MEKTUP-3
BÜYÜK MİLLET MECLİSİNE VERİLEN BEYANNAME (1923)
(ŞEAİRİN KORUNMASI)
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Ankara’da bulundukları kısa süre zarfında (Kasım 1922-Mayıs 1923) bir çok teşebbüslerde bulunmuştur. Bunlardan birisi de, altta tamamını yayınladığımız beyannamedir. Ankara’ya ısrarla çağrılan ve çok büyük alaka ile karşılanan Bediüzzaman Hazretleri bu arada birçok defalar M. Kemal Paşa ile görüşmüş ve çeşitli vesilelerle münasebetleri olmuştur.
Aslında Meclise hitaben yazılmış olmasına rağmen, M. Kemal Paşanın öfkesine sebep olan bu beyannameden sonra aralarında şiddetli münakaşalar olmuştur.
Bediüzzaman Hazretlerinin o meşhur sözü olan "Paşa, Paşa! Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduttur" sözü üzerine M.Kemal Paşa özür dilemiş ve etrafına “Hocam haklıdır” diye ifade etmiştir.
Meclis’te okunan ve daha sonra neşredilen bu beyanname her zaman geçerli, hatta o zamandan sonrasına bakan yönüyle daha da ehemmiyet kazanmıştır. Bu ehemmiyetli hakikatler, sahiplenecek gerçek vatanperverleri beklemektedir. Günümüzün siyasileri veya sonra idareye talip olanlar inşaallah dikkate alırlar.
«1338 (M.1923) TARİHİNDE, MECLİS-İ MEB'USANA HİTABEN YAZDIĞIM BİR HUTBENİN SURETİDİR.
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اِنَّ الصَّلَوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُوءْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
([1]) Ey Mücahidîn-i İslâm! Ey Ehl-i hall ü akd! Bu fakirin bir mes'elede on sözünü, birkaç nasihatını dinlemenizi rica ediyorum.
Evvelâ: Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet şükrü görmezse gider. Mademki Kur'an'ı, Allah'ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur'anın en sarih ve en kat'î emri olan Salât gibi feraizi imtisal etmeniz lâzımdır. Tâ onun feyzi böyle hârika suretinde üstünüzde tevali ve devam etsin.
Sâniyen: Âlem-i İslâmı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslâmiyeyi iltizam ile olur. Zira, Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler.
Sâlisen: Bu âlemde evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz. Kur'an'ın evamir-i kat'iyyesine imtisal etmekle, öteki âlemde de o nuranî güruha refik olmağa çalışmak, sizin gibi himmetlilerin şe'nidir. Yoksa, burada kumandan iken orada bir neferden istimdad-ı nur etmeğe muztar kalacaksınız. Bu dünya-yı deniyye, şan ve şerefiyle öyle bir meta değil ki, sizin gibi insanları işba etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzât olsun.
Râbian: Bu millet-i İslâmın cemaatleri -çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa yine- başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ umum Kürdistan'da umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: "Acaba namaz kılıyor mu?" derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, Beyt-üş Şebab aşairinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: "Sebeb nedir?" Dediler ki: "Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?" Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.
Hâmisen: Enbiya'nın ekseri şarkta ve hükemanın ağlebi garbda gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa'yiniz ya hebaen gider veya muvakkat, sathî kalır...
Sâdisen: Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan Frenkler dindeki lâkaydlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hattâ diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade
Sâbian: Âlem-i küfür, bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, -âlem-i İslâma- dinen galebe edemedi. Ve dâhilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye de, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı; ve İslâmiyet metanetini ve salabetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübaliyane, Avrupa medeniyet-i habise kısmından süzülen bir cereyan-ı bid'atkârane, sinesinde yer tutamaz. Demek âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılabvari bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuş ise de çabuk ölüp, sönmüş...
Sâminen: Za'f-ı dine sebeb olan Avrupa Medeniyet-i Sefihanesi yırtılmağa yüz tuttuğu bir zamanda ve Medeniyet-i Kur'anın zuhura yakın geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârane müsbet bir iş görülmez. Menfîce, tahribkârane iş ise, bu kadar rahnelere maruz kalan İslâm zâten muhtaç değildir.
Tâsian: Sizin bu "İstiklal Harbi"ndeki muzafferiyetinizi ve âlî hizmetinizi takdir
Âşiren: Bir yolda dokuz ihtimal-i helâket, tek bir ihtimal-i necat varsa; hayatından vazgeçmiş, mecnun bir cesur lâzım ki o yola sülûk etsin. Şimdi, yirmidört saatten bir saati işgal
Bahusus bu güruh-u mücahidîn ve bu yüksek meclisin ef'ali taklid edilir. Kusurlarını millet ya taklid veya tenkid edecek; ikisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibadı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmaı tazammun
Şu inkılab-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu Meclis-i âlînin şahsiyet-i maneviyesi, sahib olduğu kuvvet cihetiyle mana-yı saltanatı deruhde etmiştir. Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzât imtisal etmek ve ettirmekle mana-yı Hilafeti dahi vekaleten deruhde etmezse, hayat için dört şeye muhtaç fakat an'ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacat-ı ruhiyesini unutmayan bu milletin hacat-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse, bilmecburiye mana-yı Hilafeti, tamamen kabul ettiğiniz isme ve lafza verecek. O manayı idame etmek için kuvveti dahi verecek.
Halbuki Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarîkıyla olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı asâya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı asâ ise, [2] وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا ayetine zıddır.
Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî daha metindir ve tenfiz-i ahkâm-ı şer'iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezaifi deruhde edebilir. Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî
Harice karşı kazandığınız iyiliği, dâhildeki fenalıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki ebedî düşmanlarınız ve zıdlarınız ve hasımlarınız, İslâmın şeairini tahrib ediyorlar. Öyle ise zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, za'f-ı milliyeti gösterir. Za'f ise düşmanı tevkif etmez, teşci' eder...
حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ * نِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
***
Madde madde özetlersek milletvekilleri:
1. Farz Namazlarını kılmaları.
2. Şeair-i İslâmiyeye (dini sembol ve simgelere) taraftar olmaları.
3. Kur'an'ın kesin kati emirlerini yerine getirmeli.
4. Dini konularda gevşeklik göstermemelidirler.
5. Dinin diğer emirlerini yani farzlarını da yerine getirmeliler.
6. Meclis Saltanatı üzerine aldığı gibi, Hilafet anlamını dahi üzerine almalı.
7. Şahs-ı maneviye dayanan temsil gücü yüksek lider olmalıdır.
8. Şeair denilen dini simge ve sembolleri toplum hayatında yeniden canlandırmalılar.
İşte bu ve bunlar gibi vazifeler meclisin asli görevlerindendir. Dindar ve dine hürmetkar, hamiyetperver ve milliyetperver milletvekillerine bera-yı malumat arzolunur..