TESETTÜR ŞEAİR-İ İSLAMİYEDENDİR
Cumhuriyetin ilk yıllarında batılılaşma adı altında dinin mukaddesatına saldırılmış, bunların en birincilerinden olan tesettür kaldırılmaya çalışılmış, dinin habercisi olan Ezan-ı Muhammedî Türkçe okutulmuştur.
Buna karşı Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri tesettür risalesininin te’lifiyle şeairden olan tesettürün, kadınlar için fıtrîliğini Kur’an ayetlerini tefsir ederek ispat etmiştir. Bu risalesinden dolayı kanun ile değil, kanaat-i vicdaniye ile 1935 yılında bir yıl hapse mahkum edilmiştir.
Bu yasaklanan şeair-i İslamiyeler milletin vicdanında derin teessürler meydana getirmiş ve milletin reyleriyle iktidara gelen Demokrat Parti hükümeti ilk önemli icraatı olarak Ezan-ı Muhammedînin aslî şekli olan Arapça okutulmasını sağlayarak milleti memnun etmiştir.
Milletimizim memnun edilmesinin devamı için din derslerinin bütün mekteplerde okutulması, tesettürün serbestiyeti gibi şeairlerin de yaşanması sağlanmalıdır. Bu hususta müsbet siyasilere vazifeler düşmektedir. Şimdiki hükümetin gayretleri takdire şayandır.
Tesettürün Şeair-i İslamiyeden olduğunu belirten Bediüzzaman Hazretleri der ki;
“Risale-i Nur’un erkân-ı mühimmesinden bir zât yazıyor ki:
"Adapazarı zelzelesinin aynı gününde, zelzeleden birkaç saat evvel, umumî ve herkese göstermek için, bir büyük tiyatro teşekkülüyle ve oyuncu kızlardan dört güzelini çırılçıplak olarak alayişle çarşı ve pazarda gezdirerek, o cazibedarlara kapılan tiyatro binasında toplanan bin kişiden fazla seyirciler, oyun başlarken, birdenbire arz kemal-i hiddet ve gayz ile onların hayâsız yüzlerini dehşetli tokatladı, mahvedip zîr ü zeber etti. Ve o binayı hâk ile yeksan eyledi."
Ben, dünyanın bu nevi hâdiselerinden iki senedir hiç haberim yoktu, bakmıyordum. Fakat bugünlerde hem Hüsrev ve hem kahraman Çelebi zelzeleden haber vermeleri; ve Hüsrev ve rüfekasının kanaatıyla, Isparta’nın gürültülü zelzelesi, karşısında Risale-i Nur’u kuvvetli bir kalkan bulmasıyla hiçbir zarar vermemesi; ve Risale-i Nur’a muarız bir hocanın bütün hasılatını mahveden dolu o muarıza has kalması, başkasına ilişmemesi bir derece kanaat verir ki; ekser vilayetlere giren ve Adapazar’a girmeyen Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir esası olan Tesettür Şiarını bu derece açık ihanetiyle, Risale-i Nur onların yardımlarına koşmamış diye, yalnız bu hâdiseye baktım.” (K:262)
“Beni cezalandırmağa gösterdikleri bir sebeb:
Benim tesettür, irsiyet, zikrullah, taaddüd-ü zevcat hakkında Kur’anın gayet sarih âyetlerine, medeniyetin itirazlarına karşı onları susturacak tefsirimdir…
İşte ben de adliyenin mahkemesine derim ki:
Binüçyüzelli senede ve her asırda üçyüzelli milyon müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kudsî ve hakikî bir düstur-u İlahîyi üçyüzelli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve binüçyüz senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir diye bağırıyorum. Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin!…” (Ş:448)
EHL-İ BİD’ANIN ŞEAİR OLAN EZANI VE KAMETİ YASAKLAMASI
İslâmiyetin ibadet hayatına da ilişen dinde reformistler ezan ve kamet gibi kudsî şeairin yerine getirilmesini bir devre (1932-1950) yasaklamışlardır.
Bu bid’atcılara ve mülhidlere karşı şiddetli mukabele eden Bediüzzaman Hazretlerinin müdafaalarından bazıları şöyledir:
“Bu yakınlarda ehl-i ilhadın perde altında tecavüzleri gayet çirkin bir suret aldığından; çok bîçare ehl-i imana ettikleri zalimane ve dinsizcesine tecavüz nev’inden; bana, hususî ve gayr-ı resmî, kendim tamir ettiğim bir mabedimde, hususî bir-iki kardeşimle hususî ibadetimde, gizli ezan ve kametimize müdahale edildi. "Ne için Arabca kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?" denildi. Sükûtta sabrım tükendi. Kabil-i hitab olmayan öyle vicdansız alçaklara değil; belki milletin mukadderatıyla, keyfî istibdad ile oynayan firavun-meşreb komitenin başlarına derim ki:
Ey ehl-i bid’a ve ilhad!.. Altı sualime cevab isterim.” (Mektubat sh: 429) diyerek devam eden yazıda, insaniyeti ve hak kanunlarını hiçe sayarak tecavüz eden bid’at ve nifak cereyanına sorduğu sualler ile mütecavizlerin mahiyetlerini açığa çıkartıp milleti ikaz ediyor.
