mektubat, Lem’alar’ın bir kısmı olmak üzere Risale-i Nur’lar te’lif edilmeye başlanıyor
1934
Barla’dan alınan Bediüzzaman’ın Isparta’ya getirilişi
27 Nisan 1935: Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya ve Jandarma Umum Kumandanı askerî bir kıt’a ile Isparta’ya geliyor ve Bediüzzaman tevkif olunuyor
Tevkif edilen Bediüzzaman ve talebeleri, muhakeme edilmek üzere Eskişehir’e götürülüyor
Tesettür âyetinin tefsirinden dolayı Bediüzzaman’a 11 ay ceza veriliyor
1936
Temyiz edilen mahkûmiyet kararının neticesi Temyiz’den gelmeden hapis müddeti tamamlandığı için Bediüzzaman tahliye ediliyor
27 Mart 1936: Tahliye edilen Bediüzzaman, Kastamonu’da ikamete mecbur ediliyor
Üç ay karakolda kalan Bediüzzaman, karakol karşısında bir eve yerleştiriliyor. Burada da bir kısım insanlar ona talebe oluyorlar. Âyet-ül Kübra ve bir kısım risalelerin telifi yapılıyor. Başka yerlerdeki talebeleriyle, Kastamonu Lâhikası adıyla toplanan kitaptaki mektublarla haberleşiyor ve hizmet metodları hakkında ikazlarda bulunuyor.
1943
20 Eylül 1943: Bediüzzaman’ın tevkif edilerek Ankara, Isparta ve oradan Denizli’ye getirilmesi
1944
Denizli mahkemesinin başlaması
15 Haziran 1944 Denizli Ağırceza Mahkemesi Bediüzzaman’ın beraetini ilân ediyor
Ağustos 1944 sonlarında Ankara’dan gelen emirle Bediüzzaman Emirdağ’da ikamete mecbur ediliyor
1948
23 Ocak 1948 Emirdağ’da kış ortasında Bediüzzaman ve talebelerinin tevkif edilişi ve Afyon mahkemesine sevki
6 Aralık 1948 Afyon Mahkemesinin mevhum ve mesnedsiz iddialarla Bediüzzaman ve talebelerine mahkûmiyet kararı verişi ve temyiz
1949
20 Eylül 1949 Yirmi ay mevkuf tutulan Bediüzzaman Hazretleri, halkın tezahüratına mâni olmak için Afyon hapishanesinden şafak vakti tahliye ediliyor
20 Kasım 1949 Bediüzzaman’ın tekrar Emirdağ’a getirilişi
1952
Ocak 1952’de Gençlik Rehberi mahkemesi için Bediüzzaman İstanbul’a geldi.
22 Ocak 1952 Salı Gençlik Rehberi mahkemesinin ilk duruşması
5 Mart 1952 Salı: Bediüzzaman’ın Gençlik Rehberi dâvasından beraeti
1953
Nisan 1953: Bediüzzaman tekrar Emirdağ’a geldi
Mayıs 1953: İstanbul’a gelen Bediüzzaman’ın üç ay kadar kalması
Bediüzzaman’ın Patrik Athenagoras’la görüşmesi
Onsekiz yıllık ayrılıktan sonra Barla’ya gelişi
1956
23 Mayıs 1956: Sekiz senedir devam eden Afyon Mahkemesinde Risale-i Nurların beraeti ve iade edilmesi
1957-1958
Nur Risalelerinin ve bu arada Tarihçe-i Hayat’ın matbaalarda neşredilmesi
1960
23 Mart 1960 Çarşamba: Bediüzzaman, Ramazan’ın 25. günü gece saat 03.00 civarında bu fani âleme veda etti
12 Temmuz 1960 Salı: Mezarı açılan Bediüzzaman’ın naaşı çıkarılarak askerî bir helikopterle meçhul bir istikamete götürülüyor.
Kaynak: Bediüzzaman Said Nursi- Mufassal Tarihçe-i Hayat, Abdülkadir Badıllı