Âl-i Beyte Muhabbet Esastır


Risale-i Nur Mesleğinde

28 – ÂL-İ BEYT’E MUHABBET ESASTIR

1- « اِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبَى âyetinin bir kavle göre mânâsı: “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vazife-i risale­tin icrasına mukabil ücret istemez yalnız Âl‑i Beytine meved­deti istiyor.”

Eğer denilse: “Bu mânâya göre, karâbet-i nesliye cihetinden gelen bir fayda gözetilmiş görünüyor. Halbuki, [1] اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ اَتْقَيكُمْ sırrına binaen, karâbet-i nesliye değil, belki kurbiyet-i İlâhiye nok­tasında vazife-i risalet cereyan ediyor.”

Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ nazarıyla görmüş ki, Âl-i Beyti, âlem‑i İslâm içinde bir şecere-i nu­raniye hükmüne geçecek. Âlem-i İslâmın bütün tabakatında, ke­mâlât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zatlar, ekseri­yet-i mutlaka ile, Âl-i Beytten çıkacak. Teşehhüddeki, ümme­tin âl hakkındaki duası ki,

اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى اۤلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ * كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى اۤلِ اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ

dir, makbul olacağını keşfetmiş.

Yani, nasıl ki millet-i İbrahimiyede ekseriyet-i mut­laka ile nuranî rehberler Hazret-i İbrahim’in (a.s.) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi ümmet-i Muhammediyede de (a.s.m.), vezâif-i azîme-i İslâmiyette ve ekser turuk ve mesâlikinde, enbiya-yı Benî İsrail gibi, aktâb-ı Âl-i Beyt-i Muhammediyeyi (a.s.m.) görmüş.

Onun için, قُلْ لاَ اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبَى demesiyle emroluna­rak, Âl-i Beyte karşı ümmetin mevedde­tini istemiş.

Bu hakikati teyid eden mükerrer rivayetlerde fer­man etmiş:

Size iki şey bırakıyorum onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.”[2] Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle ilti­zam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir.

İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ün­vanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risa­letçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyesine ittibâı terk eden, ha­kikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.

Hem ümmetini Âl-i Beytin etrafında top­lamak ar­zu­sunun sırrı şudur ki: Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok te­kessür edece­ğini izn-i İlâhî ile bilmiş ve İslâmiyet zaafa dü­şeceğini anlamış. O halde, gayet kuv­vetli ve kesretli bir cemaat-i mütesânide lâzım ki, âlem-i İslâmın terakkiyât-ı mâneviyesinde medar ve merkez ola­bil­sin. İzn-i İlâhî ile düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyti etrafına top­lamasını arzu etmiş.

Evet, Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman husu­sunda sairler­den çok ileri olmasa da, yine teslim, ilti­zam ve ta­rafgirlikte çok ile­ridedirler. Çünkü İslâmiyete fıtraten, nes­len ve cibilliyeten taraf­tardırlar. Cibillî ta­raf­tarlık zayıf ve şansız, hattâ haksız da olsa bı­rakıl­maz. Nerede kaldı ki, gayet kuvvetli, gayet hakikatli, gayet şanlı bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref ka­zandığı ve canla­rını feda et­tikleri bir hakikate taraftar­lık, ne ka­dar esaslı ve fıtrî ol­du­ğunu bilbedâhe hisseden bir zat, hiç taraftarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şid­det-i ilti­zam ve fıtrî İslâmiyet cihe­tiyle, din-i İslâm le­hinde ednâ bir emâreyi kuvvetli bir burhan gibi kabul eder. Çünkü fıtrî taraftardır. Başkası ise, kuvvetli bir burhan ile sonra iltizam eder.» (Lem’alar sh: 21)

2- «Risale-i Nur’un üstadı ve Risale-i Nur’a Celcelutiye Kasidesinde rumuzlu işaratiyle pek çok alâ­ka­darlık gösteren ve benim hakaik-i imaniyede hususî üs­ta­dım, İmam-ı Ali’dir (r.a.).