Müdafaanın devamında da diyor ki: “İslâmiyet ile eskiden beri imtizaç ve ittihad eden, ciddî dindar ve dinine samimî hürmetkâr Türklük milliyetine bütün bütün zıd bir surette, Firenklik manasında Türkçülük namıyla, tahrifdarane ve bid’akârane bir fetva ile "Türkçe kamet et!" diye benim gibi başka milletten olanlara teklif etmek hangi usûlledir?” (Mektubat sh: 430)
Evet, burda anlatıldığı üzere dinî hayata karışmamak prensibiyle ortaya çıkan ve bir kısım resmî makamları işgal eden ehl-i bid’anın, iddia ettikleri Lâiklik prensibine göre müdahele edemiyeceği mukaddesata, Din ve Vicdan Hürriyetini açıkça çiğneyerek tecavüz edilmesi eş kabul etmez bir zulümdur. Bu zulme karşı Bediüzzaman Hazretleri şöyle mukabele ediyor:
“Nev’-i beşerde, hususan bu asr-ı hürriyette ve bilhassa medeniyet dairesinde hemen umumiyetle hüküm-ferma "hürriyet-i vicdan" düsturunu kırmak ve istihfaf etmek ve dolayısıyla nev’-i beşeri istihkar etmek ve itirazını hiçe saymak kadar cür’etinizle, hangi kuvvete dayanıyorsunuz?
Hangi kuvvetiniz var ki, siz kendinize "lâdinî" ismi vermekle, ne dine ne dinsizliğe ilişmemeyi ilân ettiğiniz halde; dinsizliği mutaassıbane kendine bir din ittihaz etmek tarzında, dine ve ehl-i dine böyle tecavüz, elbette saklı kalmayacak!
Sizden sorulacak!.. Ne cevab vereceksiniz?
Yirmi hükûmetin en küçüğünün itirazına karşı dayanamadığınız halde, nasıl yirmi hükûmetin birden itirazını hiçe sayar gibi, hürriyet-i vicdaniyeyi cebrî bir surette bozmağa çalışıyorsunuz.” (Mektubat sh: 430)
Bu ve benzeri müdafaalar, Müslümanlar için ve bilhassa hakikî Nurcular için, dini koruma gayretini ve hassasiyetini takviye eden telkinlerdir.
Yukarıda da Hz. Üstadın anlattığı üzere, lâiklik, dinden kopuk rejim olmakla beraber ne dine ne dinsizliğe ilişmemek manasında iken bu gizli ve mütecaviz ehl-i bid’a, tecavüzde Lâikliği de aşıyor.
Zalimlerin zulmü unutulmamalıdır. Eğer unutulup zulme nefret edilmezse, aşağıda gelen 10. arabaşlıkta izah edildiği gibi manevî tehlike çok büyük olur.
Nümune-i imtisal bir Nur Talebesinin aleniyetteki yaşayışı şöyle tavsif ediliyor:
“Hem Şeair-i İslâmiyenin cebren kaldırıldığı ceberut devrinde, dünya hatırı için kendini mecbur zannederek o kudsi şeairden fedakârlık yapanların ve din zararına hareket edenlerin ve İslâmiyete muhalif fetvalara ve bid’alara mecbur edilenlerin çokluğu zamanında Bediüzzaman, ne lisan-ı halinde, ne lisan-ı kalinde ve ne de fiiliyatında o kadar zulümler çektiği ve idamlarla tehdit edildiği halde en küçük bir değişiklik bile yapmamıştır.” (Tarihçe-i Hayat sh: 694)
Medenî yaşayışa geçiş diyerek milleti aldatıp dinin aslında olmayan ve dine zıt olan yaşayışı (bid’aları) getirmek ve şeairi unutturmak faaliyetinin hızlandırıldığı ilk devrelerde, bu gizli cereyanın sinsi maksadını anlayan Bediüzzaman Hazretleri bu gelen ifsada karşı mukabele eden ikaz yazıları Nurun İlk Kapısı eserinde neşretmiştir. Bu eserden çok az bir kısmını nazara veriyoruz. Şöyle ki:
“Ey birader! Düşman hariçte olsa, insan silâhsız o düşmanla geçinebilir. Fakat düşman kal’a içine girse ve gizlense, o vakit o düşmana karşı silâhlanmak, zırh giymek ve gayet dikkat etmek, hem pek ciddî sebat etmek lâzımdır. Tâ ki hayat-ı ebediyesini hafî darbelerden kurtarabilsin.
Ey kardeş! Zırh ve silâh, namaz ve takvadır. Kur’an’ın zincirini muhkem tut. Onun sözüne kulak ver. Başkaları seni aldatmasın. Şu zamanın gafil sarhoşları içinde, seni terk-i şeaire ve medeniyet-i dünyaya davet edenlere de ki:
"Hey sersem gafiller! Benim halim sizi dinlemeye müsaid değil. Zira benim arkamda, tâ kulağımın dibine kadar yakınlaşan ecel arslanı beni tehdid ediyor.” (Nurun İlk Kapısı sh: 143)
“Ey gafil! Eğer ölümü öldürebilirsen; zevali dahi dünyadan izale edebilirsen ve acz ve fakrı beşerden kaldırabilirsen ve katı-üt tarîklik yapmak için zîhayatın hususan insanın ebede giden yolunu seddedecek bir çare bulmuşsan, dinden istiğna ve dinin şeairini terketmeğe insanları davet edebilirsin.” (Nurun İlk Kapısı sh: 146)
“Şu dalalet-âlûd ve sefahet-perver medeniyetin şakirdleri ve idlâl edici sakîm felsefenin talebeleri, acib ihtirasat ve pek garib tefer’unlukla sarhoş olmuşlar.
Sonra gelip, desiseler ile müslümanları, ecnebilerin âdâtına davet ve terk-i Şeair-i İslâmiyeye teşvik ediyorlar. Halbuki her Şeairde nur-u İslâma bir şuur ve bir iş’ar vardır.” (Nurun İlk Kapısı sh: 23)