1908 yılı İkinci Meşrutiyetin ilk günlerinde İstanbul’da, bir hafta sonra da Selanik Hürriyet Meydanında, Bediüzzaman Hazretleri bir nutuk verir. Çok hakikatleri ifade ettikten sonra der ki:
“Yaşasın Şeriat-ı Garrâ! Yaşasın Adalet-i İlâhî! Yaşasın İttihad-ı Millî! Ölsün İhtilâf! Yaşasın Muhabbet-i Millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!
*Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!
*Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve
*Nur talebeleri.
Said Nursî” (Divan-ı Harb-i Örfî sh: 81)
Görüldüğü gibi parlak nurlu din, Allah’ın kanunları ve milli beraberlik ve sevgi methedildikten sonra; ayrılıklar, şahsi garazlar, intikam düşüncesinin de gebermesi, yani bitmesi isteniyor.
Sonunda:
kahramanlığın cisimleşmiş şekli, ezici kuvvetin şahıslaşmış şekli olan askerler;
düşünceli ve tedbirli hareket eden ve siyasi sahada faaliyet gösteren siyasi parti;
din sahasında da Nurcular takdir ediliyor.
İlk orijinal nüshada “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamber!” denildiği halde Hazreti Üstad bu tabiri 1950 den sonraki tashihinde “Nur Talebeleri” diye değiştirmiştir. Demek o vazife bu zamanda böyle tecelli etmiştir.
Yine 1950 den sonra yazdığı haşiyede ise, Hz. Üstad yukarıdaki meseleye şu dipnotu da ilave etmiştir.
HAŞİYE “Medar-ı ibret ve hayrettir ki, kırk üç sene evvel Hürriyetin üçüncü gününde, İstanbul’da, hem sonra Selânik’te Meydan-ı Hürriyette binler siyasîlere karşı dâvâ ettiği ve bütün kuvvetiyle şeriatı istediği ve hürriyeti ve meşrutiyeti şeriata hizmetkâr yaptığı ve sonra 31 Mart’ta Hareket Ordusu gayet dehşet ve şiddetle şeriat isteyenleri mes’ul ettikleri zamanda Divan-ı Harb-i Örfî’de Said’in bu münteşir nutuklarından tam beraat verildiği halde; şimdi ise, siyaseti otuz seneden beri bıraktığı ve o nutuklarına nispeten siyasete pek az teması için 27 sene dinsizlik hesabına işkenceler ve gaddarane azap ve cezalar verenler, elbette din namına zulmettiklerini ve engizisyonlardan daha zâlim olduklarını ispat eder. Said Nursî”
ASKERLERİN MEŞRUTİYETE KATKILARI
1908’de ilan edilen ll. Meşrutiyet (*) hakkında sorulan bir suale, hürriyete kimlerin vesile olduğunu şöyle anlatır:
(*) Üstad Bediüzzaman Hazretleri, o zaman meşrutiyet olarak kullandığı bu tabiri 1951 yılında bu eserini kendisi bizzat tashih edip tekrar neşrederken meşrutiyet yerine Cumhuriyet, bazı da Demokrat manasında kullanmış ve bu ilaveleri yapmıştır.
«Hürriyet ve meşrutiyet; askerlerimizin süngüsüyle, cemiyet-i milliyenin kalemiyle sahife-i vücuda geldi.» (Münazarat sh: 31)
Mezkûr cevapta, askerler, değil meclisi feshetmek veya hürriyetleri askıya almak bilakis elindeki maddi kuvveti, meclisi çalıştırmak, hürriyetlerin verilmesinde kullanmak gerektiği çok öz olarak ifade ediliyor.
ASKERLERE HİTAPLAR
Osmanlı devletinin son devresinde vukubulan meşhur 31 Mart Hadisesinde askerlerin de o olaylara karışması ve karıştırılması üzerine bundan fevkalâde müteessir olan Bediüzzaman Hazretleri hem hadisenin yatıştırılması, hem de askerin, asli görevini bırakarak günlük siyasî olaylara karışmaması ve itaata bedel aralarına ihtilâfın girmemesi için ikaz etmiştir. Bir hitabesi aynen şöyledir:
“Asâkire Hitap
(Dinî Ceride, numara 110, 30 Nisan 1909)
Ey asâkir-i muvahhidîn! Fahr-i Âlemin Aleyhissalâtü Vesselâm fermanını size tebliğ ediyorum ki, şeriat dairesinde ûlülemre itaat farzdır. Ûlülemriniz ve üstadlarınız, zabitlerinizdir. Askerlik ocağı cesîm ve muntazam bir fabrikaya benzer. Çarkların biri intizam ve itaatte serkeşlik etmekle, bütün fabrika hercümerc olur.
Sizin o muntazam ve kuvvetli fabrika-i askeriyeniz, otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon nüfus-u İslâmiyenin nokta-i istinadı ve mâden-i istimdadıdır.
Sizin iki müthiş istibdadı kansız ve def’aten öldürmeniz harikulâde olduğundan ve şeriat-ı garrânın iki mucize-i garrâsını izhar ettiğinizden, zaifü’l-akide olanlara hamiyet-i İslâmiyenin kuvvetini ve şeriatın kudsiyetini iki burhan ile izhar eylediniz. Bu iki inkılâbın pahasına binler şehit verseydik, ucuz sayacaktık. Lâkin itaatinizden binde bir cüz’ü feda olunsa, bize pek çok pahalı düşer. Zira itaatinizin tenakusu, ukde-i hayatiye veya hararet-i gariziyenin tenakusu gibi, mevti intaç eder.
Tarih-i âlem serâpâ şehadet ediyor ki, asker neferatının siyasete müdahaleleri devletçe ve milletçe müthiş zararları intaç etmiştir. Elbette hamiyet-i İslâmiyeniz böyle sizi uhdenizde olan hayat-ı İslâmiyeye zarar verecek noktalardan men edecektir.
Siyaset düşünenler, sizin kuvve-i müfekkireniz hükmünde olan zabitleriniz ve ûlülemirlerinizdir.” (Hutbe-i Şamiye sh: 105)
Bu hitaptan alacağımız çok dersler bulunmaktadır. Türk Ordusunun vaziyeti sadece ülkemize değil, İslam Dünyasına da etkileri de bulunacaktır. Hazreti Üstad askerlerin siyasete karışmamasını değil, neferatın yani hizmet kadrosu olan eratın karışmamasını ifade etmiştir. İdareci kadro olan üst düzey subayların; memleketi ve bin yıllık tarihini ve iftihar vesilesi olan İslamı ve İslam alemini düşünmeleri vazifeleri icabıdır.
Üst düzey kadronun dizginini, bir zamandır İslam Deccalı Süfyana kaptırdığı ifade edilmiştir. Fakat kahraman ordu kaptırdığı dizginini Deccal Süfyan cereyanından kurtaracaktır. Hazreti Üstad bu müjdeyi vermiştir. Yani bir devre geçici devredir. Üstadın üstteki ifadeleri geçici devrenin sona ereceğini ve ordunun asli vazifesine döneceğini dairdir.
Bu beyanlardan anlaşılıyor ki ordunun yıpratılması ve hakiki vazifesi dışında kalması doğru değildir..