Ve [3] قُلْ لاَ اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبَى âyetinin nas­sıyla, Âl-i Beytin muhabbeti, Risale-i Nur’da ve mesle­ğimizde bir esastır ve Vehhâbîlik damarı, hiç­bir cihette Nur’un hakikî şakird­lerinde olmamak lâzım geliyor.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 204)

3- «Nur şakirdlerinin üstadı İmam-ı Ali Radıyallahu Anh’tır ve Nur’un mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt esastır (Emirdağ Lâhikası-l sh: 242)

4- «Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vahye is­tinaden, herbir asırda kuvve-i mâneviye-i ehl-i imanı mu­hafaza etmek için, hem dehşetli hadiselerde ye’se düşme­mek için, hem âlem‑i İslâmiyetin bir sil­sile-i nuraniyesi olan Âl-i Beytine ehl-i imanı mâ­nevî raptetmek için Mehdîyi haber vermiş.» (Mektubat sh: 95)

5- «O hadisin ve Süfyan ve Mehdî hakkındaki ha­dis­lerin [4] ifade ettikleri mânâ budur ki:

Âhirzamanda, dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bu­la­cak:

Birisi: Nifak perdesi altında risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) in­kâr edecek, Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat‑ı İslâmiyenin tahri­bine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nu­ranîsine bağlanan ehl-i ve­lâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı mâne­vîsi olan cereyan-ı münafı­kaneyi öldürüp dağıtacaktır.» (Mektubat sh: 56)

6- «Felillâhilhamd,

اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى اۤلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى اۤلِ اِبْرَاهِيمَ فِى الْعَالَمِينَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ

duası—umum ümmet, umum namazında, günde beş defa tekrar ettikleri bu dua—bilmüşahede kabul ol­muştur ki, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki, umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve âsârın mecmalarında o nuranî zatlar kumandan­lık edi­yor­lar.HAŞİYE Ve öyle bir kesrettedirler ki, o kuman­danla­rın mecmuu, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüdle bir fırka vaziye­tini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir mil­letin ordusu onlara karşı dayanamaz. İşte, o pek kes­retli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hazret-i Mehdînin en has ordusudur.

Evet, bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yük­sek şe­ref ve âli hasep ve asil neseple mümtaz hiçbir ne­sil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen sey­yidler nesli kadar kuv­vetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zaman­dan beri bü­tün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve ehl-i ke­mâlin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, ke­miye­ten milyon­ları ge­çen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve ci­handeğer şeref-i inti­sabıyla serfi­razdırlar. Böyle bir ce­maat-i azîme içindeki mukaddes kuvveti teh­yiç edecek ve uyandıracak hâdisât-ı azîme vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdî başına geçip tarik-i hak ve hakikate sevk edecek. Böyle ol­mak ve böyle ol­masını, bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âde­tullah­tan ve rahmet-i İlâhiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.» (Mektubat sh: 440)

7- «Bu defaki sualinizin iki ciheti var: Biri, sırr-ı Âl-i Abâ ci­heti ki, o sırdır. Ben o sırrın ehli değilim ki, cevap vereyim. Yahut herbir sırrın izharı kaleme gel­mez. Çünkü, hakikat-i Muhammediyenin bir cil­vesi o Âl-i Abâda tezahür ediyor. İkinci cihet-i za­hirîsi ise zahirdir. Ezcümle: Sahih-i Müslim’de Ümmü’l-Mü’minîn Âişe-i Sıddîka’dan (r.a.) mervîdir ki, demiş:

خَرَجَ النَّبِىُّ غَدَاةَ غَدٍ وَ عَلَيْهِ مِرْطٌ مُرَجَّلٌ مِنْ شَعْرٍ اَسْوَدَ فَجَاءَ الْحَسَنُ فَاَدْخَلَهُ فِيهِ ثُمَّ جَاءَ الْحُسَيْنُ فَاَدْخَلَهُ ثُمَّ جَاءَتْ فَاطِمَةُ فَاَدْخَلَهَا ثُمَّ جَاءَ عَلِىٌّ فَاَدْخَلَهُ ثُمَّ قَالَ: اِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا

[5] İşte bu hadîs-i şerif gibi, Kütüb-ü Sitte-i Sahiha’da bu mealde kesretli hadîsler vardır ki Âl-i Abâ’yı gösterir. Bir zât def’-i beliyyat için istişfâ اِسْتِشْفَاءْ ve istişfa’ اِسْتِشْفَاعْ için böyle demiş:

لِى خَمْسَةٌ اُطْفِى بِهَا نَارَ الْوَبَاءِ الْخَاطِمَةِ

اَلْمُصْطَفَى وَ الْمُرْتَضَى وَابْنَاهُمَا وَ الْفَاطِمَة

[6]» (Barla Lâhikası sh: 344)

8- «Eğer denilse: “Âl-i Beyte muhabbeti Kur’ân em­redi­yor. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm çok teş­vik etmiş. O mu­habbet, Şîalar için belki bir özür teşkil eder. Çünkü, ehl-i muhabbet bir derece ehl-i sekirdir. Niçin Şîalar, husu­san Râfızîler o muhabbetten istifade et­miyorlar, belki işaret-i Nebeviye ile o fart-ı muhabbete mahkûmdur­lar?”

Elcevap: Muhabbet iki kısımdır.

Biri: Mânâ-yı harfiyle, yani Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hesabına, Cenâb-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Âl-i Beyti sevmek­tir. Şu muhabbet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın muhabbe­tini ziyadeleştirir, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşrudur, ifratı zarar vermez, tecavüz etmez, başkaları­nın zemmini ve adâvetini iktiza etmez.

İkincisi: Mânâ-yı ismiyle muhabbettir. Yani bizzat onları se­ver. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı düşünmeden, Hazret-i Ali’nin kahramanlık­larını ve kemâ­lini ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in yüksek faziletlerini düşünüp sever. Hattâ Allah’ı bil­mese de, Peygamberi ta­nımasa da, yine onları sever. Bu sev­mek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mu­habbe­tine ve Cenâb‑ı Hakkın muhabbetine sebebiyet vermez. Hem ifrat olsa, başkaların zemmini ve adâve­tini iktiza eder.

İşte, işaret-i Nebeviye ile, Hazret-i Ali hakkında zi­yade mu­habbetlerinden, Hazret-i Ebu Bekri’s-Sıddık ile Hazret-i Ömer’den teberri ettiklerinden, hasârete düş­müş­ler. Ve o menfi muhabbet, sebeb-i hasârettir.» (Mektubat sh: 106)

Âli Beyt’e hürmet ve muhabbetin lüzumunu ifade eden ve kısmen nakle­dilen mezkûr sarih beyanların hükmü muh­kemdir ve bu muhabbet ve hürmet Risale-i Nurda bir esastır.




[1] Hucurat Sûresi, 49:13.

[2] Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26.

[3] Şûrâ Sûresi, 42:23.

[4] Mehdi ve Süfyan hakkındaki hadis kaynakları için bkz. Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları (Hazırlayanlar)

HAŞİYE Hattâ onlardan bir tanesi olan Seyyid Ahmed es-Sünûsî, milyonlar müride kumandanlık ediyor. Seyyid İdris gibi diğer bir zat, yüz binden fazla Müslümanlara kumandanlık ediyor. Seyyid Yahyâ gibi bir başka sey­yid, yüz binler adamlara emirlik ediyor, ve hâkezâ… Bu seyyitler kabilesinin efradlarında böyle zâhirî kah­ramanlar çok olduğu gibi, Seyyid Abdülkadir-i Geylânî, Seyyid Ebu’l-Hasen-i Şâzelî, Seyyid Ahmed-i Bedevî gibi mânevî kahramanların kahramanları dahi varlar­mış. (Bediüzzaman)

[5] Müslim, Fadâilü’s-Sahâbe: 61, hadis no: 2424.

[6] Mecmuatü’l-Ahzâb, 3:505.

Kontrol et

Siyasetten Uzak Durmak Düsturu

HAKİKİ NUR TALEBESİ HAKLI TARAFA DOST OLUR Üstad Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partiye destek vermiştir. Fakat …