Avrupa Birliği meselesi

Risale-i Nurlarda

İSLÂM BİRLİĞİNE GİDİLECEĞİ VAR

Risale-i Nur eserlerinde Avrupa değil İslam birliğinin elzemiyeti mükerrer nazara verilmiştir. Ancak Hıristiyan dünyasından hakiki İsevilerle birleşmekten de bahisler var. Bu birleşmede İslâm İsevîliğe değil, İsevîlik İslâma tabi olacak denilmektedir. Evet, ferdî ve içtimaî hayatiyle semavîliğe bağlı olan İslâm milleti, arzî ve beşerî anlayışlara bağlı kalamaz.

Mesela “…Âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet ni­yetiyle medeniyet ve mukad­desat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleş­tirmeye ça­lışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati namı al­tında ve “Müslüman İsevîleri” ünva­nına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı ulûhiyetten kurtara­cak.” (Mektubat sh: 441)

“Yani, onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öl­dü­recek; ancak semâvî ve ulvî, hâlis bir din İsevîlerde zuhur edecek ve haki­kat-ı Kur’aniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî di­nidir ki, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nüzulü ile o dinsiz meslek mahvolur, ölür.” (Şualar sh: 581)

Hem Risalelerde anlatılan ehl-i kitapla birleşmeyi, İslamiyeti tam tasdik eden İsevî ruhanîlerinin yapacağı ifade edilir.

Şualar adlı eserde de şöyle deniliyor: “Deccal’ın, teşkil et­tiği dehşetli maddiyyunluk ve dinsizli­ğin azametli heykeli ve şahs-ı mânevîsini öl­dürecek ve inkâr-ı ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak İsevî ruhanîleridir ki; o ruhanîler din-i İsevî’nin haki­katını hakikat-ı İslâmiye ile mezcederek o kuvvetle onu dağı­tacak, mânen öldürecek. Hattâ, “Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir, Hazret-i Mehdi’ye na­mazda iktida eder, tâbi olur”[1] diye rivayeti, bu itti­faka ve hakikat-ı Kur’aniyenin metbu­iyetine ve hâkimiyetine işaret eder.” (Şualar sh: 587)

[1] İbn-i Mace hadis: 4077

Hazret‑i Üstâd Bediüzzaman’ın 1953 yaz aylarında, İstanbul Fener Patriği ALTHENAGORAS ile görüşmesi ve tebliği var ki, bu meselemize bakmaktadır.

O günlerde Üstâd’la beraber bulunmuş halen hayatta olan Nur talebelerinden bir çoğu rivayet ederler ki: Bir gün Hazret‑i Üstâd, yanında Üniversiteli Ziya Arun olduğu halde, Fener’deki Patriğe gitmiş, görüşmüş ve ona:

“Hıristiyanlığın din‑i hakikisi olan;

  • Tevhid ve Nübüvveti kabul ettiğiniz gibi,
  • Hazret‑i Muhammedi de (A.S.M) Peygamber ve
  • Kur’ân‑ı Kerimi de Kitabullah olarak kabul ederseniz, ehl‑i necat olacaksınız.” dedi.

Patrik Althenagoras cevabında: “Ben kabul ediyorum…” deyince Bediüzzaman:

“O halde siz bunu dünyanın diğer ruhanî reislerine de söylüyor musunuz?”

Patrik: “Söylüyorum, amma onlar kabul etmiyorlar.” diye cevab vermiş.

Keza Avrupa devletlerinin İslamiyeti kendine bağlamaya değil, İslam birliğine tarafdar olmaları gerektiğini siyasîlere hatırlatan Bediüzzaman Hz. diyor ki:

“Şimdiki bu hükûmetimizin hakikî kuvveti, hakaik-ı Kur’aniyeye dayanmak ve hiz­met etmektir. Bununla, ihtiyat kuvveti olan üç yüz elli mil­yon uhuvvet-i İslâmiye ile itti­had-ı İslâm da­iresinde kardeşleri kazanır. Eskiden Hristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma taraftar değildi­ler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için, hem Amerika, hem Avrupa devlet­leri Kur’ana ve ittihad-ı İslâma taraftar ol­mağa mecburdurlar.” (Emirdağ Lâhikası-II sh: 54)

Dünyevi boğuşmaların en sonunda; Hıristiyanlık alemindeki menfi cereyanın İslam dünyasına tecavüzünü, İslam birliği ile birleşen hakiki İsevîliğe daynacak olan Yeni dünyanın yani Amerika’nın İttihad-ı İslâm kuvvetiyle birlikte durduracağını haber veren Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:

“Ehemmiyetli bir endişe ve bir tesellî kalbime geliyor ki: Bu geniş boğuşmaların ne­ticesinde, eski harb-i umumîden çıkan zarar­dan daha bü­yük bir zarar, medeniyetin isti­nadı, menbaı olan Avrupa’da, Deccalâne bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi tesellîye medar, Âlem-i İslâmın tam in­ti­bahiyle ve Yeni Dünyanın, Hristiyanın hakikî dinini düstur
-u hareket it­tihaz etmesiyle ve Âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ana ittihad edip tâbi olması,
o dehşetli gelecek iki cere­yana karşı semavî bir muave­netle dayanıp, in­şaallah galebe eder.” (Emirdağ Lâhikası-I sh: 58)

Bu kısımda da Amerika’nın İslam âlemiyle ittifak edeceği ve onun yardımına muhtaç olduğu nazara verilmiştir.

Hazret-i Üstad 1911 yılında Şam’da Cami-ül Emevîde verdiği hutbesinde aynı hükme dikkat çekip diyor ki:

“Ey Câmi-i Emevî’deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvan­larım! Acaba baştan buraya kadar olan mu­kaddemeler netice vermiyor mu ki; istikbalin kıt’alarında hakiki ve mânevi hâkim ola­cak ve beşeri, dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyet’tir ve İslâmiyet’e inkılab et­miş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakiki dinidir ki Kur’an’a tâbi olur, ittifak eder.” (Hutbe-i Şamiye sh: 30)

Mezkûr beyanların heyet-i umumiyesinden anlaşılıyor ki, Avrupa birliğine girmenin temelinde, Allahın sonsuz ilminden gelen Kur’anın ve İslâmiyetin beşerî anlayışlara tabi olması  manası yatar. Bu ise, Risale-i Nurdan kısmen alınan sarih beyanlara ters düşer.

Bediüzzaman Hazretlerinin, İslâmiyetin Avrupa medeniyetinden uzak durmasını anlatan aşağıda gelen  beyanı, bu meselenin yani İslâmiyetin metbuiyet makamında olduğunun mânâ inceliği ve mahiyeti cihetiyle  calib-i dikkattır. Şöyle ki:

“Âlem-i İslâmın şu medeniyete karşı istinkâfı ve soğuk davranması ve kabülde ıztırabı cây-ı dikkattir. Zira istiğna ve istiklâliyet hassasiyle mümtaz olan şeriattaki İlâhî hidayet, Roma felsefesinin dehasiyle aşılanmaz, imtizac etmez, bel’ olunmaz, tâbi olmaz… Bir asıldan tev'em (ikiz) olarak neş'et eden Eski Roma ve Yunan, iki dehalariyle; su ve yağ gibi mürur-u a'sar (asırlar) medeniyet ve Hıristiyanlığın temzîcine çalıştığı halde, yine istiklâllerini muhafaza, âdeta tenasuhla o iki ruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar. Onlar, tev'em ve esbab-ı temzic varken imtizac olunmazsa, şeriatın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim, pis medeniyetin esası olan Roma dehasiyle hiçbir vakit mezc olunmaz, bel’ olunmaz…” (Tarihçe-i Hayat sh: 132)

Evet, “Âlem-i insaniyette, zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr; her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış, iki şecere-i azîme hükmünde… Biri, silsile-i nübüvvet ve diyanet; diğeri, silsile-i felsefe ve hikmet, gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizaç ve ittihad etmiş ise, yani silsile-i felsefe, silsile-i diyanete dehalet edip itaat ederek hizmet etmişse; âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişler ise, bütün hayır ve nur, silsile-i nübüvvet ve diyanet etrafına toplanmış ve şerler ve dalaletler, felsefe silsilesinin etrafına cem'olmuştur.” (Sözler sh: 538)

Şu husus şayan-ı dikkattir ki, Avrupa birliğinin lüzumunu göstermek için Risale-i Nurdan nazara verilecek mezkûr parçalara dikkat edilince, aynı parçalarda bilakis İslâm Birliğinin ve İslâmiyete tabi olmanın lüzumu görülüyor. Bundan da anlaşılıyorki, Risale-i Nura kendi anlayışına delil bulmak için değil, ondaki hükmü görmek niyetiyle bakılmalıdır.

Eğer bu Avrupa Birliğinden, beşerin sulh-u umumisi ümid ediliyorsa, Risalelerde böyle bir sulhun ancak İslâmiyetten gelebileceği nazara veriliyor. Evet, siyasîlere hitab eden Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadeleri:

“Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak'la gayet muvaffakıyetkârane ittifakını, bu millete kemal-i samimiyetle, sürur ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşâallah dörtyüz milyon İslâm'ın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i ammenin teminine kat'î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim.” (Emirdağ Lahikası-2 sh: 222)

Bediüzzaman Hazretleri aynı mektub içinde İslam devletlerinin ittifakından; “sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hristiyan ve sair dinler sahiblerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya” diyerek İslam Birliği sayesinde başta hristiyanlar diğer din sahiblerinin de sulh içinde yaşayacaklarını beyan eder.

“Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip, seyyiatı hasenatına râcih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zir ü zeber edip öyle bir kusdu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşâallah istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de te'min edecek.

Evet; “Avrupanın medeniyeti, fazilet ve hüda üstüne te'sis edilmediğinden; belki heves ve heva, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden; şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı, hasenatına galebe edip, ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle, Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir… Hakikat-ı İslâmiyenin güneşi ile sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, rahmet-i İlâhiyyeden bekliyebilirsiniz…” (Tarihçe-i Hayat sh: 94)


Her halde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa, hakaik-i İslâmiye, beşeri esfel-i safilîn derece-i sukutundan kurtarmaya ve rûy-i zemini temizlemeğe ve sulh-u umumîyi temin etmeğe vesile olmasını Rahman-ı Rahîm’in rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümid ediyoruz ve bekliyoruz.” (Hutbe-i Şamiye sh: 43)

Hem de beyn-el milel sinsi ifsad cereyanı her tarafa parmak sokarken ve ifsadların yapılamıyacağına dair hakiki te’minat yokken, o ulvi ve kudsi Kur’anın ve âlem-i İslamın istikbalini mechul ellere teslim etmeğe âlem-i İslamın mütedeyyin kalb-i müştereki herhalde evet demez.

Eğer, mevcud fitne-i ahirzaman ile Avrupa birliği mukayesesinde ehvenüşşer kaidesi nazara alınmalıdır  denilirse, denilir ki, Bediüzzaman mevcud fitnenin de aynı canibden geldiğini söyler. Mesela Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

“Biz müteharrik-i bizzât değiliz. Bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder. Biz kendimizden hayal edip, esammane tahribimizde eser-i telkini icra ederiz.” (Sünuhat, Tuluat, İşarat sh: 46)

Yani Avrupadan tahrikat ve bizde de tatbikat var.  İkisinin de merkezi birdir ve tercih için gereken taraf yoktur.

Evet, “Avrupa'nın insaniyetperver maskesi altında vahşi reislerinin sağır kulakları çınlasın!.. Ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun! Ve bu asırda, yüzbin cihette "Yaşasın Cehennem" dedirten mimsiz medeniyetperestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzuhaldir.” (Mektubat sh: 429) ifadesi de aynı hükme bakar

Keza “Biz, ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz. Fakat kâfirlerin kılıncı ile değil. Kâfirlerin kılınçları başlarını yesin; kılınçlarından gelen faide bize lâzım değil. Zâten o mütemerrid ecnebilerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler.” (Lem’alar sh: 105)

“Evet Risale-i Nur'a perde altında hücum eden, ecnebi parmağıyla bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan âlem-i İslâmın teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini kırmak ve nefret verdirmek için siyaseti dinsizliğe âlet ederek perde altında küfr-ü mutlakı yerleştirenlerdir” (Şualar sh: 281)

“Siyaseti dinsizliğe âlet” tabiri ile, Âlem-i İslâmın kabul etmeyeceği rejim değişikliğini hatırlatır.

Şimdi ise, Avrupa Birliğinin anayasasına bağlı kalarak Avrupaya teslim olmak, Türkiyeye ümidle bakan Âlem-i İslâmın nazarını başka tarafa çevirmesine sebeb olur.

Bu çok ciddî meseleyi ilk meclis kurulduğu zaman kemal-i ciddiyetle meclise arzeden Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:

“Sizin bu "İstiklal Harbi"ndeki muzafferiyetinizi ve âlî hizmetinizi takdir eden ve sizi can u dilden seven, cumhur-u mü'minîndir. Ve bilhassa tabaka-i avamdır ki sağlam müslümanlardır. Sizi ciddî sever ve sizi tutar ve size minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler. Ve, intibaha gelmiş en cesîm ve müdhiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evamir-i Kur'aniyeyi imtisal ile onlara ittisal ve istinad etmeniz maslahat-ı İslâm namına zarurîdir. Yoksa, İslâmiyetten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz Avrupa meftunu firenk mukallidleri, avam-ı müslimîne tercih etmek, maslahat-ı İslâma münafî olduğundan, âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdad edecek…” (Mesnevi-i Nuriye sh: 101)

Bu durumda ise, Türkiye devleti Âlem-i İslâmdan kopmuş ve kendi milletinin de desteğini kaybetmiş ve istinadsız bir duruma düşmüş olur.


Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …